Bölgemiz Ortadoğu, tarihinin her döneminde egemen güçler arasındaki hegemonya mücadelesinin merkezlerinden biri olmuştur. Bugün de emperyalist-kapitalist sistemin krizinin keskinleştiği, emperyalistler arasındaki güç mücadelesinin dünyanın dört bir yanını yangına çevirdiği koşullarda, Ortadoğu bu özelliğinin devam ettirmektedir. Geçtiğimiz günlerde bir süredir gerilim yaşayan Katar ile S. Arabistan, Mısır, BAE gibi diğer Arap devletlerinin ABD arabuluculuğunda anlaşarak “barışması”, bu adımlardan biri oldu. Meselenin “Araplar arasındaki bir ihtilafın çözülmesi”nin ötesinde bir anlamı vardır. Bu anlaşmanın esas kazananı ABD’dir ve bu anlaşma ABD’nin bölgede gerileyen hegemonyasını tekrar tesis etme çabasının bir ürünüdür. Birçok Arap devletinin İsrail’le “normalleşme” anlaşmaları imzalamasının ardından Körfez’deki gerilimin de “çözülmüş” olması, ABD’nin bölgede Rusya, Çin ve İran bloğuna karşı uşaklarını bir araya getirme planında ilerlediğini göstermektedir. Bu anlaşmanın ABD’ye başta enerji olmak üzere birçok alanda fırsatlar yarattığını söyleyebiliriz. Yine bu anlaşma Katar’la kurduğu yakın ilişkiler nedeniyle TC devletinin de bölge politikasını etkileme potansiyeline sahiptir.
Kısaca hatırlatmak gerekirse S. Arabistan ile Katar arasındaki ilişkilerin gerilemesinin, “Arap Baharı” sürecine kadar götürmek mümkündür. Her ne kadar BOP sürecinde bu iki devlet eşgüdüm içerisinde davransa da sürecin ilerlemesi ile birlikte daha önce birlikte destekledikleri Müslüman Kardeşler üzerinden karşı karşıya gelmişlerdir. Müslüman Kardeşler’in görece “liberal” çizgisinden, TC ile yakınlığından rahatsız olan S. Arabistan, ABD’nin de onayı ile bu örgütü hedefe koymuş ancak Katar bu politika değişimine ayak uydurmayarak Müslüman Kardeşler’e olan desteğini sürdürmüştü. Katar’ın daha sonra da S. Arabistan’ın bölgede artan etkisinden rahatsız olduğunda Türkiye ile yakın ilişkilerini sürdürmesi hatta bu ülkeye askeri üs vermesi, İran’la dengeli ilişkiler kurmaya çalışması, diğer Arap devletleri ile ilişkilerinin gerilmesine yol açmıştı. ABD adına Arap devletlerine liderlik yapma iddiasında olan S. Arabistan, Katar’ın bu hamlelerinin kendi liderlik iddiasını boşa düşürdüğünü düşünmüştür. Katar’ın, S. Arabistan’ın peşine takılmak yerine “Arap Baharı” sürecindeki politikalarını sürdürmesi, ABD’den daha fazla rol talep etmesi üzerine S. Arabistan, Mısır, BAE, gibi diğer Arap devletlerini de peşine takarak Katar’a karşı 2017 yılında ekonomik ve siyasi ambargo başlatmış, sınırlar kapatılmış, her türlü ilişki askıya alınmıştır. S. Arabistan ve diğer devletler ambargoyu kaldırmak için aralarında TC üssünün kapatılması, İran’la ilişkilerin, Müslüman Kardeşler’e desteğin sonlandırılması gibi maddelerin de bulunduğu 15 talepte bulunmuştu. Ancak Katar günümüze değin bu talepleri kabul etmemiş, ambargo da kalkmamıştı.
2021’in ilk günlerinde ise ABD’nin ağırlığını koymasıyla, taraflar uzlaşmış ve Katar’a yönelik abluka kaldırılmış böylece Körfez’de süren gerilim şimdilik son bulmuştur. Esasında Katar’a uygulanan ablukayı ABD’den bağımsız olarak okumak büyük bir yanlış olur. Bu ülke ABD’nin bölgedeki en büyük hava üssüne ve binlerce askerine ev sahipliği yapmaktadır. Bir anlamı ile Katar, ABD’nin fiili işgali altındadır ve ülkeyi yöneten hanedan da ABD’nin birer kuklası ve vekilidir. Aynı zamanda Katar, sahip olduğu petrol ve doğalgaz zenginliğiyle ABD açısından stratejik bir öneme sahiptir. Nitekim bu özellikleri ile Katar BOP sürecinde ABD’nin vurucu güçlerinden biri olmuştu. Müslüman Kardeşler’in, Suriye’deki cihatçı çetelerin finansmanı, lojistiği bu ülke tarafından karşılanmıştır. Ancak ABD’nin BOP’u rafa kaldırıp Müslüman Kardeşler’i gözden çıkarmasının ardından Katar’ın bu politika değişimine ayak uyduramaması, dahası İran’la dengeli bir ilişki sürdürme gayreti, ABD’yi rahatsız etmiştir. Ancak ABD gerilimin başından bu yana açıkça bir taraf tutmaktan kaçınmıştır. Zira taraf tutması halinde Katar’ı Rusya ve Çin bloğuna iteceğinden, rakiplerinin kendisi için hayati bir öneme sahip olan Körfez bölgesine sızmasını sağlayacağından korkmuştur. Bu sebeple bir yandan ablukayı Katar’ı hizaya sokmak adına baskı unsuru olarak kullanmış, diğer yandan da arabuluculuk rolüne bürünerek krizi yine kendi denetimi altında çözmeye çalışmış ve bunda başarılı olmuştur.
Bugün için Katar’ın normalleşme karşısında hangi tavizleri verdiği, öne sürülen 15 talepten hangisini kabul ettiği bilinmemektedir. Ancak kesin olan bir şey varsa o da Katar’ın bundan böyle ABD ve S. Arabistan’la daha uyumlu bir politika izlemek zorunda kalacağıdır. Dolayısıyla Katar’ın yavaş yavaş da olsa Müslüman Kardeşler’e olan desteğini çekmeye, İran’a karşı daha sert bir politika izlemeye çalışacağı, Türk üssünü kapatabileceği öngörülebilir.
Son olarak Körfez’de yaşanan bu gelişmenin TC devletine etkisine de değinmek gerekir. TC devletinin Ortadoğu politikasında Katar önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye ve Katar, bölgede Müslüman Kardeşler’i destekleyen son iki devlet olarak kalmışlardır. ABD ve S. Arabistan, Mısır gibi devletlerin baskıları bu iki devleti daha da yakın ilişkilere sevk etmiştir. TC devleti özellikle bölgede yalnızlaştıkça ekonomik olarak Katar’a dayanmaya çalışmış, hatta bazı operasyonlarını Katar’a finanse ettirmek istemiştir. Katar, TC devletinin Arap dünyasında arasının “iyi” olarak kaldığı tek devlettir. Öteki tüm Arap devletleri, yayılmacı politikasından rahatsız oldukları gibi TC devletine karşı cephe almış durumdadır. Nihayetinde Katar’ın S. Arabistan’la “normalleşmesi” ABD ile daha da uyumlu bir politika izlemesi bundan böyle TC devletinin bölgede Müslüman Kardeşler üzerinden izlediği yayılmacı politikayı sürdürmesini daha zorlaştıran bir faktör olacaktır. Zaten dış politikası çıkmaza giren TC devletinin, Biden’ın gelişi ile birlikte, ABD ile “temiz”(!) bir sayfa açma arayışında olduğu bilinmekteydi. Bu arayışın ürünü olarak da S. Arabistan ve Mısır’la arayı düzeltmek için görüşmeler yürütmekte, İsrail’e büyükelçi atamanın yollarını aramaktaydı. Şimdi Katar’ın S. Arabistan’la anlaşmasının ardından TC devletinin bu yönlü hamleleri de güçlenecektir. Aksi halde, TC devletinin mevcut politikasında ısrar etmesi, faturayı daha da ağırlaştıracaktır. S. Arabistan ve İsrail’le normalleşmesi, TC devletinin, İran karşıtı bloğa dahil olmasını getirecektir. Yani Körfez’deki anlaşma ABD’nin TC devletini hizaya sokma gayretini de güçlendirecektir.
Nihayetinde bölgemiz de daha da gerilimli günler bizleri beklemektedir. Körfez “barışı”nın halklara getireceği hiçbir fayda yoktur. Aksine, özellikle Filistin halkı, Katar’ın da İsrail’le normalleşmesi sebebiyle bu anlaşmanın kaybedenidir. Zaten Filistin davasını umursamayan Arap egemenleri, Filistin’i sırtından hançerlemeye devam etmektedir. Körfez’deki anlaşmanın kazananı ABD emperyalizmi ve işbirlikçileridir. ABD ve işbirlikçileri, bölgeye ellerinde tutmak için daha fazla kan dökmekten, bölgeyi halklar açısından cehenneme dönüştürmekten geri durmayacaktır. Çözüm ise halkların anti-emperyalist, anti-faşist mücadelesindedir.