“Kavganın töresi” diyorlar buna, ölmek de var bu törenin şafağında, esir düşmek de… İşkencelere maruz kalmak da var… Öldürmek de var kavganın töresinde, korku salmak da… İşkence etmek yok bizim töremizde, zulmetmek yok, zulmedenlerin tüm iğrençliklerine rağmen…
Kavganın tüm sıcaklığına rağmen, soğuk geliyor Eylül’ün, Ekim’in ve Kasım’ın yazdan kışa dönen rengarenk donukluğunda ölümün sesi. Dile kolay gelse de kolay olmuyor işte ölüme alışmak. Kavganın töresi desek de acıyı damıtarak yüreklerimizden damla damla, koparıp alıyor canımızdan can, kanımızdan kan, nefesimizden nefes…
“Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını”, kavgamızın törelerinden biri de budur. Acısa da içimiz, acıyı kine, mücadelenin yükseltilmesine yönelik iradeye çevirmek için atarız adımlarımızı. Yas tutmak yerine, kin tutarız düşmanımıza. İçimize ateş düşürenlerin, ocaklarını küle çevirmek için bileniriz. Bundan kaynaklıdır namlularımızın her düşenimizden sonra daha da kızgınlaşması, ısınması…
Sıkılan yumruklarımızda, haykırdığımız sloganlarda, attığımız adımlarda hep bizden önce düşenlerimizin ayak izleri vardır. Yolumuzu şaşırdığımız her anda, onların meşale olan anıları ve duruşları vardır bize biz olmayı salık veren, bizi bizde tutmayı başaran…
Kavganın bir yanında yaşamlarını tereddütsüzce feda edenler dururken, diğer yanında küçük burjuva hesaplar peşinde koşan, sudan sebeplerle çemberin dışına çıkmayı tercih eden, bizden görünüp de bizden olmayanlar da var. Düşenlerimiz sadece düşmana değil, aynı zamanda bunlara da gerekli cevabı verenler olmuştur her zaman.
Ha bir de her zaman olduğu gibi, bir bardak suda fırtınalar koparanlar var. Bunlar kendilerini bilir kişi ilan edip, devrimin rotasını kaybedeli çok olmasına rağmen, devletin saldırıları karşısında sessizliğe gömülüp, devrimcilerin katledilmesinde veya eylemlerinde kraldan çok kralcı kesilirler. Liberaldirler, devrimci eskileridirler, kendilerini devrimcilere saldırılar üzerinden var ederler. Düşenlerimizin bir cevabı da bu kendini bilmezlere tokat gibi gelmektedir. “Silahlı mücadele bitti, gençleri boşuna öldürtmeyin” diyenlere cevap; inançlı, kararlı, korkusuz bir şekilde mücadele yürüten Halk Savaşçıları’dır.
Kavganın töresi bu, direnenler, dövüşenler, canlarını tereddütsüzce halkı için feda edenler bir tarafta, korkanlar, kaçanlar, teslim olanlar da diğer tarafta… Zoru zorla devirme mücadelesinin omuzlarına yüklediği yükle kendinden kat be kat güçlü düşmana kafa tutanlar, korku salanlar bir tarafta; zoru görünce kaçacak delik arayan, korkularını düşmanının fiziki gücüyle birleştirip yok olup gidenler ise bir tarafta…
«Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan…»
Deniz (Cumhur Sinan Oktulmuş) halkın bağrından çıkmış, halkıyla bütünleşmiş, halkın içine kök salmış yiğit bir komünist, usta bir komutan, militan bir Halk Savaşçısı…
İnsana güven veren bir durgunluk ve dinginlikle bakan, dervişlere özgü sabrıyla dinleyen az ve öz konuşan, kendine özgü duruşu ve gülüşüyle alıp yoldaş sıcaklığıyla saran, düşmana olan keskin kini ve net ve kararlı duruşuyla umut veren bir ölümsüz devrimci….
Kıvrak ve pratik zekâsı, düşmana korku salan savaş deneyimi ve taktikleriyle en usta generallere taş çıkaran muzaffer bir komutan…
Partisiyle bütünleşen, onu her türlü saldırıya karşı tereddütsüzce ve net bir şekilde savunan, koruyan önder bir kadro…
«…Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.» Pablo Neruda
Şimdi artık doğan çocukların adları Rosa, Asmin, Özgür, Nubar, Deniz ve Muharrem olacak. Şimdi yeniden yerlerini dolduran yoldaşları aynı isimleri alarak daha kararlı, daha öfkeli, daha cesaretli savaşacaklar faşist diktatörlüğe karşı…
Ölümlerden yeniden doğmanın anlamı buradan gelmekte. Halk içine kök salmış devrimcilerin ölümsüz olma esprisi de buradan gelmekte. Yoksa idealistçe bir hayal değil bizim anlam yüklediğimiz ölümsüzlük. Onlarca yıl geçmesine rağmen unutulmayan, yaptıklarıyla, saygıyla anılan devrimcileri diğerlerinden ayıran en önemli özellik de budur aslında.
Dersim halkı içine kök salmış bir duruşu var komutan Deniz’in. Halk, kendisine umut vereni, kendisini anlayanı, kendisini dinleyeni sever. Halk kendisi için savaşırken sızlanmayan, koşullara teslim olmayan, koşullardan sızlanmayanı sever ve bağrına başar. Halk, halkı için, yoldaşları için, değerleri için tereddütsüzce öne atılanı, canını feda edeni sever. Bu yüzdendir Deniz’in düşme haberi yakıyor halkın analarının, kızlarının, oğullarının yüreğini…
“Kavganın töresi bu” diyorlar, “kan kanla temizlenecek.” Şimdi Rosa’nın, Nubar’ın, Özgür’ün, Asmin’in, Şerzan’ın, Deniz’in ve Muharrem’in düştüğü yerde patlayan “Partizan Öfkeleri”, kanımızı akıtanların kanıyla suluyor Dersim dağlarını. Öyle hafife almasın düşmanlarımız Partizanların öfke dolu pratiklerini. Bugün kıvılcım olan öfkelerimiz, yarın tutuşturacak kocaman bozkırları.
Kayıplarımız büyük, kayıplarımız onlarca yılın birikimini taşıyan, yokluklarıyla mücadelemizin alanlarında önemli boşluklar doğuracak nitelikte. Ama Proletarya Partisi’nin 49 yıla yaklaşan kesintisiz mücadele pratiğinde, kaybettiği dört genel sekreteri, onlarca kadro ve yüzlerce militanı, geride kalanlara daha fazla mücadele azmi vermiş, önemli boşluklar yaratsa da, yerlerine yenilerini yetiştirmiş bir pratiğe sahiptir. Bugün yaratılan boşluk, yarın doldurulacak ve yola devam edilecektir.
Kavganın töresi bu, al kanlı gömleklerle zafere varılacak…