Yıllardır yapmak istediğim fakat beceremeyeceğimi düşündüğüm şeyi yapıyorum. Seni anlatıyorum, anlatmaya çalışıyorum. Sahi kim anlatabilir ki seni? Seni anlayabilmek için karı yarıp gün yüzüne ulaşan kardelene, sabah güneşinin aydınlattığı ilk tepeye, toprağa düşen cemreye, önüne bentler kurulan fakat hergün inatla daha coşkulu akan Munzur’a bakmak lazım. Seni görmek isteyen, evleri yakılan, katledilen köylüye, helikopterden atılan Kürte, bedeni çırılçıplak sokak ortasına bırakılan Ekin Wan’a, gecesini gündüzünü kör kuyularda geçiren madencilere, üç kuruş için fabrikalarda tarlalarda ezilen işçiye baksın. Sen onların yüzündeki çizgilerde, ellerindeki nasırlarda, gözlerindeki umuttasın…
Şimdi önümde bir fotoğraf sana bakıyorum, sana yazıyorum. O incecik zayıf kız çocuğundan dağların Ekin’ine evrilişini getiriyorum gözümün önüne. Küçücük bedenine aldırmadan haksızın karşısına dikilişini, doğru bildiğinin arkasından ısrarla gidişini düşünüyorum. Meğer sen ta o zamanlardan Ekin’mişsin, şimdi yeni fark ediyorum ben bunu. Her zaman özgürlüğüne düşkündün…
Ne vakit Boran Fırtınası türküsünü dinlesem sen gelirsin aklıma. “Boran diğer kuşlarla aynı kafese kapatılır, hiçbir evcil kuşu yaklaştırmaz kendine. Hele bir de güvercin besleyenler evcilleştirmek için kanadının tüylerini çekti mi, vay vay vay… Yemez artık yemini. Ya açlıktan ölür ya da kafesin demirine kendini vura vura öldürür.” Ne de güzel anlatmışlar. Sen de ilk günden beri Boran’dın. Seni dizginlemeye çalışanlara inat Boran direncini kuşandın. Şehit düştükten sonra yoldaşların seninle ilgili her yazıda sakinliğinden, çekimserliğinden bahsetmişler. Böyle düşünmelerinin sebebi belki de kısa süre içerisinde şehit düşmen. Kimse bilmez o çekingen bakan Ekin’in İzmir’de bir eylemde yazılama yaptığı için kendisini iten bir kadın düşmanını döverek cezalandırdığını, kimse bilmez yurttaki oda arkadaşını taciz edip ölüm tehditleri savuran adamı elinde bıçakla korkutmak için sokakta kovaladığını, kimse bilmez Berkin Elvan’ın cenazesinde kitle gazdan geri çekildiği sırada ‘Partizanlar ileri!’ komutuna ilk kulak verenlerden olduğunu…
Ekin’in içindeki Boran Kuşu doğduğu günden beri vardı. Gören bir daha aklından çıkartamazdı Ekin’i. Kimselere benzemezdi. Suskun yüzünün arkasında tanıdığım en inatçı, en kararlı, en direngen “Boran” yatıyordu.
Aslında küçük yaştan beri hep bir mücadele veriyordun, mücadele içerisindeydin. Hiçbir zaman mücadeleden geri tutmadın kendini. Bazı durumlarda yaşadığın çekingenlik örgütsüz oluşundandı. Örgütlendikten sonra başka bir yönünle daha tanıştım, başka bir Ekin oldun. Hiç durmadan kendini değiştirip dönüştürdün. Yüzünü dağlara dönmeden önce son sohbetimizde gözünde bir ışık görmüştüm. Daha önce hiç görmediğim bir ışık… Gidişinin haberini aldıktan çok sonra farkettim o ışığın senin umudun, hayalin, mutluluğun olduğunu. Şimdi bedenen aramızda değilsin. Mücadele içerisinde gerçekleştirmeyi hayal ettiğin şeylere fırsatın olmadı. Bir keresinde “mühim olan yeni doğan bebeğe ad olabilmek demiştin.” Bu cümlenin derinliğini o zamanlar tam kavrayamamıştım. Sonrasında bir köylünün yeni doğan bebeğine Ekin adını verip “senin gibi güzel olsun” dediğini öğrendiğimde gerçekten düşünü kurduğun, inandığın, hayal ettiğin şeyin peşinden gittiğini anladım…
Bir Yoldaşı