Demokratik kitle örgütlerine (DKÖ) kayyum atanmasını öngören yasa onaylandı. “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlenmesi Hakkında Kanun Teklifi” adıyla meclisin onayladığı yasa “kitle imha silahlarından” çok devletin DKÖ’ler üzerindeki baskı ve müdahalesini artırıyor.
15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile bin 748 dernek ve çok sayıda basın, yayın kuruluşu kapatıldı. Peşi sıra ilan edilen OHAL’ler ve çıkartılan KHK’lar ile birçok demokratik hak gasp edildi. Kapatılan derneklerin hemen hemen hepsi “örgüt ile ilişkili” olduğu iddia edilerek kapatıldı.
Darbe girişimi ile birlikte halka ve halkın demokratik mücadele kanallarına yönelik saldırılar artmıştı. DKÖ’lere yönelik baskı ve saldırıları daha da arttıracak olan bu yasa ile yapılmak istenen, devletin OHAL dönemindeki saldırı yöntemlerinin kalıcılaştırılmasıdır. Ve tabii ki “örgüt ile ilişkili” daha çok dernek bulunacak (!) ve kapatılması gündeme getirilecektir.
Faşist devlet yapılanması, bu yasa ile birlikte faşizmi daha da işlevli kılacak maddelere de yer verdi. Bu yasalar içerisinde en belirgin olanı, İçişler Bakanlığı’na derneklere kayyum atama yetkisinin verilmesiydi. Bu noktada devletin nerelere ve kimlere kayyum atadığı ise bilinmez değildir.
Hükümetin, faşizmin kendi hukukuna bile aykırı kararları, yasal düzenlemelerle faşist iktidarın daha hızlı ve işlevli sonuçlar üretebilmesi açısından önem taşıyor. Bir diğer unsur ise çıkarılan yasaların ‘kişi hak ve özgürlükleriyle’ ilgili yasalarla çatışması. Örneğin bu yeni yasa, Anayasa’nın 36. Maddesi’ndeki “hak arama özgürlüğü” ilgili yasayı boşa düşürmektedir. Halk düşmanı politikaları hayata geçirmenin yasama ve yürütmedeki iki ayağı bu şekilde işlemektedir. Bir yanda birbirleriyle çatışan yasalar diğer yanda yürütmenin verdiği halk düşmanı mahkeme kararları… Bu ikilikte verilen demokrasi mücadelesi ise “terör” olarak yaftalanır.
Başka bir örnek vermek gerekirse; son ‘terör’ yaftalamalarından birisi de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin kayyum rektörü kabul etmemeleri üzerine yapıldı. Anti-demokratik bir uygulama ile üniversite dışından AKP’li vekil adayı eskisi bir kişinin üniversiteye rektör atanmasını kabul etmeyen öğrenciler üniversite önünde eylem düzenledi. Bu eylemlerde polis sıklıkla “Yaptığınız eylem yasal değil” anonsu geçti. Öğrencilerin bu anonsa karşı attığı “Faşizme karşı omuz omuza” sloganıysa bu açıdan oldukça anlamlıydı.
Ne yasalar ne de halk düşmanı saldırılar elbette kayyum atamalarıyla sınırlı değil. Örneğin KHK’ların yeri geldiğinde halk düşmanı saldırılar için nasıl kullanılacağı ‘80 AFC’sinin ardından oluşturulan anayasada tanımlı. Yani ne dernek ne yayın ne de TV ya da radyo kapatma TC devleti için yeni değil. Sürekli ekonomik kriz içerisindeki devletin, politik ve fiziki saldırılarına yeni yasalar, yönetmeliklerdeki değişiklikler ile kılıf uydurması hiç de zor değil.
Temmuz ayında “çoklu baro” düzenlemesi olarak anılan kanun teklifinin maddeleri kabul edildi. Kısık sesle de olsa devletin anti-demokratik uygulamalarına muhalefet eden barolar hakkında düzenleme yapıldı. Bu tasarı, 80 baronun da karşı çıkmasına rağmen hayata geçirildi. Böylece Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) yönetiminin seçilmesinde belirleyici olan İstanbul, Ankara ve İzmir barolarının bu etkin durumuna son vermek amaçlandı. Yine DKÖ’ler üzerindeki denetimi ve baskıyı arttırmayı hedefleyen yukarıda adı geçen yeni yasa aynı zamanda avukatları ihbarcı haline getirmeyi de öngördü. Avukatların sır saklama yükümlülüğü ile bağdaşmayan kanun teklifine 71 barodan yapılan açıklamayla itiraz geldi. Açıklamada “… başta Avukatlık Kanunun 36. maddesinde düzenlenen sır saklama yükümlülüğü olmak üzere avukatlık mesleğinin özüne ve ruhuna aykırıdır. Bu kapsamda avukatı ihbarcı haline getirerek savunma hakkının yok sayılması anlamına gelmektedir.” ifadelerine yer verildi.
Pandemi sürecinde devlet baskılarını artırırken “her felaket bir fırsattır” anlayışıyla Türk Tabipler Birliği’ne (TTB) de yöneldi. TTB sahadan aktardığı verilerle Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarındaki yalan ve tutarsızlığı gün yüzüne çıkartttığı için devlet erkânı tarafından hedef haline getirildi. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) aynı şekilde rant projeleri hakkındaki tespitleri ve açıklamaları nedeniyle de hedefe alındı.
Bütün bu yasal düzenlemeler DKÖ’lerin kapatılması, vasfını yitirmesi temelinde yapılırken buralarda faaliyet yürüten kişiler ise devletin saldırısına açık hale getirilmektedir. Örneğin, DKÖ’lere yönelik baskıları arttırmayı hedefleyen bu yasa daha gündemde değilken birçok DKÖ aktivistine yönelik gözaltı ve tutuklama gerçekleştirildi. Bu, fiziki saldırılara uygun zeminin yaratılması amacını taşımaktadır. Yine bu yasaya göre İçişleri’nin talimatıyla mahkeme kararı gerekmeksizin DKÖ’lere polis, bekçi girip “denetim” yapabilecek. Bu da fiziki saldırıların önünü açan bir diğer etmendir.
Faşist TC devleti legal-demokratik mücadele kanallarına saldırırken aynı zamanda buralarda mücadele edenleri hedef haline getirdi. Demokratik mücadelenin kanalları olan bu alanları sahiplenmek ve bundan sonraki süreçte bu alanlara yönelen saldırılarını direnişle karşılamak, mücadele edenlerle dayanışmayı büyütmek gerekir. Devletin ekonomik ve siyasi krizi içerisinde gerçekleştirdiği politik ve fiziki saldırılara ancak bu yolla engel olunabilir. Faşist saldırıların, hukuki kılıflara uydurularak meşrulaştırıldığı zemin teşhir edilerek devrim ve demokrasi mücadelesi güçlendirilmelidir.