Kovid-19 salgınının ikinci dalgası hızla yayılırken pandemi sürecinin önceki safhasındaki gibi peşi sıra kısıtlamalar, sokağa çıkma yasakları, gösteri ve yürüyüşlerin askıya alınması gibi uygulamalar hayata geçirilmeye başlandı. Kısıtlamaların uygulanmaya başlandığı ülkelerden biri olan Fransa’da Bakanlar Kurulu 10 Temmuz’da sona erdirilen OHAL sürecini tekrar hayata geçirdi. Aynı zamanda 4 hafta boyunca sürecek ve 8 büyük kenti kapsayacak şekilde 21.00-07.00 saatleri arası sokağa çıkma yasağı ilan etti.
FRANSA’DA SARI YELEKLİLER VE SOKAK KORKUSU
Son dönemde sık sık hak gaspları ve buna karşın halk hareketleri ile gündeme gelen Fransa’da OHAL süreci pandeminin devlet için bir “fırsat”tan başka bir anlam ifade etmemektedir. Son yılların en geniş çaplı halk hareketlerinden olan “Sarı Yelekliler” Fransa’daki çürümüş sistemin işçi sınıfı ve ezilenlere yönelik hak gasplarına karşı günlerce sokakları tutmuş ve Fransız egemenlerine oldukça kuvvetli bir cevap vermiştir. Fransız devleti açısından bu hareketin örgütlü bir devrimci harekete dönüşmesi bir kâbus olmaya başlamış ve bu kâbus onu hızlı bir biçimde sert önlemler almaya itmiştir. Sözde demokrasi bir anda polis coplarının arkasına çekilmiş ve devlet bütün aygıtlarıyla sarı yeleklilere karşı bir saldırı furyası başlatmıştır. Sürecin aynı zamanda pandemi sürecine denk gelmiş olması, egemen sınıflar açısından sokakları kitlemenin meşru bir zemini olmuş, OHAL uygulamaları ile demokratik gösterilere dahi saldırma olanağı kendilerince yaratılmıştır. Sokağa çıkma uygulamasındaki samimiyetsizlikleri ve aslında neyi hedefledikleri ortadadır. Bir taraftan milyonlarca işçi ve emekçiyi en sağlıksız koşullarda çalışmaya mecbur bırakırken, sağlık haklarını göz ardı ederek ölüm ve açlık seçeneğinden başka hiçbir seçenek tanımazken diğer yandan “OHAL” ve “sokağa çıkma yasağı” ilan edilmesi esasta neyin hedeflendiğini ortaya koymaktadır. Bu pandemi süreci bir taraftan kapitalizmin en vahşi ve saldırgan yüzünü ortaya çıkarmış, hiçbir koşulun onu sömürüden vazgeçiremeyeceğini ve her krizin kendisi için kazanca, sömürüye ve fırsata çevrilecek bir olanak olduğunu ayan beyan ortaya çıkarmıştır. Bu durumun ezilenler cephesinden görülmesini engellemek, görülse dahi bir karşı koyuşa dönüşmesini, örgütlü bir biçimde sistemin kendisine yönelmesini engellemek için “OHAL” gibi uygulamalara sarılmaktadırlar.
Halkın “nefes alırken dahi zorlanmasına” sadece pandemi değil kapitalist sistemin dünya genelinde içerisinde bulunduğu ekonomik kriz ve girdap da sebep olmaktadır. Tüm bu faktörler yaşam koşullarını oldukça zora sokmuş, halk bir taraftan pandemiye karşı, bir taraftan da ekonomik krize karşı hayatta kalma mücadelesi vermektedir.
ŞİLİ’DE HALK BARİKATLARDA
Geçtiğimiz yıl ekim ayında “ulaşım zamları” ile başlayan ve devletin genel politikalarına karşı bir başkaldırıya dönüşen “Şili eylemleri” 1. yılına girdi. Öğrencilerin turnikenden atlama eylemlerine polis saldırmış ve eylemler sokaklarda barikatlara taşmış, sistemin bütün eşitsizlik ve adaletsizliklerine karşı bir harekete dönüşmüştü. Dönem dönem düşük seyirler izlese de geçtiğimiz 11 Eylül’de Şili askeri faşist darbesinin yıldönümünde tekrar ivmelenen sokak eylemlerinde halk, yoğun bir biçimde tekrar polis saldırısına maruz kald. Bu saldırılara halk barikatlarda polisle çatışarak cevap vermişti. En son 18 Ekim’de Santiago Meydanı’nda toplanan kitleye polisin saldırması üzerine kitle tekrar direnişe geçip şehir merkezindeki iki kiliseyi ateşe vermişti. Şili halkı pandemiye rağmen devam eden devlet saldırılarına karşı direnmektedir. Sokaklarda hükümet karşıtı sloganlar yankılanırken Şili gerici sınıflarına çok net bir mesaj verilmekte ve egemenler de bu mesajı her zamanki gibi saldırarak karşılamaktadır.
Görüldüğü üzere her egemen sınıf kendi sınıfsal çıkarlarına göre konumlanmakta, bu konumlanış gereği halk sağlığı değil, sömürü ve baskının nasıl devam ettirileceği üzerine çaba harcamaktadırlar. Kimi ülkeler gelişebilecek kitle hareketlerine önceden ket vurabilmek veya var olan hareketleri sindirebilmek için “OHAL”, “Sokağa Çıkma Yasağı” gibi uygulamalara sarılmakta ve bunu sadece gösteri ve yürüyüşler olduğunda uygulamaktadır. Ancak söz konusu üretici güçler ve emekçiler olduğunda pandeminin tam ortasında savunmasız bir şekilde bırakılmaktadırlar.
Halk sağlığı elbette önemlidir ve halk sağlığını birincil derecede tehdit eden şey kapitalist-emperyalist sistemin ta kendisidir. Ve egemenlere karşı mücadele her durumda birincil planda olmak zorundadır. Fransa’da karşımıza çıkan tablo, birçok ülkede farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de de tüm eylem ve gösterilere pandemi bahane gösterilerek polis saldırısı gerçekleştirilmekte ancak sağlık hizmetlerine ulaşım alabildiğine zorlaşmakta, vaka sayıları dahi gizlenerek gerçek portrenin halk tarafından görülmesi engellenmektedir.
Halk hareketleri dünyanın birçok yerinde yöneten sınıflara korku salmaktadır. Bu korkunun esas sebebi sadece sokaklarda kitlelerin polisle çatışıyor olması değildir, aynı zamanda onun örgütlü bir güce dönüşerek sisteme yönelme potansiyelinin oluşudur. Gerici sistemlerin pandemiyle birlikte daha belirgin hale getirdiği gerçekliğine karşı halkın iktidarı isteme bilincini kuşanması asıl korkudur. Her ne kadar aktüel ve spesifik bir konu üzerinden ortaya çıksa da tüm bu eylemler nihayetinde tüm toplumsal ve ekonomik eşitsizliklere yönelmektedir. Şili’deki kitle hareketlerinden Fransa’daki “Sarı Yelekliler”e kadar her hareket bu karakteri taşımaktadır.
Her kriz emperyalist-kapitalist sistem için kullanılacak bir fırsattır ancak aynı zamanda kitlelerin sistemden kopuşu ve örgütlü mücadeleye yönelmesi için de birçok olanağı içinde barındırmaktadır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 29 Ekim 2020 tarihli 73. sayısından alınmıştır.