bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirse de bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünkü ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda bir şey var
bizi onduran bir şey
acıya saran
umudu kuşatan
Arkadaş Z. Özger
Eylül 2020 ve Ekim 2020. Tam bir aylık zaman dilimi. Acının en derini, en sarsıcısı, en yıkıcısı ve en yapıcısı yaşandı bu bir ay içinde. Ölümlerin en zamansızları bir birini kovalıyor. Her kayıp bizim açımızdan zamansız, erkendir. Ancak içinden geçilen süreç, tarihsel şartlar, öznel ve nesnel durum, ihtiyaçlar ve gereksinimler kimi kayıpların zamansız olmasına çarpan etkisi yaratır. Yani “zamansızdı gidiş” klişesi geçerlidir her daim ama bazı durumlarda ruhuna, tenine dokunur burun direğin kırılacak gibi sızlar, gözlerden akan yaş engellenemez, gözlere gelmeyen yaşın içerde bir sel olmasına mani olunamaz. Yine bazı durum ve koşullarda böylesi kayıplar, tarihsel ağırlığı ile kendini hissettirirken, kimi durumda ise politik ve konjonktürel ağırlığı ile kapımıza dayanır. Kimi kayıplar ise o andaki örgütsel ihtiyaçlarla tüm ağırlığını çökertir üstümüze.
Büyük acılar vardır yoldaş kayıplarında. Çok büyük acılar. Sağaltmayı beceremediğimiz, paylaşarak azaltamadığımız, konuşarak çözemediğimiz, enerjimizi atacak meşgale bularak yorgun düşüremediğimiz acılar. Bu acıların derinliği tüylerimizi diken diken eder, büyüklüğü tepeden tırnağa irkilmemize neden olur. Yarattığı boşluk korkunç bir anlam yitimine sebep olur. Ve acıyı azaltacak olan zamana sığınırız. Ancak oda geçmek bilmez, sanki asılı kalır. Ama bu duyguyla baş edebilecek kazanılmış, biriktirilmiş yeteneğimiz hemen yanı başımızda boy verir. “Acı duygusu, buna ilişkin net ve kesin bir tablo oluşturduğumuz an, acı olmaktan çıkar.” Acıları acı olmaktan çıkarmak savaş yürüten kurmay parti için bir tutumdur, bir yazgıdır.
Acı artık acı olmaktan çıkmalıdır. Önce komünist önder Nubarımızın ve Rosamızın acısına, sonra Komutanımız Özgürümüz ve Asminimizin acısına gark olduk. Henüz acıyı yaşarken buna ilişkin tablo oluşturmaya başladık. Kavganın töresiydi, zamansızdı ama töreydi, kanundu, kuraldı. Savaş tutunma savaşıydı. Saldırı büyük ve kapsamlıydı. Tercihler keskin bir irade ve süreç okumasıyla yapılmıştı. Konumlanış aynı irade ve tercihle belirlenmişti. Süreç tasfiyeci karakterdeydi. İktidar perspektifli yaklaşımlar aşındırılıyordu. Barışçıllık ve düzeniçilik kutsanıyordu. Parlamentarizm kurtuluşun reçetesi haline getiriliyordu. Silahlı mücadele maceracılık ve talebe işi muamelesine maruz kalıyordu. Sınıf ayrımları silikleştirilmişti. Politik-ideolojik düzeyde iddiasızlık bir virüs olmuştu. Virüs salgına dönmüş ve herkesi ideolojik-politik olarak can çekişir hale getirmişti.
Tablo net ve berraktı! İktidar perspektifini kuşanmak, iddiasızlığa hançer darbeleri vurmak, savaşın can damarı gerilla mücadelesini sürdürmek, parça parça iktidar perspektifiyle Halk Savaşı’na sadık kalmak, proletaryanın sınıf çıkarlarını belirgin ve keskin hatlarla açığa çıkarmak, düşmanın içerde ve dışarda oluşturduğu saldırganlığın ve krizin mayaladığı çelişkileri tarihsel perspektiften kavramak ve konumlanmak, proleter devrimciliği kuşanmak, tutunma savaşı ile savaşı yükseltme iradesi göstermek ve güçlü parti örgütleri yaratmak. Bu tablo ve bunun kavranışı Nubar başta olmak üzere Özgür, Asmin ve Rosa’da tereddütsüz ve keskin şekilde vardı. Bunu kavradığımız, bunun gerekliliklerine uygun bir yönelim ve hat belirlediğimiz noktada acımız acı olmaktan çıkmaya başlayacaktı.
Peki acı neye evrilir. Kişi, hizmet edeceği bir davaya kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar sağlam ve güçlü gerçekleştirir. İşte acının evrildiği noktalardan birisi budur. Davaya adanmış dört kahraman, dört kendini unutmuş ve proletaryanın çıkarına odaklanmış, varlığını o çıkarlarda gerçekleştirmiş yoldaş. Hissedilen acının keskinliği, tablo önümüze çıktığında kendini unutma ve davaya bağlanmanın donatılması olmaktadır.
ÖFKE, KİN VE UZLAŞMAZ KESKİNLİK. Acımızın evrildiği bir diğer yanda budur. Acıyı bal eyleyecek naiflikte, insancıllıkta demirlememiz olmazdı, ölümsüz yoldaşlarımızın silah elde tablonun sunduğu gerçeği kavrayışlarına yakışmaz ve bizi düşmana karşı donanımsız bırakırdı. Yaşadığımız acı kadar öfke, kin ve uzlaşmaz bir keskinlik içine girmemiz onlara yoldaş olmanın gereği olarak, tablonun bir parçası olarak karşımıza çıktı. Şimdi onu bilinçli bir kavrayışa çevirme ve büyük bir coşkuyla kabul etme zamanı.
Yoldaşlaşma süreçleri bazen çok sıkı bir kaynaşma koşulları yaratır. Süreç ve gelişmeler yoldaşlar arasında büyük çakışmalarla, garip tesadüflerle ilerleyen bir bağ ve ilişki yaratır. İşte Eylül ve Ekim ayı başında ki kayıplar, açıklanan isimler tarihin ilginç kesişme noktalarına işaret ediyor. Komutan Özgür, komünist önder Nubar’la Komsomol’da ilk örgütsel ilişkiyi kurup devamında onun önderlik ettiği komitede uzun yıllar birlikte çalıştı. Önderini çok iyi tanıyordu. Önderine geçmişten gelen köklü ve güçlü bir bağlılığı ve güveni vardı. Önderi Nubar ise Özgür’e her yönüyle hakimdi. Derin ve köklü bir yoldaşlık, sıkı bir duygusal bağ ve sürekli pekişerek büyüyen bir güven ilişkisi vardı. Komsomol’da ki ilişki gerilla alanında da devam etti. İkisi de yaşam ve mücadele sanatında ustalaşırken, gelişkin mizah duyguları ve olaylara mizahi yaklaşımlarıyla çok iyi öğrendikleri bir sihre sahiptiler. Yaşam karşısında öğrendikleri bu hileyi o kadar canlı, güçlü ve etkin kullanıyorlardı ki yaşam ve mücadele sanatında ustalaşmalarının da göstergesi oluyordu. Bu yoldaşlarında güven, enerji, coşku ve bitmeyen bir canlılık yaratma zeminiydi. Bu bağ onları adeta mükemmel bir ikili, iyi bir öğrenci öğretmen, duygudaşlığı ve yoldaşlığı pekiştiren bir elmanın iki yarısına çeviriyordu. Bu ortak payda, Halk Savaşına ve gerilla mücadelesine sağlam bir inanç, partiye aynı düzeyde sıkı bir bağlılık, parçalanması zor bir güven duygusuyla da pekiştiriyordu. Nubar ve Özgür önderleşerek pekişen, bir birini besleyerek ilerleyen ve uzun süre birlikte faaliyet yürütme tesadüfü ile anlamlı bir çakışmaya özne olan iki kahraman. İki gerçek dava adamı, iki sağlam komünist.
Rosa ve Asmin… çocukluk arkadaşları. Dava arkadaşları. Aynı partide yoldaşlaşmış iki militan… ve gerillaya taşınan birliktelik. Rosa ve Asmin aynı okulda birlikte faaliyete başlarlar. Dertlerini birlikte paylaşırlar, odalarını ve yataklarını ergen sohbetlerinde birbirlerine açarlar. İlk aşklarını birlikte konuşurlar. İlk sırlarının paydaşıdırlar. Acılarını, sevinçlerini, hüzünlerini, kahkahalarını ve yaşamın her anını bölüşürler. İlk dergi dağıtımını birlikte yaparlar, ilk eylemlerine birlikte giderler, ilk siyasi çalışmayı birlikte yaparlar. İlk gerilla hayalini birlikte kurarlar. Rosa, Asmin’in kulağına coşkuyla ve sevinçle “Ben sabahlara güneş olmaya gidiyorum. Kimse karanlığa uyanmasın diye..!!” fısıldadığında kısa süren ama heyecan verici bir ayrılığın haberi de verilmiştir. Asmin, bunu bilincine kazır. Rosa 2013’de sabahlara güneş olmaya gittiğinde Asmin’i bir yıl sonra yanında bulur. Şimdi birlikte TİKKO saflarında silah çatıp sabahlara güneş alma vaktidir. Rosa ve Asmin gerillanın genç neferleri, partinin elinde büyüyen iki yiğit kadın savaşçı. Düşmanın en yoğun saldırılarını ve gerillanın büyük kayıplarını yaşayarak, savaş ve parti kaçkınlarının hizip çalışmasını deneyimleyerek Halk Savaşı’nda ısrar, parti çizgisinde kararlılıkla mücadeleyi büyütmüş, kendilerini geliştirmiş ve ileri doğru hamleler yapmış iki devrimci yürek, iki genç kadın, iki yılmaz savaşçı. Ve gerçeğin ortasında kahramanlaşan iki parti militanı.
Ve tesadüfler, çakışmalar ve tarihin cilvesi devam eder. Eylül ve Ekim. İki kara ay, iki uğursuz periyot. Rosa ve önderi Nubar Eylül’ün başında ölümsüzleşir. Asmin ve komutanı Özgür, bir aylık ayrılığı belli ki uzun bulur. Tesadüfler ve çakışmalar kahredici bir şekilde ve ne Nubar ne Özgür ne Rosa ne de Asmin’in asla tahmin etmeyeceği ve istemeyeceği şekilde sürer. Ölümü kucaklama, aynı yerde kucaklamada da birleşirler. Sadece bir ay arayla.
“şimdi sizin uzanıp yattığınız otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek”
Özgür ve Asmin, Nubar ve Rosa’nın uzanıp yattığı otlarda kala kaldılar. Onların izinde, onların kararlılığında Ekim’i Eylül gibi karşıladılar. Yüreğimiz dört defa parçalandı, acımız dört kat arttı, dört kere kan ağladık, dört kere düştük, dört kere vurulduk, dört kere başımız kesildi. Dört kere öfkeyle dolduk, dört kere kinimizi bileyledik, dört kere uzlaşmazlığımızı keskinleştirdik, dört kere yeniden inançla donandık, dört kere davamızı sürdürme yemini ettik, dört kere partimize sarıldık, dört kere Halk Savaşının Zaferini haykırdık. Dört kere ölülerimizin hayat kokan nefesini duyumsadık. Dört kere acıyı hissedip tabloyu kavrayarak acıyı yendik. Tam dört kere… Şimdi dörtlerden boşalan mevziyi onlarla, yüzlerle doldurma görevi bizde. Şimdi kavganın süreceğine olan inanç ve kararlılığı dörtlerden daha güçlü haykırma zamanı.