Mao Zedung yoldaşın evrensel kurallarını ortaya koyduğu ve Kaypakkaya yoldaşın ülkenin sosyal-iktisadi-siyasal-toplumsal çelişkilerin analiziyle ülkemiz özgünlüğüne uyarladığı Halk Savaşı mücadelesi, devrimci savaşımızın ana rehberi ve yol güzergahıdır. Her devrim Mao Zedung yoldaşın belirttiği gibi “İktidarın silahlı kuvvetlerle ele geçirilmesi, sonucun savaşla alınması, devrimin baş ödevi ve en yüksek biçimidir. Bu Marksist-Leninist ilke, Çin için ve bütün öbür ülkeler için evrensellikle geçerlidir.” Devrimin dolayısıyla politik iktidarın savaşsız gerçekleşemeyeceği tüm devrimler için geçerlidir. Halk Savaşı, yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde bu devrimci iç savaşın sürecin başından sonuna kadar sürdürülmesini öngören bir sistematiğe, iç ilişkiler bütünlüğüne ve devrimci savaş stratejisi olma özelliğine sahiptir. Zira bizim gibi toplumlarda, sınıf mücadelesinin, toplumsal ilişkilerin ve bir dizi sosyal çelişkinin çözümünde şiddet ve zor aygıtı sürekli devrede olan bir gerçekliktir. Politik iktidar mücadelesinin sürdürülmesi, etkili olması ve kitleler karşısında sonuç elde etmesi için sürekliliği sağlanmalıdır. Halk Savaşı, devrimin başından sonuna kadar silahlı savaşım biçiminin belirleyici olduğu bir devrim stratejisidir. Bu savaşımda, iktidarın parça parça alınması esas meseledir. Silahlı düşmana karşı, halkın silahlı güçlerinin örgütlenmesi ve bir orduya kavuşturulması Halk Savaşı’nda belirleyici öğelerden biridir. Toplumsal, iktisadi ve sosyal yapının bunun oluşturulmasına elveren bir zemin vardır. Halk Savaşı, kırlardan şehre doğru savaşımı örgütleyen ve nihayetinde düşmanın merkez üsleri olan şehirlerin alınmasını hedefleyerek iktidar sürecini tamamlayan bir özelliğe sahiptir. Bu durum, kapitalist üretim ilişkilerini hâkim hale getirememiş, emperyalizme bağımlılığın ve feodal üretim ilişkilerinden kaynaklanan durumun sonucudur. Bütün toplumsal yapı yarı-feodal üretim ilişkilerinin pençesi altında, emperyalizme bağımlılığın getirdiği durumla sömürü çarklarının içindedir. Bu durum kitlelerin örgütlenmesi, demokratik haklarının kazanılması, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin ilerletilmesinde dahi “barışçıl” biçimlerin varlığına zemin oluşmasına sunulan olanakları olabildiğince sınırlamaktadır. Bu yüzden işçi sınıfı ve diğer halk kesimlerinin devrimci mücadelesi, silahlı biçimlere bürünmeksizin ayakta kalması mümkün olmayan, iktidar amaçlı devrim programını yürütmesi olanaklı olmayan bir gerçekliğe sahiptir. İşçi sınıfının ve halk kesimlerinin tüm mücadelesi, tüm seferberliği, hak kazanımları, barışçıl ya da barışçıl olmayan biçimdeki tüm hareketliliği-kalkışması-mücadelesi, illegal ya da legal örgütlenme biçimleri silahlı mücadeleden dayanak almak zorundadır. Buna dayanmayan bir sınıf mücadelesinin, devrimci çizginin kendini gerçekleştirmesi olanaklı değildir. Bu başından sonuna kadar yürüyen mücadele için geçerlidir. Buna göre örgütlenmeyen, çalışmaları yürütmeyen, şekillenmeyen işçi sınıfı ve halk kitleleri dayanaksız, korumasız ve düşmanın saldırılarına karşı başarısız olmaya mahkumdur. Bu anlamda Halk Savaşı’nın ruhu ve özü ülkemizde tüm devrim süreci boyunca silahlı mücadelenin örgütlenmesi, hâkim hale gelmesi, tüm çelişkilerin yönetilmesi ve yön vermesi ve iktidar odaklı bir şekillenişin yaratılması için zorunlu bir devrim stratejisidir.
Halk Savaşı uzun süreli, üç stratejik aşamayı kapsayan bütünlüklü, sistematik bir devrim stratejisidir. Halk Savaşı’nın zayıf, dağınık, örgütsüz ve iktidar organlarından soyutlanmış olan işçi sınıfı ve geniş halk yığınlarının, politik iktidarı elinde bulunduran örgütlü ve güçlü olan egemen güce karşı güç olmayı, iktidarı zapt etmeyi içeren bir muhtevası vardır. Bu gerekliliğe göre işçi sınıfı ve halk yığınlarını örgütlemeyi, seferber etmeyi, konumlandırmayı, mücadelesini en verimli ve etkili kılmayı içerir. Bunun silahlı biçimle yürütülmesini içeren karakteri buna uygun bir yapılanmayı gerektirir. Tam da bu noktada Halk Savaşı’nda, gerilla örgütlenmesiyle yürütülecek mücadele oldukça belirleyici düzeydedir. Mao Zedung yoldaş bu savaşa dair şunları ifade eder: “Silahlı düşmanı yenilgiye uğratmak ve kendi üslerimizi inşa etmek için geri kalmış, geniş ve yarı sömürge ülkede, uzun bir dönem için, halkın silahlı güçlerinin yürüteceği zorunlu ve dolayısıyla en iyi mücadele biçimidir…” Bu gerilla savaşının neden gerekli ve ihtiyaç olduğuna dair net ve kesin belirlemedir. Bu mücadele sınıf mücadelesinin deneyimleriyle gerçeklik olduğunu ispatlamış, ezilenlerin elinde etkili bir savaşım biçimi olduğunu göstermiştir.
Gerilla mücadelesi, parça parça uzun süreli bir savaşımla iktidarı alma mücadelesinde kilit roldedir. Zira iktidar alanları oluşturmak, inşa etmek için öncelikle yıkmak gerekmektedir. Gerilla mücadelesi, zayıf gücün üstün olana karşı kullandığı bir savaş aygıtı olmanın yanında aynı zamanda iktidar alanlarını inşa etmek için düşmanın otoritesini, egemenliğinin süreç içinde örgütlenmesiyle ve silahların eleştirel gücüyle dağıtılmasını hedeflemektedir. Bu mücadele, devrimin örgütlenmesinde bizim gibi ülkelerde başat mücadele biçimlerinden biridir. Ancak gerilla mücadelesi zayıf ve güçsüzlüğü, gelişme ve güce çevirmenin motorudur. Nihai savaş aracı değildir, nihai savaşın en önemli tamamlayan gücü olarak konumlanacaktır gerilla mücadelesi. Gerilla mücadelesi silahlı karşı-devrim güçlerine karşı zaferi kesinleştirmek için halkın ordusunun örgütlenmesinin çekirdeği o sürecin örgütlenmesinin en önemli ayağıdır. Yani iktidarı tümüyle zapt edecek bir araç değil parça parça iktidarı inşa etme, devrim cephesinin güçsüzlüğünü güce çevirme, düşmanla olan güç dengesini alt üst etmeyi içerir.
Gerilla mücadelesi temelde Köylü Gerilla Savaşı karakterindedir. Örgütlenme alanı kırlık bölgelere dayalıdır. Savaşı buradan örgütler, buradan yükseltir ve iktidar alanlarını burada inşa etmeye odaklanır. Ülkemizde köylük bölgelerin devrim mücadelesinde stratejik önemi iki nedene dayanır. Birincisi, tasfiye edilememiş feodal ilişkiler, feodal sömürü biçiminin köylüler ve onların üretim süreçlerinde hâlâ belirleyen bir özellik taşımasından kaynaklıdır. Bu durum devrimimizin temel gücünün, ana dayanak noktasının köylülük olmasını getirmektedir. Halk Savaşı ve gerilla mücadelesi bu yüzden bu alanlarda hızla örgütlenmeye, silahlı savaşımın en kuru alanları olmasına yatkındır. Bu aynı zamanda devrimci güçlerin ordulaşma ihtiyacına da en uygun koşulların varlığına işaret eder. Köylük bölgelerdeki nüfusun azalması, emperyalist merkezli politikalarla tarımdaki tasfiye süreci bu alanlardaki artan nüfusun kusulmasını beraberinde getirmektedir. Üretim ilişkilerinde bir tasfiye olmaksızın, köylerdeki nüfus azalması yarı-feodal ilişkilerin yeniden üretilmesini getirmektedir. Köylük bölgelerden gerçekleşen nüfus akışı, köylerle geniş kitlelerin ilişkisini zayıflatmakta ancak bu mülkiyet ve üretim ilişkilerinden bir kopuşu getirmemektedir. Sosyal-iktisadi ilişki, üretim ilişkileri açısından bir kopuş, başkalaşım değil şehirle-kır ilişkisinin iç içe geçmesi, nüfus dağılımının kesin çizgilerle kopuşmasını değil karmaşık ve karma hale gelmesini getirmektedir. Mülkiyet ilişkileri, sosyal ilişkiler açısından esaslı bir değişim ya da tasfiyeden bahsetmek mümkün olmamaktadır. Bu anlamda şehirde yığılan, köylük bölgelerde seyrelen nüfus savaşın ve özellikle Köylü Gerilla Savaşı’nın niteliğini değiştirmiyor. Tam tersine gerilla mücadelesinin etki düzeyini genişletiyor. Şehirlerdeki örgütlenmelerin önemini arttırıyor. Bu bağlamda korunarak kendini yeniden üreten yarı-feodal yapı gerçekliği, Köylü Gerilla Savaşı’nın temel dayanağı durumundadır. İkinci nokta ise emperyalizme bağımlı yapının getirdiği, kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde daha güçlü olmasıdır. Emperyalizmin yüksek kâr ve verimlilik, borçlandırma ve bağımlı yapıyı derinleştirme politikası büyük şehirlerin daha korunaklı hale getirilmesini, bu alanlarda düşman güçlerinin odaklanmasını ve daha güçlü hale gelmesini sağlamaktadır. Bunun yanında yarı-feodal yapının getirdiği sonuçlar şehirlerdeki üretim ilişkilerine, sömürü biçimine, örgütlenme düzeyine ve işçi sınıfının durumuna doğrudan yansımaktadır. Düşmanın güçlü olmasını sağlayan koşullar aynı zamanda devrimci sınıfların ve kitlelerin güçsüzlüğüne yol açmaktadır. “Bir ülkenin yarı-sömürge olması veya sömürge olması da şehirlerdeki kuvvet ilişkisini devrimin aleyhine olarak etkiler. Bu iki şart bir arada kırlık bölgelerin esas mücadele alanı olmasını “şehirlerin kırlardan kuşatılması” stratejisinin güdülmesini gerektirir. Feodalizmin giderek çözülmesi ve ona bağlı olarak köylü nüfusunun azalması halinde de bu strateji geçerliliğini korur. Çünkü yarı-sömürgelik (veya sömürgelik) şartları, büyük şehirlerde kuvvet ilişkisini karşı devrimin lehine değiştirmiştir.” (İ. Kaypakkaya) Bu durum hala geçerliliğini korumaktadır. Düşman sınıflar ve güçler, şehirlerdeki gücünü sürekli pekiştirmekte, yarı-feodal iktisadi yapının korunarak ve faşist sistemle işçi sınıfı ve diğer devrimci sınıfların buralarda nüfusu artmasına rağmen daha fazla güçlenmesine yol açmamaktadır. Kırlık bölgelerin ya da köylük alanların esas olması, büyük şehirlerin buradan yükselecek savaşla kuşatılması stratejisinin işte ikinci önemli dayanağı budur.
Burada hemen şunu belirtmeliyiz ki düşman; teknolojinin, üretimin, bilimin gelişmesine paralel olarak hem şehirlerde hem de kırlık bölgelerde gücünü ve olanaklarını arttırmaktadır. Özellikle Kürt Ulusal Hareketi’yle yürüttüğü savaşta kırlık bölgelere yönelik denetim, hakimiyet düne göre çok daha fazla ileridedir. Yine üretimin artması, meta dolaşımı ve pazar ihtiyacının yarattığı yeni ve gelişkin durum, bu alanlarda düşmanın iktisadi-politik-ideolojik etkisini genişletmektedir. Bu göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Ancak bu genel olarak düşmanın gelişkinlik düzeyiyle ilintilidir. Bu gelişmeler büyük şehirlerde çok çok daha ilerdedir. Bu anlamda bu gelişmeler kır ile kent arasındaki ilişkilerde ya da düşmanın savaş yürütme kabiliyeti açısından şehir ve kırdaki dengelerde bir değişime işaret etmemektedir. Bunlar düşmanın bütünlüklü savaşım, denetim ve etki gücünün arttırdığına kanıttır. Düşman düne göre daha güçlüdür. İktisadi gerçeklik açısından ise tam aksi bir durum söz konusudur. Düşman sınıfların kırlık bölgelerdeki çelişkileri azaltan değil daha fazla körükleyen politikaları ve sömürü çarkları işlemektedir. Oluşan bu durum, düşman için kırlık bölgelerin hâlâ zayıf karnı olarak durmaktadır. Devrimci savaşın örgütlenmesi ve gerçekleşmesi noktasında ise kırlık bölgeler güçlü halka olarak konumunu muhafaza etmektedir. Düşmanın devrimci güçlerden ve sınıflardan çok daha fazla güçlü olması, kırlarda ve büyük şehirlerde düne göre daha güçlü olması ise bu durumu değiştiren bir şey değildir. Devrimci savaşımın daha fazla zorlukla ve daha güç koşullarla boğuşması, mücadele etmesi anlamına gelmektedir.
Halk Savaşı proletaryanın bütünlüğü içeren devrimci savaş stratejisidir. Bu Halk Savaşı’nın sadece gerilla savaşı olarak kavranmaması gerektiğine dair bir vurgudur. Halk Savaşı, devrimin başından sonuna kadar silahlı mücadele ile sürdürülmesidir ancak sadece gerilla mücadelesi biçimine dayalı bir savaşım değildir. Halk savaşı; geniş halk yığınlarının savaş gerçekliği ve komünistlerin savaşa yaklaşımı, savaşın çelişkileri çözme kabiliyeti, savaş ve politika arasındaki ilişki, devrimci savaşımızın amaçları, hedefleri ve iktidar perspektifli tutumu, savaşta insanın dinamik rolü, savaşın stratejik ve taktik sorunları, tüm sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin bu savaşımı zenginleştirecek şekilde iktidar perspektifine sıkı sıkıya bağlı kalarak çözümlenmesi ve yön verilmesi gibi meselelere karşı donanımlı hale gelmesini içerir. Bu anlamda Halk Savaşı stratejisi kitlelerin iktidara odaklanmasını sağlayacak, onun etrafında kenetlenmesi ve yürüyüşünü sürdürmesine yol açacak bir devrimci savaşım bütünlüğüdür. Güç biriktirerek tek vuruşla yani toplu ayaklanmacı yaklaşımla iktidarı almaya odaklı değil parça parça iktidar olma ve düşmanın tüm kurumsal yapısını aşındırma, parçalama ve onu silahlı zor yoluyla zayıflatarak eritmeyi hedeflemektedir. Bu anlamda Halk Savaşı başından itibaren iktidar alanları oluşturma ve ona göre şekillenmeyi içeren bir iktidar mücadelesi aracıdır. Oluşan tüm kitle hareketlerinin, yürüyen tüm mücadelelerin, gerçekleşen tüm örgütlenmelerin iktidar perspektifli mücadeleye kanalize edilmesinin yolu Halk Savaşı stratejisinin esaslarını uygulamakla ve bu savaş stratejisinin gerektirdiği politikaların hayata geçirmesiyle mümkündür. Halk Savaşı en nihayetinde geniş kitlelerin uzun süreli savaş süresi boyunca kazanılmasını, örgütlenmesini içermektedir. Bu süreç kitlelerin mücadele ve savaş isteğini doğru kavramak ve silahlı mücadele eksenine oturan bir yaklaşımla örgütlemeyi gerektirmektedir. Bu anlamda her örgütlenme alanı ve devrimci faaliyet buna dayalı bir militanlığa, içeriğe sahip olmalıdır. Büyük şehirlerde güç biriktirme ve fırsat kollama siyaseti, barışçıl mücadele biçimlerini öncelemeye ve merkeze almaya dayanmaz. Büyük şehirler, Halk Savaşı’nın doğrudan ve esas savaş alanı değildir. Ancak savaşın bir parçasıdır. Bu bağlamda örgütlenme ve mücadele bu savaşın esaslarına göre biçimlenir, ona göre şekil alır ve seferber edilmeye çalışılır. Silaha dayalı mücadele biçimi büyük şehirlerin kendi gerçekliğine uygun olarak sürecin başından sonuna kadar kullanılması gereken biçimdir. Büyük şehirlerin esas alanlarla, savaşla, gerilla mücadelesiyle düne göre bugün daha fazla iç içe geçtiği, daha güçlü bir ilişkilenme içinde olduğu açıktır. Savaşın ve özelde gerilla savaşının yarattığı etkinin yayılımı düne göre daha fazladır. Yine köylük bölgelerden şehirlere yoğunlaşan göç ve bu göç kitlesinin köylük bölgelerle ilişki düzeyinin güçlü karakteri bunda belirleyicidir. Büyük şehirlerin, savaşın tali alanı olması buralardaki çalışmayı salt güç biriktirme, örgütlenme, nihai savaşa hazırlama olarak ele almayı getirmez. Büyük şehirler, bugün savaşın en önemli insan kaynaklarından birisi olma rolüne sahiptir. Bu anlamda yürüyen savaşa göre hazırlanma, buna uygun faaliyetler içinde olma, buna göre bir şekilleniş yaratma sorumluluğu söz konusudur. Bu durum salt askeri örgütlenmeler, askeri eylemler olarak kavranamaz. Ki Halk Savaşı’nın muhtevası da sadece bu değildir. Politik-askeri bir savaş stratejisidir. Bu anlamda Halk Savaşı kitlelerin yaşadığı çelişkileri, iktidar bağlamlı mücadeleyle buluşturma, birleştirme, sistemden koparma, bunun gerektirdiği biçimlerde konumlandırma ve bu anlamda çelişkilere bulunduğu koşullar içinde en doğru yaklaşımı sergileyerek bunların çözümünde militan hattın oturtulmasıdır. Militanlık burada iktidar perspektifli, düşman bilincini kavramış, bunu devrimci savaşın gereklerine uygun olarak yerine getirme tutumudur. Örgütlenmenin, yürüyen mücadelelerin, gelişen kitle hareketlerinin, kitle örgütleri çalışmasının bir bütün olarak militan bir yönelimle şekillendirilmesi büyük şehirlerde belirleyicidir. Bu durum aynı zamanda savaşa hazır, savaş gücü olmaya uygun bir şekilleniş anlamına da gelmektedir. Bu toplumsal çelişkilere büyük şehirlerde silahlı biçimlerle ya da genel anlamda zora dayalı biçimlerle müdahale etmeyi de şart koşan bir durumdur. Bu, nesnelliğin getirdiği, toplumsal-sosyal-iktisadi şartların yarattığı bir durumdur. Halk Savaşı stratejisinin büyük şehirleri kuşatan, biçim veren karakteri bunun kavranması, bunun gereğinin en etkili ve hızlı yerine getirilmesidir. Bundan soyutlanmış bir fırsat kollama, güç biriktirme, tali alan çalışmasına odaklanma savaş esasına dayalı devrim stratejisinden uzaklaşmak anlamına gelecektir. Tüm bunları yerine getirmek için büyük şehirlerde, daha yaygın ve yoğunluklu bir kitle çalışması yürütme, gizlilik esaslarına uygun olarak yaygın ve güçlü örgütlenme biçimleri yaratma, daha geniş ve yaygın olan legal olanaklardan faydalanma, barışçıl biçimlere dayalı mücadelenin buralarda daha fazla olmasının getirdiği gerçekliğe uygun bir şekilleniş ve verim elde etme siyaseti benimseme, geniş toplumsal kesimlerin benimseyeceği ve devrimci mücadeleye ikna olacağı şiarlarla sabırlı ve etkin çalışmalar yürütme, var olan kitle örgütlerini genel siyasi çizgiye uyumlu hale getirecek ideolojik-politik mücadele yürütme ve hazır hale getirme yönelimi içinde olunmalıdır. Bunların her biri genel siyasi çizgimize, kırlardan şehirlere doğru örgütlenen savaşa, Kızıl Siyasi İktidar perspektifli mücadeleye başta savaşçı yetiştirme olmak üzere her türlü olanağı yaratmayı esaslı hedefler olarak benimsemelidir.
(Proletarya Partisi 1. Kongre Belgelerinden)