Çin devletinin Sincar-Uygur Özerk bölgesinde (Doğu Türkistan) yaşayan Uygur Türklerine karşı uyguladığı baskı ve asimilasyon politikası yeniden dünya gündeminde yer almaya başlamıştır. Özellikle sertleşen emperyalist dalaşın bir parçası olarak ABD ve AB’li emperyalistler Uygur meselesini sürekli gündemde tutmakta, Çin’e karşı her gün yeni bir suçlama getirerek baskısını artırmaktadır. Ülkemizde ise bu mesele daha çok AKP-MHP ortaklığının Çin’in Uygur politikalarına ses çıkaramaması ile gündemdedir. Burjuva muhalefet, iktidarın bu sessizliğini sert bir şekilde eleştirmekte, AKP-MHP’yi “Uygurlar’ı satmakla” suçlamaktadır. Perinçek ve avaneleri ise Çin’in Uygurlara karşı baskı ve asimilasyon politikası uyguladığını reddetmekte, bu iddiaları savunanları ABD uşaklığı ile suçlamaktadır. Egemenler kendi aralarındaki dalaşa Uygur meselesini her geçen gün daha çok meze etmektedir.
Öncelikle altını çizmek gerekir ki ABD ve AB’li emperyalistlerin Uygur meselesine duyarlıymış gibi davranmaları sahtekârcadır. ABD ve AB kendi içlerinde göçmenlere, siyahilere her türlü zulmü yaparken, uşaklarının katliamlarına ses çıkarmazken, kendi rakipleri söz konusu suçları işlediğinde hemen üzerine atlamaktadır. Uygur Türklerinin uğradığı hak gaspları bu emperyalistlerin umurunda değildir. ABD ve AB’nin Uygur meselesini gündemde tutmaları ve Çin’e yüklenmeleri, bu devletle girdikleri hegemonya mücadelesi ile bağlantılıdır. Özellikle ABD baş rakibi olarak gördüğü Çin’in ekonomik, siyasi ve askeri gelişimini önlemek adına baskılarını çeşitli araçları (ticaret savaşları, Çin’i askeri olarak çevrelemek vb.) devreye koyarak günden güne artırmaktadır. Son dönemlerde de Uygur meselesini sürekli gündemde tutarak Çin’in iç çelişkilerini kaşımak, mümkünse bu ülkeyi parçalamak istemektedir.
Ancak ABD ve AB’nin bu emeller içinde bulunmaları zaman zaman bu meseleye ilişkin abartılı ve yalan haberler yaymaları, Çin’in Uygur Türklerine karşı baskı ve asimilasyon politikası uyguladığı, bu halka zulmettiği gerçeğini değiştirmez. Emperyalizmin ABD’den ibaret gösteren kimi çevreler, ABD ve AB’nin bu emellerinden hareketle Çin’i aklamaya çalışmaktadır. Ancak bu çevreler görmek istemeseler de bugün Çin emperyalist bir devlettir. Mao’nun ölümünün ardından Deng Siao Ping önderliğinde iktidarı gasbeden kapitalist yolcular, sosyalist kazanımları adım adım tasfiye etmiş ve Çin’i emperyalist bir devlet haline getiren süreci başlatmışlardır. Kapitalist yolcuların iktidarı gasbetmesinin ardından Çin devleti, tüm halk kesimlerine olduğu gibi azınlıkların, farklı milliyetlerin kazanımlarına da saldırmış devrimin özgürleştirmiş olduğu bu kesimleri yeniden tahakküm altına almıştır. Yani Çin milliyetçiliği devlet politikası haline gelmiş, başta Uygur Türkleri olmak üzere farklı milliyetlere mensup azınlıklar asimile edilerek Çinlileştirilmek istenmiştir.
Çin devleti, emperyalist karakteri daha belirgin hâle geldikçe ve yayılmacı politikalara hız verdikçe içte ve dışta daha saldırgan hâle gelmektedir. Ülke içinde, ABD ve AB’li emperyalistlerle girişmiş olduğu rekabette kendisini zayıf düşürebilecek, rakiplerinin kendisine karşı kullanabileceği en ufak bir sorun dahi yaşamak istememektedir. Bugün Çin, ABD’nin Uygur meselesini kaşıyıp Doğu Türkistan’ı kendisinden koparmaya çalıştığını düşünerek bölünme fobileri yaşamaktadır. Bu sebeple de Uygurlar üzerindeki baskı ve asimilasyon politikalarına hız vermekte, bölgede “bağımsızlık” düşüncesinin gelişimini önlemeye çalışmaktadır. Doğu Türkistan, Çin’in Orta Asya’ya açılan kapısıdır. Dahası bu bölge zengin maden kaynaklarına ve pamuk yetiştiriciliği açısından çok verimli topraklara sahiptir. Çin kendisi açısından bu denli stratejik öneme sahip olan bir bölgeyi kaybetmemek adına elinden gelen her şeyi yapacaktır, yapmaktadır.
Öte yandan daha önceleri Uygur meselesi her gündeme geldiğinde Çin’i “sert” bir şekilde eleştiren TC devletinin bugün sessizliğe bürünmüş olması dikkat çekicidir. Esasında Uygurların maruz kaldığı zulüm Türk hakim sınıflarının hiçbir zaman umurunda dahi olmamıştır. Ancak daha önceleri, sırf içeride milliyetçiliği pompalamak ve ABD-AB’den “aferin” alabilmek adına Uygur meselesinin gündeme geldiği dönemlerde Çin sadece söylem düzeyinde de olsa eleştirilebilmiştir. Daha evvelleri Çin’i soykırımcılıkla suçlayan Bahçeli ve Erdoğan’ın bugün ağzını dahi açmamasının nedeni Çin ile geliştirilen ilişkilerdir. Özellikle 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından Türk hakim sınıfları ABD ve AB ile gerilim yaşadıkça Rusya ve Çin’e yaklaşmış, bu emperyalistlere taviz üstüne taviz vermişler, Çin’e özellikle ekonomik alanda ciddi oranda bağımlı hâle gelmişlerdir. Hatta Rusya ve Çin’le arayı iyi tutmak adına AKP-MHP bloğu içeride Pekin ve Moskova uşağı Perinçek ile ittifak yapmışlardır. Çin ile geliştirilen bağımlılık ilişkileri AKP-MHP’nin bugün Uygur meselesinde bu devlete en hafif bir eleştiri yapabilmesine dahi imkân vermemektedir. Eleştiri bir yana Çin’in gönlünü hoş tutmak için Uygurların Türkiye’deki faaliyetleri kısıtlanmakta, Uygurların Çin’e iadesinin önünü açan anlaşmalar imzalanmaktadır. Çin ve Rusya’yla geliştirilen ilişkilerden rahatsız olan ABD ve AB ile arayı düzeltmeyi isteyen muhalefet ise Uygur meselesindeki sessizlik üzerinden hükümeti eleştirmekte, onu Çin’e karşı ABD ve AB’nin yanında tavır almaya zorlamaktadır.
Nihayetinde egemenler ne eylerse eylesin, hangi hesaplara sahip olursa olsunlar, devrimcilerin görevi her zaman için ezilenlerin yanında konumlanmak, onlara destek olmaktır. Uygur meselesinde de Çin devletinin işlediği suçlara sessiz kalmamak ama ABD ve AB’li emperyalistlerin emellerini teşhir etmek, TC devletinin sessizliğinin nedenlerini de halka anlatarak ezilen Uygur halkının yanında olmak gerekir.
Bir Yeni Demokrasi Okuru