Türkiye topraklarında uzun süreli halk savaşımızın deneyim ve derslerle dolu çok önemli 48 yıllını tamamlıyoruz. Kaypakkaya yoldaş Türkiye devriminin niteliğini, yol ve yöntemini ortaya koyduğu günden bu yana sürdürülen bugün de kimi çevrelerce daha sık dillendirilen “uzun süreli halk savaşı stratejisi” ve “gerilla savaşının döneminin kapandığı” eleştirileri Nubar, Rosa, Özgür, Asmin ve Deniz yoldaşların şehit düşmesiyle bir kez daha tartışılır hale getirilmiştir. Bu çevrelerin savaştan uzak; kolay ve hızlı yoldan devrim hayallerinin alt metinlerini oluşturma, zorlu ve ağır bedellerle dolu bir savaşı göze almaktan kaçınma anlayışlarına malzeme yaptıkları bu süreçte neden uzun süreli halk savaşı stratejisi, neden gerilla savaşı sorularına dair bakış açımızı her seferinde anlatmaktan kaçınmamak ve saflarımızda bu gibi anlayışların yeşermesine izin vermemek bir yanda dururken daha temel olan halk kitleleri içerisinde yeşertilmeye çalışılan reformist eğilim ve anlayışlarla mücadele önümüzdeki görevlerin başında durmakta.
Başkan Mao “Niçin Uzun Süreli Halk Savaşı” sorusunu sorarak şu belirlemelerde bulunmuştur. “Doğru yanıt” “temel karşıtlıkların tümü ele alınarak bulunabilir” demiştir. “Örneğin, biz yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olduğumuz halde düşman güçlü bir emperyalist devlettir demekle yetinirsek, milli kölelik teorisine saplanma tehlikesiyle karşı karşıyayız demektir” diyerek Mao yoldaş, niçin uzun süreli bir halk savaşının kaçınılmaz olduğunu açıklamıştır. “Çünkü” demektedir Mao “ne teoride ne de pratikte hiçbir mücadele, sadece güçlü olanın karşısına zayıf olanı koymakla uzun süreli olur.” “Bir mücadele, sadece küçük olanın karşısına büyük olanı çıkarmakla, gerici olanın karşısına ilerici olanı çıkarmakla ya da çok yardımın karşısına az yardımı koymakla da uzun süreli olmaz.” “…Vardığımız sonucu, her iki tarafı etkileyen bütün etkenlerin karşılıklı ilişkilerinden çıkarıyoruz. Düşman güçlü, biz ise zayıfız ve köleleşme tehlikesi vardır. Ama başka açılardan, düşmanın zaafları, bizim üstünlüklerimiz vardır. Bizim çabamızla düşmanın üstünlükleri azaltılabilir ve zaafları artırılabilir.” Burada bizim üstünde duracağımız temel konu Mao’nun bizim durumumuzu ve düşmanın durumunu değiştirecek temel etken olarak belirlediği “bizim çabamız”a odaklanalım.
Doğru sorular sorulduğunda sonuçlar nesnel gerçeklere uygun çıkarıldığında halk köleliği kabul etmeyecektir, savaş çabuk kazanılmayacaktır. Mevcut düzen içerisinde dönüşümü ve değişimi isteyen bu anlamda sistemle uzlaşmayı savunanlar zayıfken, eşit duruma gelmeyi ve nihayetinde üstün olmayı anlayamamakta ve halk savaşı için en azından eşit bir askeri ve ekonomik güce sahip olunması gerektiğini düşünecek bu olmadığı için de başarının gelmeyeceği sonucuna varacaklardır. Bu bakış açısı “‘her şeyi silahlar belirler’ teorisidir.” Burada görülen sadece silahlardır ve düşmanın teknolojik vb. üstünlükleridir. Biz ise yalnız silahları değil insanları da görüyoruz. “Silah, savaşta önemli bir unsurdur ama belirleyici unsur değildir; belirleyici olan eşya değil, insandır. Güç denemesi yalnız bir askeri ve ekonomik mücadele değil aynı zamanda insan gücünün ve moralinin mücadelesidir. Askeri ve ekonomik güç zorunlu olarak insanlar tarafından kullanılır.” Mao kolay yoldan devrim arayanlara şunu söylemiştir; “bunların düşüncelerini uygulamaya kalksaydık, kaçınılmaz olarak kafamızı duvara toslardık. Ya da belki de düşüncelerini uygulamak amacını gütmüyor ve sırf zevk için ileri geri konuşuyorlar. Ama önünde sonunda Bay Gerçek gelip bu gevezelerin başından aşağı bir kova soğuk suyu boca edecek ve onların, işleri kolay tarafından halletmek isteyen, kendilerini zora sokmadan parsayı toplamak niyetinde olan bir sürü gevezeden başka bir olmadıklarını gösterecektir.” Bu bölümü Mao yoldaşın şu sözleriyle tamamlayalım; “Savaşı kısaltmak isteyenlerin, kendi gücümüzü artırmak ve düşmanın gücünü azaltmak için çok çalışmaktan başka çıkar yolu yoktur.”
YIKALIM, YARATALIM, KURALIM!
Zafer istemek, zaferi koşullayan tüm etkenleri bilmeyi, bu etkenlere uygun şartları sebatla, büyük bir emekle yerine getirmeyi gerektirir. Bu şartlar yerine getirildiğinde düşmanın üstünlükleri yerle yeksan olurken, bizim üstünlüklerimiz var olacağı nesnel zemini bulmuş demektir. Burada temel mesele “Bizim çabamız”dır. Bizim çabamız düşünsel olarak öznel bir durumdur. Onu somut kılan ise pratik yani eylemimizdir. Burada birkaç önemli meseleye değinmek gerekiyor. Devrimi nasıl, kiminle yapacağız. Devrimi silahlı ve kitleyle yani ezilen halk yığınlarıyla yapacağız. Burada yine Başkan Mao’dan yardım alalım; “bütün ülke halkının seferber edilmesi, düşmanın içinde boğulacağı koca bir deniz yaratacak, silah ve öbür konulardaki zayıflığımızı giderecek koşulları sağlayacak ve savaştaki her güçlüğü alt etmenin ön koşullarını yaratacaktır.” (Seçme Eserler, Cilt II, s, 160) Mao yoldaş zafer isteyip siyasi seferberliği reddetmeye ya da siyasi seferberliğin gereğini yerine getirmemeyi “arabayı kuzeye sürerek güneye gitmek” olarak tarif etmiştir.
Yaygın, çok yönlü ve geniş çapta bir siyasi seferberlik olmadan halk savaşımız kazanılamaz. Mao, Japonya’ya karşı savaştan önce dört başı mamur siyasi bir seferberlik olmadığını bunun yenilgiye yol açtığını açıklarken, halkın büyük çoğunluğunun savaş haberlerini düşman uçaklarından atılan düşman mermileri ve bombalarından alıyordu, demişti. Mao yoldaş bu durumu şöyle yorumlamıştı; “gerçi bu da bir seferberlikti, kendi çabamızla yapılan bir şey değildi.” “Bugün bile diyor” Mao Japon işgali döneminden bahsederek “top seslerinin ötesinde kalan uzak yörelerde yaşayan halk, her zamanki sakin yaşantısını sürdürmektedir.” “BU DURUM MUTLAKA DEĞİŞMELİDİR.” “Düşmanın güçlü olduğu”, “gerilla savaşı döneminin kapandığı”, “silahlı mücadele döneminin bittiği” teorilerinin çeşitli söylemlerle dillendirildiği siyasi kuşatmanın altında bir hamle daha kaybetmemeliyiz, düşmanı yere çalmak için siyasi seferberliği sonuna kadar kullanmalıyız. Savaşın siyasi hedefi patron ağa devletini yıkarak eşitliğin ve özgürlüğün hüküm süreceği halk iktidarını kurmaktır. Nihai hedeflerimiz bunun parçası olarak kavranmalı ve anlatılmalıdır. O zaman halka ve kadrolarımıza siyasi seferberlik kapsamında yoğunlaşacağı ana odaklar açık ve kesin şekilde açıklanmalıdır. Siyasi seferberlik kadroların yetkinleştirilmesinden halk kitlelerinin örgütlenmesine çok yönlü bir içeriğe sahip olması sebebiyle politikada yetkinlik çok daha önemli bir boyut kazanacaktır. Öncelikle kadrolarımız siyasi seferberliğin amacını yüksek düzeyde kavramalı kendini bu hedeflerin başarılmasında merkezde bulmalıdır. Mao bu durumu “savaşta insanın dinamik rolü” olarak açıklamıştır. Koşullar ve şartlar olanak ve olanaksızlıklar, avantaj ve dezavantajlar, zaaflar ve üstünlükler, teknolojik gelişmeler ve gerilikler ne olursa olsun “her şeyi yapacak olan gene insandır” demektedir. Tarihi değiştirme ve gerçeğe hükmetme kabiliyetimizin gelişmesi için nesnel gerçeklerden yola çıkacak düşünceler, ilkeler ve görüşler bularak ilerleyecek, bunları uygulamada planlar, talimatlar, siyasetler, stratejiler ve taktikler öne sürebilecek insanlara ihtiyaç vardır. Bugünün temel görevi ve “Bizim çabamız”ın ana odaklanacağı yer ihtiyaç duyulan insanı bulmak, yıkmak, yaratmak, ve kurmaktır. Proleter devrimcilerin anın tarihsel görevi burada somutlaşmaktadır. Doğada ve yaşamda her canlı ve cansız maddenin; dağın, taşın, havanın suyun, kurdun kuşun hepsinin devrim mücadelemizde bir rolü olmuştur/olacaktır. Ancak “bilinçli bir dinamik rol oynamak insanlara özgü bir niteliktir” özetle siyasi seferberliğin başlangıç noktası biziz, kendimizden, hareketimizden, örgütlülüğümüzden, kurumlarımızdan, kurullarımızdan başlayacağız. Siyasi seferberlik kendimizden başlayarak halk yığınlarına doğru genişletilmeli savaştan habersiz sakin yaşamını sürdüren tek bir halk evladı bırakılmamalıdır. Bu siyasi seferberlikte çalışma tarzımız ne olmalıdır; “gözlerimiz kapalı serçe tutmaya çalışmaktan” ya da “el yordamıyla balık tutmaya çalışan bir kör” gibi hareket etmekten vaz geçmeli proleter devrimci kişinin özenliliğinde, ayrıntıcı ve yaratıcılığında, sorgulayıcı ve üretkenliğinde mahir olmalıyız. Kendi isteklerimizden değil her koşulda nesnel gerçeklikten yola çıkmalı nesnel gerçekliğin değişmesine bağlı siyasetimizi yönlendirmeli halk kitlelerini bu bilinçle örgütlemeliyiz. Bu “oku hedefe gönderme tutumudur.” Bu tutumdan hiçbir koşul altında taviz verilmemelidir.
KÖR BIÇAK, KAN ÇIKARMAZ!
Somut durumun somut tahlilini yaptığımızda öznel koşulları nesnel gerçekliğe uygun hale getirme sorunuyla karşı karşıya olduğumuz hemen anlaşılacaktır. Öznel koşulları biz oluştururken nesnel koşulları devrimin olanakları oluşturmaktadır. Devrimin olanakları mevcuttur. Halk yığınlarının devrim ihtiyacı en yakıcı haliyle kendini göstermektedir. Devrimin nesnel koşullarının olduğu açık ve berraktır. Düşman kuvvetlerin ise büyük bir krizde olduğu bu krizden çıkmak için çırpındığı aşikardır. O halde bu olanakları gerçek kılma rolümüzü oynayalım. Somut durumu bilmeyi Mao “dünyayı bilmek” olarak tarif eder; siyasette ustalaşmayı ise “dünyayı değiştirmek” olarak açıklar. Dünyanın durumunu biliyoruz. Değiştirme ise elimizde.
Tüm düşünme ve yapma eylemimizi devrimi gerçekleştirmeye adadığımızda karşımıza devrimi tek başımıza ya da bir kısım dinamik unsurla başaramayacağımız hemen anlaşılacaktır. Devrim kitlelerin eseri olacaktır. İnsanın dinamik rolünü de burada arayacağız ve bulacağız. Bugün dinamik rolümüz halk kitlelerinin yıkıcı, yapıcı ve yaratıcı gücünü açığa çıkarmada kullanmalı kendimizden başladığımız değiştirme seferberliğini kitlelerin durumunu değiştirme eşliğinde sürdürmeliyiz. Bölük pörçük inceleme yöntemlerinden, gelişi güzel genel belirlemelerden, vaz geçmeli halk yığınları denizinde devrimin olanaklarını aramalıyız. Burada kitle çalışmalarında ortaya çıkan bazı sorunlu yaklaşımlarımızı açmak da faydalı olacaktır. “kitleler korkuyor”, “çağırsak da gelmez ki”, “tartıştık ama anlamıyorlar”, “anlattık ama dinlemiyorlar”, “verdik ama istemiyorlar”, “hayatlarından gayet memnunlar”, “bunlar kitle değil kütle”, “ tartışmaya gerek yok kabul etmezler” vb. türevlerinde kitlelerin rolünü kavramayan, kendi devrimci niteliğini görmeyen anlayışlara karşı tavizsiz kitle çalışmalarına yoğunlaşalım. Bu anlayışın yanı sıra kitlelere rehber olmayı genel çağrılarla sınırlandıran çalışma tarzıyla aramıza devrimci mesafeler koyalım. Kitlerle doğrudan ilişkiyi esas alırken onların sorunlarında somutlaşan siyaseti üretme ve kitleleri bu siyaset etrafında örgütleyen bir anlayışla hareket edelim. En doğru siyaset dahi halk yığınları tarafından sahiplenilmiyorsa, kitleler bakımından bir karşılığı yoksa başarıya ulaşmamış demektir.
O zaman bugünün acil görevleri genel hatlarıyla somutlayalım, biz işçiyiz, bizim gibi aynı sınıftan gelenlerle birleşmeliyiz, biz köylüyüz bizim gibilerle birleşmeliyiz, biz öğrenciyiz onların yaşamında olmalı, onların yaşamından öğrenmeli, onların yaşamlarını örgütlemeliyiz. Biz kadınız bir ıstırap denizinde boğulmaya çalışıyoruz. O zaman örgütlenmeliyiz. İşçileri, köylüleri, gençleri, kadınları, küçük esnafı, garsonu, kuryeyi, aşçıyı, marangozu, fırıncıyı, tezgahtarı, sağlıkçıyı, şoförü, temizlikçiyi, hasta bakıcıyı, ortacıyı, ütücüyü, teknikeri ve diğerlerini siyasi seferberlikle örgütleyelim. Hepsinin sistemle çok büyük sorunları var yaşamlarının değişmesinin örgütlenmelerine bağlı olduğunu onlara açık ve anlaşılır bir dille anlatalım, anlayacaklarından ve sistemi yıkmak için ellerinden geleni yapacaklarından şüphe etmeyelim. Bu bilinçle bulunduğumuz her alanda bütün bu kesimleri, işçi, esnaf, kadın, gençlik, köylü komisyonları (artık adına ne dersek diyelim) kurarak birleştirelim. Kendi sorunlarının çözümünü kendi elleriyle yaratmalarını sağlayacak önderlik görevimizi yerine getirelim. Oluşturduğumuz küçük birlikleri daha büyük birliklerin çıkış noktası haline getirelim. Daha geniş, büyük birlikler kuralım. Var olduğumuz ve zaten çalıştığımız fabrikada, mahallede, yörede, kentte, sokakta ve zaten var olan okur, ilişki, kitle, militan, taraftarlarımızı geliştirelim, yetinmeyelim yoldaşlar yeni mahalleler, sokaklar, kentler, fabrikalar, ilişkiler, taraftarlar, kitleler yaratalım. Unutmayalım kör bıçak kan çıkarmaz siyasette ustalaşmakta eksikliklerimize yönelelim, keskinleşelim.