Egemenlerin derinleşen krizleriyle birlikte, işçi sınıfı, Kürt halkı ve öğrenci gençliğin eylemlerine hiçbir tahammülü kalmamıştır. En son Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör atamasını protesto eden öğrencilere dönük devletin saldırgan tutumu bu tahammülsüzlüğün açık bir göstergesi oldu. Öğrenciler, eylem alanında polis saldırısına maruz kaldı, eylemlerin ardından öğrencilerin evleri basıldı, burjuva-feodal medya ve devletin yöneticileri “terör” demagojileriyle gençler hedef gösterildi. Son olarak da üniversite içerisinde düzenlenen resim sergisi nedeniyle öğrenciler, Diyanet İşleri Başkanı, kayyum rektör ve İçişleri Bakanı SS tarafından hedef gösterildi ve 5 öğrenci gözaltına alındı. Boğaziçi’nde yaşananlar egemenlerin bu süreçte gençlikten, onun dinamizminden ne kadar çok korktuğunu da göstermiştir. Korkunun boyutu, bir öğrenci eylemine karşı devletin tüm zor aygıtlarını devreye koyacak kadar büyüktür.
Egemenlerin, somutta da bugün devletin dümeninde oturan AKP-MHP iktidarının duyduğu bu korkunun arkasında gençliğin tarihsel süreçte de defalarca kez kanıtlanmış olan politik ve sosyal misyonu yer almaktadır. Gençlik, özelde de öğrenci gençlik toplumun en hareketli ve dinamik ögesidir. Bu özelliği ile gençlik, toplumun mevcut olana, zulme, haksızlığa karşı isyan etmeye en açık kesimini oluşturur. Öğrenci-gençlik hareketleri, eylemlilikleri kolayca yayılma ve genişleme potansiyeline sahiptir. Ayrıca gençlik toplumun bütününü etkileme potansiyeli en fazla olan sosyal katmandır. Yani gençlik, toplumsal muhalefetin ateşleyici ve ön açıcısıdır. Gençliğin hareketlenmesi, sokaklara dökülmesi halkın diğer katmanlarını da etkilemekte, onları da sokağa çekebilmektedir. Nitekim ülkemizde üniversitelerde başlayan ’68 gençlik hareketinin işçi ve köylülerin kitlesel mücadelelerini nasıl ivmelendirdiği hâlâ akıllardadır.
Gençliğin bu misyonu, egemenlerin faşist saldırganlığı tırmandırdığı, baskılarla toplumun büyük bölümünü geçici suskunluğa sürüklediği dönemlerde çok daha kritik hale gelmektedir. Tarihte bu tür dönemlerde, gençlik, birçok kez bedel ödemeyi göze alan fiili meşru mücadelesi ile zaten sisteme karşı biriken öfkesinin patlaması için bir kıvılcıma ihtiyaç duyan geniş halk kitlelerini harekete geçirebilmiş ve suskunluğunun parçalanmasını sağlayabilmiştir. Yani gençlik, toplumsal muhalefet açısından buz kırıcı misyonuna da sahiptir. İşte egemenlerin gençlikten bu denli çok korkmasının ve bu korkunun ürünü olarak Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protestolara bu denli saldırmasının nedeni, gençliğin bu misyonunu oynamasını engellemektir.
Egemen sınıflar, toplumdaki bu suskunluğun geçici olduğunun farkındadır. Halkın, gitgide derinleşen sefalete, yoksulluğa, boğucu baskılara karşı öfkesinin günden güne kabardığını ve bu öfkenin bir kıvılcımla patlayabileceğini görmektedirler. Yani hakim sınıf sözcülerinin sık sık “yeni ‘Gezi’lere, ‘6-8 Ekim’lere izin vermeyeceğiz” söylemleri, basit bir demagojinin ötesinde onların bu korkularının güncelliğini yansıtmaktadır. Sınıf bilinci, toplumu yönetme deneyimi oldukça gelişmiş bir sınıf olan burjuvazi, baskıyla, faşist terörle halkın öfkesini ancak bir yere kadar bastırabileceğini bilmektedir. Tarihsel süreç göstermiştir ki işçi sınıfının ve ezilenlerin hiçbir geri çekilişi suskunluğu kalıcı olmamıştır. Baskılar hoşnutsuzluğun dışavurumunu belli bir süre engellese de yüzeyde bir hareketsizlik gözlense de kitleler içten içe kaynamaya devam etmiş ve ufak bir kıvılcımla (örneğin bir öğrenci eylemi vesilesi ile veya açık bir haksızlık görüntüsünün yarattığı tepkiyle vb.) öfke patlamıştır. Bu kıvılcım etkisini yaratan, suskunluğu ilk parçalayarak halka moral ve güven veren de genelde gençlik olmuştur. İşte, egemenlerin, bu öfkenin patlamasına vesile olabileceğini düşündüğü, kıvılcım etkisi yarabilecek en ufak bir eylemliliğe bile saldırmasının nedeni bu endişedir. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrenci eylemlerine bu denli sert saldırılmasını da bu kapsamda görmek gerekir. Eylemliliğin öğrenci gençliğin ürünü olması devleti daha da saldırgan kılmıştır. Çünkü gençlik eylemlerinin hızla yayılabileceğini ve toplumu da peşinden sürükleyebileceğini egemenler de gayet iyi bilmektedir. Gençliğin gelişen fiili-meşru mücadelesinin halka moral vereceğini, harekete geçme adına özgüven aşılayacağını, korkuların yıkılmasını sağlayacağını görmektedirler. Yani “normal” dönemlerde nicelik ve nitelik olarak klasik bir öğrenci protestosu sayılabilecek olan, devletin de daha az güçle müdahale edebileceği Boğaziçi eylemlerinden, halkın sistemden duyduğu hoşnutsuzluğun giderek arttığı bir dönemde, halkın diğer kesimlerini de sokağa dökebileceğinden ve “akademik” taleplerle başlayan eylemlerin bir bütün sistemi hedef alan daha politik bir harekete dönüşebileceğinden korkulmuştur. Bu sebeple daha en başından eylemlerini önünü almak ve toplumdan tecrit etmek adına her türlü çabayı göstermişlerdir.
Sistem, öğrencilerin haklı talebinin bütün halk saflarında sahiplenildiğini görünce burjuva muhalefet eli ile bunu sistem için eritmeyi hedeflemiştir. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun eylem ziyareti ve diğer kliğin bunun üzerinden kopardığı fırtınadan da anlıyoruz ki, hakim klik, burjuva muhalefetin gençlik eylemini sistem içine çekip, kendi aralarındaki mücadelede kullanılmasına bile tahammül edememektedir. Bir kıvılcımın bütün bozkırı tutuşturacağını en iyi onlar biliyor. Kaftancıoğlu’nun rol çalma, halk muhalefetini sistem içine, kendi saflarına kanalize etme çabası, bunalmış iktidar tarafından asla kabul edilmiyor. Bu, hakim sınıf iktidarının küçük bir eylemde bile inisiyatifi elinden kaybedeceği korkusudur. Küçük bir esneklik göstermeyecek kadar sertleşmiş bir iktidarın kırılması kaçınılmazdır. Bu yönetememe durumunun somut bir göstergesidir. Korkularını gerçeğe çevirmek ancak halkı, öncülerinin saflarında örgütlemekle gerçekleşir.
Nihayetinde Boğaziçi’ndeki protestoların halktan gördüğü büyük destek ve sahiplenme, egemenlerin korkularının ne kadar “haklı” olduklarını göstermiştir. Gençliğe düşen görev egemenlerin bu korkularını daha da büyütmektir. Gördük ki, halkın sisteme karşı hoşnutsuzluğu, en ufak hak talepli eylemin bile, halkı harekete geçirip sokağa dökecek bir kıvılcım olabilmesine neden olacak boyuta ulaşmıştır. Ve yine gördük ki bu kıvılcımı çakabilme potansiyeli gençliktedir. Gençlik harekete geçtiğinde, toplum da üzerindeki atıllığı, çekinceleri atabilmektedir. Dolayısıyla devrimci gençlik, gençlik kitlelerinin en ufak bir hoşnutsuzluk belirtisini bile sokağa-eyleme dökmekten geri durmamalı, toplumsal muhalefetin önündeki buzları kırma adına daha çok adım atmalıdır.