Ülkemiz derelerinin, ormanlarının, dağlarının emperyalist tekellere ve komprador burjuvaziye peşkeş çekilmesi sonucunda talan edilen doğamız alarm vermeye devam ediyor. Özellikle büyükşehirlerde birkaç aylık su kaldığı belirtilirken, bu sorunun özünün egemenlerin kâr hırsı olduğu gözden kaçırılıyor. Kuraklık ve su sorunu üzerine “Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu” gönüllüsü aynı zamanda HDK Ekoloji Meclisi Üyesi Koray Türkay ile bir röportaj gerçekleştirdik.
YENİ DEMOKRASİ- Kuraklık, boşalan barajlar, susuzluk bir sonuç olsa da buna yol açan sebepler nelerdir? Hangi politikaların sonucudur?
KORAY TÜRKAY- Küresel iklim değişikliğinin dünya üzerindeki etkisi her geçen gün artıyor. O nedenle ilk olarak dünya üzerindeki etkilerine bakmak gerekiyor. Karbondioksit yani karbon salımı hiç olmadığı kadar insan eliyle atmosfere bırakıldı. Bunun sonucunda da bir ısınma ile karşı karşıya kalındı. Bu ısınmanın en önemli etkilerinden birisi buzulların erimesi. Buzullar aslında dünyanın klimasıdır. Yeryüzünde canlıların yaşanabilir bir sıcaklığa kavuşmasının en önemli aracı. Bu buzullar dünyaya gelen güneş ışınlarını yansıtarak güneşin yüksek ısısının yüzeye hapsolmasını engelliyor. Fakat buzullar eridikçe güneş ışınları yansıma aynalarından geriye gitmiyorlar ve direk yeryüzüne hapsoluyorlar. Ve her geçen gün buzulların erimesi hızlandıkça küresel ısınma dediğimiz sıcaklık ortalaması da buna bağlı olarak artıyor.
Sıcaklık artışları bu hızla giderse kimilerine göre 10-12 yıl arasında, kimilerine göre 30 yıl kimilerine göre ise 50 yıl ama aslında maksimum önümüzdeki 100 yıl içerisinde Grönland tamamen yok olacak. Durdurulamaz ise önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde Miami, Şangay, Manhattan hatta New York gibi şehirlerin sular altında kalma tehlikesi var. Bir yandan kuraklık diyoruz bir yandan da sular altında kalmaktan bahsediyoruz. Bu durum insanlarda “bu nasıl bir çelişki” sorusunu doğal olarak oluşturuyor. Ama öyle değil! Kıyı şehirler sular altında kalırken iç kısımlar ise büyük bir kuraklık ile karşı karşıya kalacak. Ancak bu kuraklığı ortaya çıkartan yegane şey elbetteki buzulların erimesi değil. Sistem buzulların erimesine neden olan karbon salınımının önüne geçmediği için ve yağmur ormanlarını kapitalist modernitenin ihtiyaçları, sınırsız üretim-tüketim azgınlığı çerçevesinde yok ettiği için.
Yağmurların yüzeye düşmesini sağlayan yağmur ormanlarından her geçen gün mahrum olmamızdan kaynaklı tabi ki bir kuraklıkla karşı karşıya kalacağız-kalıyoruz. Yağışların azaldığını söylüyordu birçok bilim insanı ve ekolojistler. Bu insanlar, “büyümenin gelişmenin önünde engeller, çekemeyenler” olarak suçlandılar.
Türkiye bu durumdan payına düşeni alıyor ve çok daha fazlasını alacak. Örneğin: 3. havalimanı ve 3. köprü inşaatında 13 milyon ağacı kestiler. Geldiğimiz noktada o zamanlar 13 milyon ağacın kesilmesi içi talimat veren Erdoğan bu gün çıkıyor ve diyor ki: “Susuzlukla karşı karşıyayız. Acil önlemler almamız gerekiyor.” Buradan da bir başarı hikayesi yazacak muhtemelen.
Ağaçların yağmurun yüzeye düşmesi ile ilgili şöyle bir görevi var: Yapraklarda su buharını biriktirir ve gökyüzüne ulaşmasını sağlar ve gökyüzünde yağmur bulutları oluşturur. Orman yoksa yağmur da yok. İznik Gölü’nün suları çekildi son bir ayda. Van Gölü’nde mikrobiyalitler var ve bu biyalitleri görebilmeniz için onlarca metre dalış yapmanız gerekiyor ancak gelinen aşamada bunların üzerine basıyoruz! Türkiye’nin Maldivleri denilen Salda Gölü’nde adacıklar oluşmaya başladı. Ormanları kestiğimiz için göllerimiz kuruyor. Fosil yakıt ile çalışan arabalara binmekten vaz geçmediğimiz için atmosfere karbon salımı gerçekleşiyor ve buzullar eriyor. Tüketim çılgınlığına son verilmedikçe bu kuraklığı yaşayacağız. Kıyı şehirler sular altında kalacak ve büyük göçler olacak. Yıllar önce Paris’te yapılan 1,5 derecede sabitleme anlaşmasına imza atan hiçbir ülke kendi ülkesinde yürürlüğe koymadı. Zaten Paris Anlaşması’nın bir yaptırımı yok. Yaptırımı olmayan bir anlaşma Kapitalist modernite iktidarlarına ve burjuva iktidarlarında nasıl sağlanabilir ki? Paris Anlaşması’ndan medet ummak çoktan geçti. Tehlike o kadar büyük ki! Düşünün on bin yıldır Larsen buzulu orada duruyordu. Yüz ölçümü Kıbrıs’ın 3/2 büyüklüğünde olan bu buzul son on yıl içerisinde kırılmalarla birlikte 2017’de koptu ve eridi büyük bir kısmı. Antarktika’da son 30 yılda kaybolan buzul miktarı Türkiye’nin üç katı büyüklüğünde! 2 milyon kilometre kare ediyor. Felaketin daha anlaşılır olması bakımından şöyle söyleyeyim: Dört milyon yıldır dünya son yüz yıldaki kadar ısınmadı. Hedeflenen sıcaklık 1,5 derece iken biz 4 dereceye doğru koşuyoruz.
YENİ DEMOKRASİ- Türkiye su kaynakları bakımından zengin bir ülke olmasına rağmen kuraklığın eşiğine geldi. Bunun doğayı çölleştiren, kuraklığa yol açan rant projeleri ile ilişkisi ne olabilir?
KORAY TÜRKAY- Türkiye su kaynakları bakımından zengin bir ülke doğru. Fakat hem küresel ısınmayla birlikte hem de bu ülkedeki ekolojiye dair iktidarın hunharca savaş açmasından ötürü kuraklığın en hızlı bir şekilde tesirini ve yansımasını göreceği ülkelerin başında geliyor. Muhtemelen önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde Arabistan çölleri ile karşılaşacağız. Konya, Kayseri, Yozgat yani İç Anadolu Bölgesi böyle bir coğrafi görüntüyle karşı karşıya kalacak. Bu aşamaya gelindiğinde geri dönüşü çok zor bir süreç başlayacak.
Kuraklığa neden olan rant projelerine gelince. Türkiye’de orman katliamı hız kesmiyor. Bakın sadece Kaz Dağları’nda altın çıkartmak için 370 bin ağaç kesildi. Sadece Kaz Dağları Kirazlı bölgesinde kesilmesi planlanan bir buçuk milyon ağaç var! Bin üç yüz altmış dört tane firmaya İda Yarımadası’nda maden arama ruhsatı verilmiş. Bu şu demek: Türkiye’nin akciğeri olan bölgede bir tane ağaç bırakmamak! Bu iktidar şirketlere ruhsat vermiş. Demiş ki: “Gidin oradaki ağaçları kesin ve yerin altında ne kadar cevher varsa çıkartın.” Böyle bir çılgınlık dünyanın neresinde var bilmiyorum. 17. yüzyılda Güney Amerika Kıtası beyazlar tarafından işgal edildiğinde hayal edemeyeceğimiz düzeyde bir saldırı ile karşılaşır. Düşünün ki 17. yüzyılda ekoloji bilimcinin hiç olmadığı bir dönemdeki doğa saldırısı ile eş değer bir saldırı ile karşı karşıya Türkiye. Türkiye’nin her yerinden HES’lerle, JES’lerle şirketler nehirleri kurutuyorlar.
YENİ DEMOKRASİ- Tüm bu tablo karşısında su politikasının nasıl olması gerektiğini kısaca özetler misiniz?
KORAY TÜRKAY- Bakın şu an doğa, buzulların dilinden kapitalizmi en yüksek perdeden reddeden kesim oldu. “Kapitalist modernite varsa ben yokum” diyor adeta. Biraz önce de dediğim gibi ihtiyaca göre tüketimin ve üretimin planlandığı ekonomi politik çerçevede yaşam anlayışının ortaya konulması gerekir. Çünkü sorun son derece büyük ve özü politiktir. O nedenle de iktidar perspektifinde ele alınmalıdır. Kapitalizmin yıkılması gerekir. Kapitalizmin yıkılması için ise susuz kalan halkın bu susuzluğun nereden kaynaklandığını söyleyenlere kulak kabartmalıdır.