Türkiye’nin uzun süredir içerisinde bulunduğu ekonomik kriz, peşi sıra politik ve sosyal krizleri de doğurmakta ve şiddetini arttırmaktadır. Faşizmin hem içte hem de dışta yaşadığı politik çıkmaz ve saldırganlık da var olan krizleri derinleştirmekte ve krizi krizle yönetme yaklaşımı ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte sürekli kriz ortamının bazı zorunlu sonuçları olmaktadır. Bunlardan biri de sistem içi gerici kliklerin birbiri arasındaki çelişkilerin büyümesi, çeşitlenmesi ve olabildiğince keskinleşmesidir. Dünyada ve bölgedeki genel krizden, emperyalistlerin kendi aralarındaki çıkar çekişmelerinden, bölgedeki egemenlik mücadelesinden bağımsız değildir bu çatışma. Geçmişte iktidar ortağı olan ve faşist devletin birçok biriminde kurumsallaşan “FETÖ”cüler ile çatışmaya dönen çekişmeler “FETÖ”cüleri adeta nefessiz bırakan bir tasfiye ile sonuçlanmıştır. Bu çekişme sadece AKP ve “FETÖ”cü çevre arasında değildir. Aynı zamanda tarihsel olarak faşizmin temsilciliği hususunda köklü rakibi olarak CHP ve kendisine henüz yedekleyemediği diğer sistem içi klikler ile de gittikçe kızışan bir çarpışma içerisinde oldukları da görülmektedir. Özellikle CHP çevresi ile 15 Temmuz sonrası ayyuka çıkan gerilim, milletvekillerinin ve bazı eski CHP’lilerin tutuklanması ve haklarında çıkarılan fezlekeler ile dozunu arttırmaktadır. Krizin derinleşmesine paralel klik çatışmasının da aynı paralelde seyretmesi bir vakadır.
Kriz koşullarının gerici egemen sınıflar açısından birçok tehlikesi bulunmaktadır. Bu tehlikelerin en önemlisi halk kitlelerinin derinleşen çelişkilerine paralel olarak devlete yönelmesidir. Kitlelerin bu kriz dönemlerinde sistemle olan çelişkilerinin derinleşmesi ve görünür hale gelmesi, egemenler için tehlikenin en büyüğüdür. Bu sebeple sistem faşizmi en barbar biçimiyle sahaya sürerek en demokratik eylem ve talepleri dahi ezmeye çalışır. Böylesi süreçlerde kendi sistem içi çatışmalarında dahi şiddetli bir biçimde saldırıya girişir, egemen klik iktidarını sarsacak her türlü hareketin nefesini kesmeye yönelir. Zira küçülen pasta onun paylaşılmasına dair politik hesapları derinleştirir, halk kitlelerinin memnuniyetsizliğini kliklerin yönetme arzusu aynı zamanda birbirinin kuyusunu daha açıktan kazmaya zemin hazırlar.
Bu şiddetli kriz ortamında AKP egemen kliği demokrasinin ufak kırıntılarını dahi çekmeceye kaldırarak, kendisine yönelebilecek her muhalif unsuru var gücüyle ezme yönelimi geliştirmiştir. Bu bağlamda iç klik çatışmasında sertleşme, klikler arası mücadelede zayıflatma ve mümkünse yakın olanı yutma ve sindirme, diğer kliği bölme ve parçalama çabası boyut kazanır. Türk hakim sınıflarının ortak yönelimi ve bu yönelime uygun olan politik argümanlara yaslanma çabası ortaktır. Adeta bu yönelimden beslenen ve ona dayanarak güç oluşturmaya çalışan keskin bir mücadele söz konusudur. O da dış politikada bölgedeki emperyalizm uşağı diğer devletlerle gerginlik ve çatışma alanı yaratma pahasına politik hakimiyet mücadelesi, iç politikada da ekonomik kriz ve politik çıkmazın getirdiği öfkeyi “vatan savunusu”, “dış güçlerin saldırıları” argümanları ekseninde şoven bir cephe oluşturarak yönetme yoludur. Bugün AKP-MHP bloğu halka sürekli olarak medya dahil tüm araçlarıyla sokağa kadar şovenizm pompalayarak öfkeyle kaynayan kitleleri etkisizleştirmek için uğraşırken hem de sürekli bir düşmanlık ve hamaset yaratarak dikkatleri “dış mihraklara” çekmeye ve kendisine yönelen öfkeyi dağıtmaya çalışmaktadır.
Öyle ki tablo TC’nin tüm dünya tarafından saldırıya uğradığı, mevcut iktidarın bu saldırılara karşı direndiği ve herkesin mevcut iktidarın kanatları altında “vatan savunusuna katılmaları gerektiği” propagandası; bu koşullara itiraz eden, politikaları desteklemeyen herkesin hangi çevreden olduğu fark etmeksizin “terörist” olarak damgalanması gibi alışılmış bir duruma dönüşmüştür. Bu biçimiyle tüm çelişkilerinde esas aldığı saldırganlık tutumuyla kendi sistem içi klik çatışmalarında dahi bu argümanları rahatlıkla kullanır hale gelmiştir.
KLİKLER ARASI, İTTİFAKLAR ARASI KÖRÜKLENEN MÜCADELE, BÖLÜNME VE TASFİYELER
Bugün AKP içerisinde dahi bu klikleşme söz konusu olmakta ve yer yer iç tasfiyeyle sonuçlanmaktadır. Kriz ve sorunlar o denli büyük ki “mutlak güç” olarak görülen Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ı bile tasfiyesine olanak vermektedir. Ki bu tasfiyeyle krizin, iç çatışmanın ne boyutta olduğunu, AKP-MHP ortaklığındaki uyumsuzluğun her an bir kopuşa yol açabilecek ve geleceği belirsiz kılan bir niteliğe sahip olduğunu göstermektedir. AKP içerisinden de son dönemde mevcut iktidara muhalif birçok kesim çıkmış, krizin derinleşmesine paralel olarak söylemlerini daha yüksek tonda dile getirmeye ve eleştirilerini daha sertleştirmeye başlamışlardır. Kriz döneminin sert koşullarını ve bu koşulların halkta yarattığı öfkeyi arkalarına almaya çalışan bu kesimler gerici çekişmelerini gerilim hattında tutmaya devam etmektedirler.
AKP-MHP ortaklığı mevcut şoven cepheyi güçlendirerek kriz koşullarını ve politik çıkmazlarını içte hafifletmeye çalışırken bu cephenin dışında kalan şoven kesimlere dahi aynı biçimde saldırmaktadır. Bunlar içindeki iç klik mücadelesini derinleştirecek, ittifak politikasının daralmasını sağlayacak girişimler durmak bilmemektedir. Muharrem İnce’nin çıkışına dair AKP-MHP medyasının lojistik desteği, İYİP içindeki çatışmaların ana politik gündem haline gelmesi bunun açık göstergeleridir. CHP ve Saadet Partisi ile yaşanan çekişmeler, Babacan ve Davutoğlu ile yaşanan gerilimler de bunun bir parçasıdır. Gerektiğinde bu kesimlerin muhalif girişimlerine de aynı saldırganlıkla cevap verileceğinin sinyali verilmektedir. Bu kutuplaşma sistem içerisinde öylesine bir hal almıştır ki, AKP-MHP ortaklığının ortak projesi ile hapisten çıkarılan mafya artığı Alaattin Çakıcı dahi, böylesi çekişmelerde kullanılmak üzere piyasaya sürülmüştür. Bu kişilerin açıktan politik tavır koymaları, ikinci büyük parti CHP liderine ölüm tehditleri savurmaları iktidarın çıkar ortaklığının aldığı karakteri gözler önüne sermekte ve bu klik bu söylemlere arka çıkarak kendine muhalif olan tüm kesimlere bir mesaj vermektedir. Bu mesaj gerektiğinde devletin tüm olanaklarının saldırmak için kullanılacağını; kendi norm, hukuk ve yasalarını da rahatlıkla hiçe sayacağını, resmi çeteleri olarak polis ve askerden sokak çetelerine kadar her grubu bu saldırılarda rahatlıkla hem diğer faşist kliklere hem de halk kitlelerinin üzerine saldırtacağını içermektedir.
Bununla birlikte CHP içerisinde olan ancak insan hakları çalışmaları yürüten sık sık eylem ve yürüyüşlere katılan bazı kişilerin kısa zamanda AKP’nin hedefine oturduğu, AKP’nin bazı CHP’li belediyelere ilişkin kayyum planlarını da çatışmanın boyutuna göre devreye girecek hamleler olarak görmek gerekir. MHP’nin geçtiğimiz günlerde “siyasi fosil” olarak adlandırdığı Babacan ise ağırlığını ekonominin oluşturduğu birçok konuda AKP-MHP ortaklığını hedef alarak eleştiriler yaptı. Kendisinin ve yakın arkadaşlarının geçmişte ekonomideki başarısızlıkları ve sorumluluklarının sık sık kendisine hatırlatılmasını ise aynı beceriksizlik ile geçiştirmektedir.
Bunun yanı sıra İYİP’de ise hangi kesimden yana tavır alınacağına dair derin tartışmalar söz konusudur. Bir taraftan kökeni ve hitap ettiği milliyetçi faşist kesim itibari ile AKP-MHP ortaklığına göz kırpmakta, diğer taraftan da kendisine daha geniş bir varlık zemini bulabileceği CHP ve Saadet Partisi’ne yakın durmaktadır. Ancak bu muğlak tutum İYİP içinde çatışmalara yol açmakta ve ihraçlarla sonuçlanmaktadır. Parti içerisindeki MHP kökenlilerin büyük çoğunluğu HDP ile medyada manipülatif bir biçimde birlikte görünebilecekleri kaygısıyla CHP ile de yakınlaşmaya temkinli durmaktadır. Fakat diğer siyasetlerden geçiş yapan kesimler ise AKP karşıtlığının yoğun bir biçimde işlenmesi için bu kesimlere yanaşma taraftarıdır.
ÇARE BULUNAMAYAN KRİZ VE UŞAKLIK YEMİNLERİ İLE ARANAN ÇÖZÜM
AKP ise bir yandan hız kesmeden tüm kesimlere yönelik saldırılarını sürdürürken diğer taraftan da aldatıcı “reform” paketleri ve vaatleri ile biriken öfkeyi kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Aralık ayında yapılacak AB Liderler Zirvesi öncesi yeniden reform ve AB ile müzakerelere dönmeye yönelik açıklamalar yapılmaya başlanmıştır. Erdoğan geçtiğimiz günlerde geçmişte AB’ye yönelik sarf ettiği tüm meydan okumaları unutmuş olacak ki, “Kendi geleceğimizi AB’den ayrı görmüyoruz, biz AB’ye aitiz.” açıklamalarına sarılmıştır. Yapılacak olan AB Liderler Zirvesi’nde “yaptırım kararlarının” görüşülecek olması TC’yi telaşlandırmış ve yakın zamanda Doğu Akdeniz misyonunun tamamlanarak Oruç Reis gemisinin geri çekileceğini, ekonomi ve yargıda reform paketlerinin yürürlüğe gireceği açıklanmıştır. Bunun yanı sıra Arınç ve Kalın’ın Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın yargı süreçlerine atıfta bulunmaları; iç politikada gerilim hattında bulunan kitleler ve devlet arasındaki çelişkilerin yumuşatılmasına yönelik aldatmacalar olarak yorumlanabilir. Pandemi süreci ekonomik sosyal ve siyasal krizleri derinleştirirken, devlet ise biriken öfkeyi kontrol etme telaşına girmiştir. Bunun yanı sıra AB tarafından yapılan yaptırım tehditlerini de savuşturmayı hedeflemektedir.
Kriz koşullarının ağırlaşmasının doğrudan bir sonucu olarak bu çekişmelerin de daha şiddetli bir hal alacağını görmek mümkündür.
Sistem içi gerici klikler dönemsel olarak bu kriz atmosferinin kitlelere getirdiği gerginlik ve öfkeyi de arkasına almaya çalışarak, halk kitlelerinin öfke ve yıkıcılığının devrimcileşerek tüm sisteme yönelmesini engellemeye çalışmaktadırlar. Diğer yandan ise kitleleri kendine yedekleyerek kendi sistem içi çatışmalarında koz ve araç olarak kullanmaktadır. Ağır pandemi ve kriz koşullarının halkın sırtına bindiği, açlık ve yoksulluğun her geçen gün kendisini daha da hissettirdiği ve egemenlerin göz yumduğu bu koşullar kitlelerde biriken bir öfkeye ve sisteme yönelik öfkeye sebep olmaktadır. Bunun farkında olan ise sadece devrimci ve demokrat kesimler değildir. Gerici-faşist klikler bu öfkeyi hem sistem içine çekerek devrimci yıkıcılığını engellemeye hem de kendi gerici çıkarları ve hesapları için bir kaldıraç olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Kitleler nezdinde bu politikaları teşhir etmek, tüm bu sorunların tek sorumlusu olan sistemi ortadan kaldıracak devrimci mücadelede örgütlemek, bütün gerici sınıfların en büyük ortaklığının ve paydalarının halk düşmanlığı olduğunu teşhir ederek tüm gericiliği hedef almak tek çıkar yoldur.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 26 Kasım 2020 tarihli 75. sayısından alınmıştır.