Sosyolog-yazar İsmail Beşikçi geçtiğimiz günlerde Irak Kürdistanı’nda (Başur) yaşanan gelişmelere dair bir yazı kaleme aldı. Beşikçi yazısının ana bağlamını, “PKK’nin Başur’da konumlanmasının tehlikeli olduğu” ve “Kürdistan’ın çıkarlarına” uygun olmadığı üzerine konumlandırmış. Yazıda öne çıkan diğer bir konu ise Süleymaniye merkezli patlak veren halk isyanı. Beşikçi bu tarz eylemleri de “zararlı” parantezine alarak PKK’nin burada da baş aktör olduğunu belirtmiş. Beşikçi yazısında genel olarak “Kürdistani çıkarlar” adına KDP’nin söylemleriyle ortak ve istikrarlı hareket ettiği görülüyor. Bunu yaparken “Kürdistan davasına adanmış aydın” kimliğini ve üst akıl olma rolünü de ustaca oynuyor. Ve çağrısını dolaysız şu sözlerle ifade etmiştir: “PKK, Kürdistan Bölgesi’nin egemenliğini tanımıyorsa, bölgeyi terk etmelidir.” Beşikçi’nin söz konusu yazısına detaylıca geçmeden önce Irak Kürdistanı’ndaki tabloya değinmek gerekiyor.
2017 referandumu sonrası merkezi Irak hükümetiyle Irak Kürdistanı yönetimi arasındaki gerginlik tırmanmış, Kerkük’e Haşdi Şabi güçlerinin girmesi ve yönetimin el değiştirmesi sonrasında Irak Kürdistanı yönetimine yaptırımlar uygulanmıştı. Bu yaptırımlarla ilgili olarak ortaya çıkan anlaşmazlıklardan biri de memur maaşlarının ödenmesindeki istikrarsızlık. Peki Beşikçi’nin önceki yazılarına da konu ettiği ve protestoların patlak vermesine yol açan maaş sorunu neden bu kadar kritik? Irak Kürdistanı, Süleymaniye ve Erbil’in oluşturduğu iki şehir bölgesine dayanıyor ve bağımlı bir ekonomik yapıya sahip. Söz konusu durum, askeri, ekonomik, istihbari, bürokratik olarak iki ayrı yönetime denk düşüyor. KYB ve KDP gibi feodal aşiretçiliğe dayalı partiler bölgeyi yönetiyor. Petrol ve gümrük gelirlerinin dışında ekonomik gelir ve üretimin söz konusu olmadığı bölgede halk peşmergelik (askerlik) veya memurluk dışında düzenli bir mesleğe ve gelire sahip değil.
Bu tabloda azınlıktaki feodal egemenlik ve esasta da Barzani ailesi zenginleşirken halk 2015’ten bu yana giderek yoksullaşıyor. Maaşın tek seçenek olduğu mevcut gerçeklikte halkın yozlaşma ve yolsuzluğa karşı eyleme geçmesinden daha normal ne olabilir? Beşikçi’nin ve KDP’nin burada buluştuğu ortak payda; eylemleri dışarıdan gelen (Rojava’dan) halkın ve PKK’nin örgütlediği yönünde. Bu söylemler ve ifadeler TC’nin de dönem dönem gelişen halk hareketlerine dönük ifade ettiği “dış müdahale”, “dış mihraklar” söylemlerine çok benzer. Çünkü eylemlerden hemen sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Mesrur Barzani, halk isyanından PKK ve Rojava’dan gelenleri sorumlu tuttu, ABD’den Rojava sınırına asker koymasını ve SDG’ye yaptığı askeri yardımları kesmesini istedi. Kuşkusuz bu çağrı ve talep KDP’nin yeni edindiği pozisyonun bir sonucu değil tarihsel arka plana sahip bir olgunun sonucudur. TC’nin adına “çözüm” dediği PKK’yi tasfiye sürecinin silahlı çatışmaya evrilmesinin ardından Irak Kürdistanı; TC için “çöktürme planı”nın stratejik bir sahası haline geldi. Zaten uzunca bir sürece yayılan askeri olarak üslenme durumu, ekonomik ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesiyle de birlikte üst bir boyuta taşındı. İstihbari-askeri ilişkiler derinleştirildi, gerilla güçlerine ağır kayıplar verdiren somut iş birliğine dönüşen bir tablo ortaya çıktı.
Tüm bu tablo içerisinde halk mevcut feodal hanedanlığın yozlaşmış yönetimine karşı isyanını eyleme dönüştürürken KDP için sorunu PKK ve dış mihraklarda aramak kendi çıkarlarına denk düşen bir yerde duruyor. Beşikçi de yazısında tüm bu yolsuzlukları, yozlaşmayı ve halkın yoksulluk çığlığını “kazanımları koruma” adına yönetime “utangaçça” öğütlerle geçiştiriyor. Eylemlerle ilgili ise “Aralık 2020 başından beri Süleymaniye’de ve Süleymaniye’nin ilçelerinde, ‘maaş istiyoruz’ adı altında gösteriler yapılmaktadır. Parti binaları, özellikle KDP’nin binaları yakılmaktadır. Seyid Sadiq, Piremegrun, Tekiye, Xurmal, Pencwîn, Raperîn, Germiyan gibi alanlarda, PKK/KCK’nin provokatör güç olarak çalıştığı gözlenmektedir. Bazı alanlarda KDP binalarının yakılması, Süleymaniye asayişinin gözü ününde cereyan etmiştir. Maaş gösterilerinin yapıldığı alanın Süleymaniye değil, Bağdat olması gerektiği besbellidir.” ifadeleri Beşikçi’nin derdinin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu gözler önüne seriyor. Değil PKK başka bir politik aktörün söz konusu meşru talepler etrafında kitleleri eyleme sevk etmesi provokasyon mudur Beşikçi’ye göre? Ya da 2011 ve 2017’deki isyanları da mı PKK provoke ederek organize etmişti? Beşikçi için bu soruların pek de bir önemi yok çünkü o “kazanımların korunması” sözlerinin tılsımında karşıt her hareketi, eylemi veya halkın çürümüş yönetime dönük her itirazını provokatif ilan edecek bir ruh halinde. Bu ruh hali Beşikçi’yi o denli kuşatmış ki kendi söyledikleriyle çelişir bir duruma gelmiş.
Birçok noktadan Hewler’i (KDP) temsiliyetin merkezi olarak ele alırken -ki Irak Kürdistanı’nda böylesi bir merkezi yapıdan bahsetmek mümkün değil- maaşlar temelinde harekete geçen halka ise Bağdat’ı adres gösteriyor. Maaş sorununun başladığı ilk günden beri Bağdat’la teması sürdüren ve son olarak bütçe konusunda yapılan anlaşmayı kabul eden kimdir? Özerk Bölgesel Yönetim olarak Irak Kürdistanı’nda çıkarılan petrolün 250 bin varilini ve gümrük kapılarından elde edilen gelirlerin yüzde 50’sini merkezi hükümete aktaracak olan kimdir? Bunun karşılığında merkezi bütçenin yüzde 12’sinin Kürdistan bölgesine verilmesine onay veren kimdir? Elbette ki halk bunun muhatabı olarak Hewler’i alacak ve tepkisini ona yöneltecektir. Bu soruların da diğer sorular gibi Beşikçi’nin umurunda olmadığı açık.
Beşikçi aynı yazısında PKK’yi “Şengal’de Haşdi Şabi ile ortaklık, iş birliği içinde Şengal’i Kürdistan’dan uzaklaştırma çabasında” olmakla suçluyor. PKK’nin Haşdi Şabi ve benzer aktörlerle kurduğu ilişkiler tehlikeli sonuçlar yaratabilir, Haşdi Şabi bölge gerici güçlerinden daha “ilerici” değildir kuşkusuz. Fakat Beşikçi’nin sözlerine “el insaf be hoca” denilmeden de geçilemiyor. Ezîdxan yurdu Şengal DAİŞ tarafından istila edilip Şengal halkına yeni fermanlar uygulanırken savunmayı bırakıp kaçan KDP peşmergesini görmezden gelip Şengal’de direnmeye gelen ve Şengal halkıyla direnerek bedel ödeyen PKK’yi suçlamanın elle tutulur hiçbir yanı yoktur. Peki Beşikçi bunları bilmiyor mu? Elbette ki biliyor fakat o bugünle ve ‘an’la o kadar haşır neşir ki geçmiş ve tarih ona sadece nostalji olarak geliyor!
İsmail Beşikçi’nin bir dönem özellikle Kürt ulusal sorununda bilimsel çalışmalarda bulunmuş ve bu noktada katkılar sunmuş aydın kimliği yerini bilimsel yöntem ve ele alıştan tamamen uzak bir kimliğe bırakmıştır. KDP’nin söylemlerine endeksli bir düşünce tarzı onu Irak Kürdistanı’ndan PKK’yi ve gerilla güçlerini kendi sözleriyle “(…) terk etmiyorsa, takibatla, idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalmalıdır” ifadelerine kadar götürmüştür. Peki PKK’nin I. Kürdistanı’ndan çıkmasını sadece KDP ve Beşikçi mi istiyor? TC’nin Hakurk’a uzanan işgali ve stratejik öneme koyduğu PKK’nin o bölgeden çıkarılmasının Beşikçi’nin talebiyle bir benzerliği yok mudur? Ya da “cezai yaptırım” denilen birakujî çağrısı Beşikçi’nin çok önemsediği Kürt çıkarlarından daha mı olumludur?
Beşikçi son yazısıyla, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin çürümüş yönetimine ve onun kendi sınıfsal çıkarlarını haklı temeldeki Kürt ulusalcılığının arkasına gizlemesine payanda olmuştur. Bunu o da “aydın” kimliğinin arkasına gizlenerek ve “Kürdistan için” sloganıyla payanda olmuştur. Beşikçi iyi bilmelidir ki bu tutumuyla Kürt ulusunun çıkarlarına değil TC’nin yeminli Kürt düşmanlığıyla başta Suriye ve Türkiye Kürdistanı’nda KUH’a yönelen “çöktürme planı”na su taşımaktadır. Kürt ulusal mücadelesinin ve ulusal çıkarların, kazanımların adresi Barzani ailesinin çıkarları değildir. Nasıl Efrin’in işgali Kürt ulusal kazanımlarına dönük bir saldırı ise gerilla güçlerinin Irak Kürdistanı’ndan çıkarılması da çıkarılmasının istenmesi de kazanımlara saldırıdır.