Emperyalist-kapitalist sistem 2008 krizinden sonra, nerede ise hiç krizden çıkamadı. Dünyayı sarıp sarmalayan pandemi, bu krizi daha ileri bir boyuta taşıdı. Elbette ki krizler emperyalist-kapitalist sistemin doğasında vardır. Dolayısıyla baştan, “emperyalist-kapitalist sistem yapısal bir kriz içerisinde” söylemi geliştirerek sanki bu krizlerle emperyalist-kapitalist sistem kendiliğinden yıkılacakmış yaklaşımını bir kenara bırakmalıyız. Bunun yanında yaşanan krizin özgünlüklerini ortaya çıkarıp sınıf mücadelesinin ezen-ezilen bağlamında ezenlerin kendi içinde ve ezilenlerin kendi içindeki sorunların ceryan etme biçimini analiz etmeliyiz. Buradan temsil ettiğimiz sınıf için ortaya çıkan zorlukları ve olanakları açığa çıkarmalıyız. Bunu yaşanan konjonktür içinde yapmanın zorlukları büyüktür. Çünkü görüngülerle arkasındaki gerçeklik çoğunlukla aynı olmaz, aralarında bir özdeşlik yoktur. İşte burada sınıfsal bakış açısı, temel referans noktalarına sahip olmak devrimci isabetli analizler yapmasının önünü açmaktadır.
Türkiye’nin yaşadığı kriz her geçen gün yeni girdilerle derinleşiyor. Ekonomik, siyasal, dış politika vs. krizleri iç içe geçip sarmal halinde büyüyor. Siyasal iktidar içeride-dışarıda yalnızlaştıkça saldırganlaşıyor. Kriz boyutlandıkça başka krizler yaratıyor.
TC, D. Akdeniz’de Yunanistan’ın arkasındaki güçleri savaş-bedel ödeme vs. ile geriletip onunla baş başa kalmanın hesabını yapıyor. Ama bunları yaparken yarı-sömürge bir devlet olma gerçekliğini unutuyor, ki bu konularda, son tahlilde, söylemlerin değil sosyo-ekonomik gerçekliğin ve parametrelerin belirleyici olacağı bilimsel bir gerçekliktir. Emperyalistler, Libya’da TC’nin blöfünü görüp, onun anladığı dilden konuşarak, silah göstererek hamlelerini durdurdular. Yerleşmeyi düşündükleri havaalanı bombalandı. Kimin bombaladığını bile “açığa çıkaramadılar.” Şimdi de Libya’da yaptıklarının bir benzerini D. Akdeniz’de deniyorlar.
Yaşanan süreç açısından şu saptamayı yapmalıyız; Emperyalist kapitalistlerin dünya ölçeğinde ve bölgesel düzlemde “hegemonya” ve rejim krizlerinin, emperyalist-kapitalist sistemin dünya genelinde yaşadığı ekonomik kriz hâli, salgının yıkıcı etkileri ile bir araya gelince haksız savaşların, başka anlatımla, yarı-sömürge, kapitalist ve emperyalist ülkeler arasındaki savaş ve rekabetin çıkma olasılığı dünden daha güçlüdür.
Doğu Akdeniz’deki paylaşım mücadelesinin daha fazla kızışma ve sertleşmesi olası gelişmeler arasındadır. Erdoğan’ın temsil ettiği klik bu duruma hazırlanıyor. Bu klik için dış politikada yapılan her şey iç politika için oldukça önemli. Dış politikadaki gelişmeleri ve hamlelerini iç politikada ezilenlerin ve işçi sınıfının üzerinde daha fazla baskı oluşturma ve kendi burjuva muhalefetini bastırıp, kendi saflarını tahkim etmede etkin bir biçimde kullanıyor. İçeride ise tıpkı dışarıda olduğu gibi yalnızlaşmış durumda. Yaptıkları hamleleri devlet politikası yani tüm hakim sınıf kliklerinin ortak çıkarı olduğu söylemi de tutmuyor. Muhtemel, ortağına da nereye kadar güveneceğini bilmiyor, ona güvenme noktasında şüpheleri olduğu anlaşılıyor. Bahçeli ipleri eline almış durumda. Sık sık, erken seçim olmayacak diyerek muhalefete değil, Erdoğan’a ipin elinde olduğu hatırlatmasını yapıyor. Türk komprador burjuvazisinin bölgesel çıkarlarını, “en iyi ben yönetirim”i kanıtlayarak iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Fakat yaptığı her şey işleri daha çok içinden çıkılmaz bir hâle getiriyor. Komprador burjuvazinin özellikle Ortadoğu ülkeleri ile yaptığı ticareti büyük darbe aldı. Bunun esas sebebi tabi ki bağlı oldukları emperyalistlerin bölge politikalarıyken diğer yandan Erdoğan’ın beceriksizlikleri, yanlış bazı politikaları da o bölgeden aldıkları bazı kırıntıları kaybetmelerine neden olduğu ortada. Komprador Türk burjuvazisinin kriz dönemlerini güçlü siyasi liderlikle aşma politikası da bunlardan dolayı aşınıyor. Bu politikayı revize etme eğilimlerinin geliştiğini de görmekteyiz. Faşizmin daha fazla merkezileşmesi siyasal-ekonomik alandaki ilerleyişi, aldığı politik kararlar dönüp onları daha fazla vurmaya başladı. Geçmişte bunları tolere edebiliyorlardı ama her geçen gün büyüyen ekonomik kriz buradaki seçenekleri tüketme eğilimine soktu.
Muhalefetteki son gelişmeler de bunların tezahürüdür. Muhalefetin, pratikte bir “muhalefet” yapmayarak, iktidarı kendi kendine çökme haline bırakma politikasını uygularken yeni burjuva iktidar bölüşümünün politik-örgütsel hazırlığına giriştikleri ve bu alanda daha şimdiden oluşacak yeni iktidardan en büyük payı almaya çalıştıkları görülmektedir. Medyada yaşanan gelişmeler, kurulan yeni haber kanalları, muhalefetin seçim sürecine hazırlandığını ve mevzi tutmaya çalıştıklarını gösteriyor.
Demirtaş-Akşener polemiği de bu bağlamda dikkat çekicidir. Sistemin de yeniden düzenlenmesi (reorganizasyonu) gerektiği üzerine hemfikir olan komprador burjuvazinin birliği; Kürt halkının ulus bilincinin ciddi bir gelişme gösterdiğini ve artık geleceklerini Türklerle birlikte düşünmediklerini, buna da AKP’nin yanlış politikalarının sebep olduğu tespitini yapıyorlar. Bu tespitten yola çıkıp Kürtleri tekrardan “kazanma” politikası adı altında bir yönelime giriyorlar. Bunu, Kürt seçmenlerin oylarını iktidara gelmek için manivela olarak kullanma şeklinde de okuyabiliriz. Özü, Türk komprador burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda Kürt hareketine “ayar verme”, pasifleştirme, düzen içine çekme hamlesidir.
Bahse konu olan taraflardan birisi için bunları söylerken diğer tarafta Selahattin Demirtaş’ta somutlaşan Kürt burjuvazisinin düzen siyasetinden medet uman, liberal burjuva ideolojiyi rehber edinmiş kesimini görmekteyiz. Siyasal süreçleri sınıfsal-toplumsal kesimlerin ihtiyaç ve taleplerinden bağımsız bir şeymiş gibi ele alıyor. Meseleleri basitleştirip, bireysel siyasetçiler arası ilişkilere indiriyor. Bu da kitleleri edilgen, yönetilmesi gereken bir topluluk olarak gören burjuva anlayışın dışa vurumu. Politikayı siyasetçiler –ki bunlar düzen siyasetçileri- arası bir kulis faaliyeti olarak görüyor, bu, nereden bakarsak bakalım burjuva bir anlayıştır.
Bizler açısından esas tehlikeli olarak görülen, S. Demirtaş şahsında bir kesimin, Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesiyle, büyük bedeller ödeyerek yarattığı değerlere yaslanarak burjuva siyaset alanında liberal ideoloji ekseninde bir yer edinme uğraşıdır. Ne yazık ki liberal düşünceler, liberalizmle zehirlenmiş, devrimci çevrelerde coşkuyla karşılanmaktadır. Reformistler zaten tutarlı bir demokrasi mücadelesi olarak görüp peşine coşkuyla sevinçle takılmaktadırlar. Bu ideolojik bakışla Demirtaş’ın burjuva siyaset alanında yer edinmeye çalışması burjuva “demokratik bir hak” olarak değerlendirilebilir. Bunun, başta Kürt ezilenleri olmak üzere bir bütün ezilenlerin ve işçi sınıfının çıkarına hizmet etmediği ortadadır. Diğer tarafından Kürt halkını düzen içine çekmede CHP’den daha etkili olacağı ortadadır.
Kaotik bir süreçten geçmekteyiz, burjuva siyaset alanının perde arkasında kimi pazarlıkların, kirli ilişkilerin vb. döndüğü muhakkak. Fakat şu görülmeli ki ekonomik kriz ve salgın sürecinin yıkıcı etkileri bütün hesapları bozabilir. G-20 toplantısında, emperyalist-kapitalizm pandemide ne olursa olsun üretime (sömürüye) devam kararı almıştır. Bunun başta işçi sınıfı olmak üzere bir bütün emekçiler için yıkıcı sonuçları olacaktır. Üretim süreçlerine yeni düzenlemeler, zorla çalıştırılma, “kapalı devre” çalışma biçimleri getirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Ayrıca siyasal baskı ve zoru hiç olmadığı kadar yükselterek, virüsle mücadeleyi polise-askere havale ediyorlar. Polis, sokaklarda “kurallara uymayan” insan avına çıkıyor. Medya da bunları köpürterek sorumluluğu halka yıkıp iktidarı, devleti ve sistemi aklamaya çalışıyor. Gerçekleri gizleyen bakanın popülaritesi bir anda yok oldu. Sistemin insani hiçbir yanı olmadığı bütün kurumları ile birlikte çürüdüğü, salgın sürecinde adeta kör gözlere bile görünür oldu. Burjuva hümanizminin halkı kandırma ideolojisi olduğunun altı bir kez daha çizildi. Sisteme ve onun kurumlarına ciddi bir tepki birikimi ve güvensizlik var. Bu tepki kendini ifade edemeyen, etmekte güçlük-zorluk çeken kesimlerde birikiyor. Erdoğan karşıtlığı zirve yaptığı gibi muhalefete de güvensizlik zirve yapmış durumda. Yani düzenden bir kesimin kopuşu yaşanıyor. Elbette ki devrimci bir politika ve önderlikle bu kopuş devrimci mücadeleye kanalize edilmezse yine dönüp gideceği yer sistem olacaktır, bununla birlikte çürüme halk içinde de derinleşecektir.
Küresel ekonomik krizin faturası önce bağımlı, yarı-sömürge, yarı-feodal ülke halklarına sonra emperyalist-kapitalist ülkelerin işçi sınıfına ve ezilenlerine yıkılmak istenecektir, ki genelde krizlerin faturası bu hiyerarşiye göre dağıtılır. Ama bunun yapılması için öncelikli şart emperyalist-kapitalist sistemde hegemonya düzeninin sağlam olması, emperyalist-kapitalistlerin çıkarlarına göre düzenlenmiş kurumların işler olması ve krizin kontrolünün emperyalistlerde olması gerekir. İçinden geçmekte olduğumuz kriz halinin çok yönlülüğü; büyük emperyalist güçleri de anaforun merkezine doğru çekmesi, kontrolü kaybetmelerine yol açıyor. Emperyalist-kapitalist düzenin istikrar ve denetimi böylece ellerinden kaçıyor. Bu durum, düzenleyici bir gücün olmaması, paylaşım (hem krizin faturası hem de hakimiyet boşluğunun nasıl ve kimlerce, ne oranda doldurulacağının paylaşımı) krize ve çatışmalara yol açıyor. Doğu Akdeniz’de çekişmelerin bu şekilde ilerlemesi, Libya’daki durum vs. hep bu bakışla okunmalıdır. BM, NATO gibi emperyalist kurumlar, AB, etkinliğini yitirdi. Kurum olarak da ilerleyemiyorlar, her kafadan bir ses çıkıyor. Sadece emperyalist kurumlar değil, her bir emperyalist-kapitalist güç de kendi içinde benzer rejim krizlerini yaşıyor. Bu durum emperyalist-kapitalist sistemin çürümüşlüğünün dışa vurumu, açıkça görünür olması halidir.
İşçi sınıfı sık sık değişik coğrafyalarda isyan ve direnişlere kalkışsalar da önderlik yetersizliği veya yokluğu isyan ve direnişlerin kendiliğindenliğin ötesine geçmesini engelliyor. Kitleler için her yerde hemen hemen aynı ihtiyaç var. Devrimci programa sahip önderlik! Sınıf mücadelesinin hakim düzeni ve devleti, bu nedenle, yeterince sarsamaması devleti daha saldırgan yapıyor. Bu da neoliberalizmin krizine, neoliberalizmin dozunu yükselterek çözüm aramalarına sebep oluyor.
Kriz hâli emperyalist kapitalist sistemi ve onların yerel unsurlarını, kompradorlarını, sistemin yeniden düzenlemeye zorluyor. Türkiye de bunun karşılığı olarak kendini oluşturmaya çalışıyor. Dünya ölçeğinde bir hâl almış olan sağcı faşist liderlikler gitmemek için her yolu deniyorlar. Türkiye açısından bu süreç daha sancılı olabilir. Hakim klikler arasındaki bu çatışmadan halk fazlası ile zarar görecek, etkilenecektir. Böylesi kaotik bir ortamda güçlü durmanın önemli olduğu ileri sürülüp, gücü de ekonomik güçle değil hamasette arayacaklardır. Erdoğan, seçimleri erteleme, bir vesile yaratıp sıkıyönetim ilan etme, komşularla kontrollü bir çatışma ve savaş haline kadar her yolu deniyor. Savaşta öncelikle iç cepheyi tahkim etmek lazım diyerek başta halk muhalefeti ve Kürtlere azgınca saldırılar yapılırken kendi burjuva muhalefetini de “savaş halinde itirazlar vatan hainliğidir” diyerek köşeye sıkıştırmaya çalışacaktır. Halk muhalefetinin tüm hücrelerine kadar ezilmek isteneceği, en basit kırıntı demokratik hakların ortadan kaldırılacağı bir süreç yaşanmaktadır. Komprador burjuvazinin bir kesiminin iktidara karşı halk muhalefetini, Kürtleri yedeğine alma istemi de başka bir saldırı olarak okunmalıdır. Halk güçleri şimdiden tüm hesaplarını bu olasılıkları göz önüne alarak yapmak zorundadır. Ortaya devasa olanaklar çıkmaktadır, bunlar görülmeli ve bunlar üzerinde yürünmelidir.
Burjuva kuvvetler ayrılığının terk edilip kuvvetler birliğini esas alan, faşist merkezileşme sistemine geçilmesi yani tüm yetkinin sarayda toplanması sistemi tıkayan bir faktöre dönüşmüştür. Bu sorunu bu iktidarın çözmesi de imkansızdır. Komprador burjuvazinin merkezileşmesi devlet organlarının hızlıca müdahale etmesine zor aygıtlarının profesyonelleştirilip, burjuva devlet mekanizmasının mükemmelleştirilmesine itirazı yoktur. İtirazı kuvvetler birliğinedir, güçler ayrılığına ihtiyaç duyuyor ki bunun özü, burjuva kliklerin kendi aralarındaki çizgilerin, “hukukun” belli olması anlamına gelir. Komprador kapitalist merkezileşmeye itirazı olmayan komprador kliğin bundan dolayı “düzeltilmiş parlamenter sistem” önerisi de aslında ikisinin birliğini ifade etmektedir. Bunun için de sistemi bir şekilde revizyona sokmak istiyorlar. Devrimciler için bunun da sömürü ve faşist düzenin yeniden tahkim edilmesinden öte bir anlamı olamaz. Bazı devrimci çevrelerin burjuva kuvvetler ayrılığını savunmaları, güçler birliğine geçilmesini rejim değişikliği olarak görmeleri liberal, burjuva, demokratik bir sapma olarak okunmalıdır.
Bu süreçte yaşanan bu tıkanma kaos halinde hakim sınıflar halkın gerçek sorunlarını görünmez kılmak için çokça suni gündem yaratacağına şimdiden işaret etmeliyiz.
Halk güçleri, devrimci ve komünistler sistemin bu halini iyi okuyup buna göre konum geliştirme yeteneğini gösterebilmelidir. Ciddi bir baskı faşizmin gemi azıya alma sürecinin yaşanmaya başladığı ortada. Bu durum görülmeli buna özgü mücadele hattı ve biçimi geliştirilmelidir. Temel hedefe, halkın biriken öfkesini örgütleme, bunun için halkın temel ve baş çelişkilerini çözecek devrimci politikalar oluşturma konmalıdır. Süreçte belirleyici olan, doğru politik çizgi ve önderlik olacaktır.