“Sen mezun olunca köye gider, yaylaya çıkarız” dedi babam. Mezun olmama üç ay kala öldü… Yapacak hiçbir şey yoktu, yasını tutmaktan başka…Ölüm doğal olunca geriye kalan bir suçluluk hissi de olmuyor elbet, gerisi hep yoksunluk…
“Salma kendini” dedi Kazım hoca, 10 Ekim Katliamı’nın ardından alanda toplanınca sesim titredikten sonra…Boğazımdaki yumrulardan dolayı titriyordu sesim, öfkeden, kederden, üzüntüden… “Ölmedik ya kuzen!” diyordu, bizi öfkeye boğan her şey sonrasında… “Onca yoldaşımızı, mücadele arkadaşımızı yitirdik. Yaşayacak ve mücadele edeceğiz.”
2016 15 Temmuz’unun ardından 10 bin Eğitim Sen’li mücadele arkadaşımız açığa alındığında hep birlikte meydanda bağırıyorduk: Bunları yapmak suçsa bizi de alın, bizi de alın! Aldılar. Çok geçmedi, 7 Şubat 2017’de hepimizi adını KHK koydukları bir uyduruk tablo ile internetten duyurarak attılar! İhraç gecesi evinde buluştuğumuzda “Bize Amerikan filmlerinde duyduğumuz o kelimeyi, kovuldunuz kelimesini çok gördüler kuzen!” diyerek gülüyordu Kazım hoca… Salı sabahı öğretmen olarak uyandığımız, okulun yoluna düştüğümüz hayatımıza, Çarşamba sabahı bundan sonra her gittiğimiz yerde karşımıza çıkacak bir etiket ile uyandık: KHK’lı!
30 yıllık Coğrafya Öğretmeni İbrahim hoca artık “vatan haini” idi o sabahtan sonra artık, Müdür yardımcısı olan Özgür, Makbule, Mehmet Nasır bir anda “sakıncalı” hale geldiler hepimiz gibi. Meslekten atılan arkadaşlarımızın çoğu sendikada aktif görev alan mücadele arkadaşlarımızdı,her birisi bulunduğu okulda örgütlü bir duruş sergiliyordu. Hepimiz her şeyin bilincindeydik, olan biteni topluma anlatabilmek için de elimizden geldiğince çabaladık OHAL koşullarında. Her hafta bir eylem yapıyor, her hafta bir ilçeye gidiyorduk bulunduğumuz ilde. Nuriye ve Semih’in açlık grevi direnişi, Yüksel Direnişi, İstanbul’da, İzmir’de her hafta düzenlenen eylemler hepsi ama hepsi topluma gönderilmiş bir mektuptu. Tıpkı bu mektubun sizlere seslendiği gibi, hepimiz elimizden geleni yapmaya çalıştık KHK adaletsizliğini topluma anlatabilmek için…
Sonra zaman ilerledi, sonra her gün gündemin hızlıca değiştiği ülkemizde KHK’lar da kanıksandı, OHAL oyalama komisyonu da…İşten atılan kamu emekçilerinin hikayesi ise hepsinin nezdinde çeşitli zorluklara evrildi…Kazım hoca babasını bakmaya gitmek zorunda kaldığı Elazığ’da, aklı geride bıraktığı mücadele arkadaşlarındayken, stres ve üzüntünün etkisiyle kalp krizi geçirerek aramızdan ayrıldı… Mehmet Nasır hoca iki ay önce kim bilir ne düşünüyorken balkondan düşerek hayatını kaybetti… Geçtiğimiz hafta “göreve iade” kararı geldi Mehmet Nasır hocanın… Öldükten sonra gelen bu karara adalet mi diyelim şimdi biz? Adalet olması gerekenin olması, hakkın yerini bulmasıysa bu adalet falan olamaz artık, bu ancak boğazımızda yumru bizim, içimizde kalan ukde…Olması gereken greve katıldılar diye, örgütlüler diye işten atılmamalarıydı ama faşizm buna olanak tanımadı… KHK’lılar yaşadıklarına dayanamayarak kimi zaman intihar etti, Mehmet Fatih Traş gibi, kimi zaman denizi kimi zaman bir nehri aşmaya çalışırken batan bir botla sönüp gitti hayatları… Kimisi ailesinin yanına dönmek zorunda kaldı, kimisi köyüne geri taşınmak zorunda… Alnımıza yapıştırılan etiket ne dershane ne de özel okullarda çalışmamıza olanak verdi, kimimiz kargocu oldu, kimimiz servis şoförü… Alınterinle emeğini kazanarak çalışmakta hiçbir sorun yok, sorun bunun kamu emekçilerine yönelik bir cezalandırma olarak işletilmesi. Yıllarca biz Devlet Memurları Kanunu’nu eleştirirken bugün oradaki kazanımların bile kaybedilmesi asıl sorun…Asıl sorun yeni kazanımlar elde edemediğimiz gibi varolanların tırpanlanmasını engelleyemememiz…
“Ülkede o kadar büyük haksızlıklar öyle kötülükler oldu ki KHK ne?” diyenlere faşizmin kamu emekçilerine gördüğü revadır demek istiyorum işten atılmamızın üzerinden 4 yılın geçtiği şu günlerde…Faşizm nasıl işçileri yoksulluğa ve iliklerine dek sömürülmeye mahkum ettiyse, ülkedeki kamu personel rejimini değiştirmek, kamu emekçilerini güvencesiz ve esnek çalışmaya mahkum etmek, örgütlülüklerini dağıtmak için topyekün saldırının bir parçasıydı KHK’lar, halen daha öyle.
Faşizm sokakta ölüsü bekletilen Taybet Ana, faşizm buzdolabına konulmak zorunda kalınan Cemile, faşizm kayyum, faşizm hapishaneden tahliye edilmeyen hasta tutsak, faşizm ailelerine verilmeyen cenazeler, faşizm asgari ücretle açlık sınırının altında yaşamaya çalışan işçi…
Faşizmin topyekun saldırısına karşı topyekun mücadeleden başka çaremiz yok.
Sandığımızdan daha fazlayız, sandığımızdan daha fazla korkuyorlar!
KHK’lı Bir Eğitim Emekçisi