Ekonomik ve siyasi krizin tsunamiden farksız etkisi hâkim sınıfları giderek sıkıştırıyor. Çöken ekonomiyi ayakta tutmanın, kısalan ömürlerini uzatmanın maliyeti en başta işçi sınıfına çıkarılıyor. Ekonomik ve siyasi krizin içinde çarpan etkisi yaratarak yayılan salgın sadece açlığı, yoksulluğu, işsizliği büyütmekle kalmıyor; yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi de ortadan kaldırıyor. İş cinayetlerinde can vermenin, uzun ve ağır çalışma koşulları altında tükenmenin bilançosu yeterince kabarıkken üretime zorlanan işçiler seçeneğe yer bırakmaksızın ölüme yollanıyor.
Emperyalist kapitalist sistemin ticaret yollarından, tedarik zincirlerinden yayılan salgın işçilere sadece ölümü vadetmiyor! İşçi sınıfının kölelerin yaşadığından başka bir hayata sahip olamayacağı her fırsatta hatırlatılıyor. Kazanılmış tüm hakların gasp edilmesi; sömürü düzeni karşısında iş, yaşam ve gelecek güvencesi sağlayan her şeyin tarumar edilmesi hedefleniyor. Haklarını savunamayacak düzeyde bölünmüş, parçalanmış ve örgütsüz bir işçi sınıfı yaratılması ekonomik ve siyasi krizin çıkış kapısı, çöken ekonominin kaldıracı olarak görülüyor. Hakim sınıflar için pandemi süreci bu nedenledir ki fırsatın ötesinde anlamlar yüklüdür. İşçi sınıfına yönelen topyekün saldırının mevzisinde toplananlar sıkıştıkları yerden kurtulmayı her şeyden çok istiyor. Geleceğini işçi sınıfının kazanılmış haklarının gasp edilmesinde, geleceksizleştirilmesinde görenler şimdi topyekün bir saldırıya hazırlanıyor. İşçi sınıfına yönelik saldırının başarısı ise burjuva feodal sistemin egemenliğinin güvencelenmesi ve sürdürülmesi bakımından büyük önem taşıyor. Hakim sınıf kliklerinin, burjuva medya ve sendikal bürokrasinin ortaklaştığı ve rol paylaşımına gittiği saldırı politikası kendi akıbetlerini de biçimlendiren bir işlev görüyor.
Hakim sınıflar, düşten gerçeğe ulaşmanın yolunu kurdukları yeni hayallerle süslüyor. Salgının yayıldığı ticaret yollarını, tedarik zincirlerini takip ederek kırıldığı yerde zincirin halkası olmayı arzuluyor. Salgınla birlikte yeniden örgütlenen tedarik zincirinde yer alma sırasının kendilerine geldiğini söyleyerek hep seyretmek zorunda kaldıkları pastadan pay almayı, değilse bile tadına bakmayı istiyorlar. En başından itibaren salgının yeni “fırsat” kapısı olduğunu söyleyip duruyorlardı. RTE, daha ilk günlerde (18 Mart’ta) “(..) önümüzde eskisinden çok daha büyük fırsatların bizi beklediğini şimdiden görebiliyoruz” demişti. Hazine Bakanı Berat Albayrak, “Artık dünyada tedarik zinciri noktasında bağımlılık ve oranlar sorgulanmaya başlandı. Bu, Türkiye ve benzeri ülkeler açısından önemli bir fırsat doğuruyor. Yeter ki siz hazır olun” diyerek tedarik zincirinden pay almanın hayalini kurdurmuştu. TÜSİAD Başkanı Simon Kaslowski ise ” (…) bulunduğumuz bölgenin Avrupa’ya yakınlığı sebebiyle tedarik zincirlerinde güvenilir bir kaynak olabileceğimizi ortaya koyuyoruz” diyerek ucuz iş gücünü pazarlamada salgını nasıl “fırsata” çevireceklerini aynı koroya katılarak dillendirmişti.
Hakim sınıf kliklerinin “fırsat” kapısını açacak anahtar, işçi sınıfının kazanımlarını ortadan kaldırmakta görülüyor. Salgının ilk günlerinden itibaren emperyalist kapitalist sistemin ucuz iş gücü ve göçmen emeği üzerine kurduğu sömürü ağına tutunma hazırlığına girişen hakim sınıflar ucuz ve esnek iş gücünü daha da ucuz ve esnek hale getirme yolunda kısa çalışma ödeneğini devreye sokmuş; ücretsiz izin, telafi çalışması gibi esnek çalışma uygulamalarını hızlıca yaşama geçirmişti. Anahtarın kilide uydurulabilmesi, “fırsat” kapısını sonuna kadar açılabilmesi için iş gücü maliyetlerinin daha da düşürülmesi, işçi sınıfının iş, yaşam ve gelecek güvencesi olan kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi gerekiyordu. Hakim sınıflar emeği daha da ucuz, esnek, güvencesiz ve örgütsüz kılabildiği, kazanılmış hakları savunmasız bıraktığı oranda emperyalist kapitalist sisteme daha fazla bağımlılıktan öteye geçemeyecek bir “rol” çalmış sayılacaktır.
Kuşkusuz işçi sınıfının en temel hakkına saldırının gerilimle yüklü olduğunu söylemek gerekiyor. Komprador burjuvaziye vaat edilen gasbın her defasında işçi sınıfının direnişine ve mücadelesine çarparak geriye düşmesi gerilimin ana kaynağıdır. Ekonomik ve siyasi krizin işçi sınıfına ve halka çıkardığı bilanço, yoksulluğun açlığa doğru genişleyen gövdesi, keskinleşen çelişkiler gerilimi mücadele hattına doğru çekmektedir. Salgın süreci neredeyse işçi sınıfına yönelik saldırıların, kıdem tazminatı hakkının bir kez daha rafa kaldırılmaksızın gasp edilmesinin son “fırsatı” olarak görülse de işçi sınıfının, emekçi yığınların tepkisi ölçülmeye çalışılmaktadır. Hakim sınıfların çöken ekonomiye kaynak yaratma ve sömürünün dizginlerini bırakma hamlesi bütün hazırlıklara rağmen henüz pazarlık, aldatma ve sınıfı bölme üzerine kurgulanmaktadır. İşçi sınıfının ve her çalışanın üretime katıldığı andan itibaren üzerine değişmez planlar yaptığı kıdem tazminatı hakkı, iş ve yaşam güvencesi olarak vazgeçmek zorunda kaldığı diğer haklardan daha fazlasıdır. Kaybettiğinde geride bir şeyin kalmayacağını bilmesi onu daha kararlı şekilde savunmayı, korumak için mücadele etmeyi beraberinde getirecektir.
PEKİ KIDEM TAZMİNATI HAKKININ FONA DEVREDİLMESİYLE YAPILMAYA ÇALIŞILAN NEDİR?
Kıdem tazminatının fona devredilmesi ile işçilerin ücretlerinden kesilen birikimler talana açılmakla kalmayacak, işten çıkarmaların önündeki frenleyici tek engel de ortadan kaldırılarak toplu işten atmalar yaygınlaştırılacaktır. İşçi sınıfının yüzde 34’lük kesimini oluşturan 25 yaş altı ve 50 yaş üstü çalışanlara esnek çalışma zorunluluğu getirilerek, çalışanların emekli olma hakkı geri dönülmez şekilde ortadan kaldırılacaktır. Mezarda Emeklilik Yasası’nın kaçınılmaz sonucu olarak emeklilik hakkı gasp edilen EYT’lilerin akıbeti esnek ve güvencesiz çalışmanın kural haline gelmesiyle tüm işçi sınıfını bekleyen akıbet olacaktır. İşçi sınıfının yüzde 34’lük kesimini güvencesiz ve esnek çalışmaya zorlayarak geriye kalanları “ikna etme” hesabı, sınıfı bölerek saldırıya manevra alanı kazandırma ve giderek güvencesiz ve esnek çalışmayı sınıfın bütününe yayma planından başka bir şey değildir.
Peki, işçi sınıfının sadece bugününü değil geleceğini de tehdit eden, savunmasız ve korunaksız bırakan saldırı politikaları karşısında sınıfın öz örgütlülükleri olan sendikalar nasıl bir tutum alıyor? Saldırı politikalarının dayanağı mı yoksa karşısında mevzilenen mi oluyor? Rolleri ve pozisyonları nasıl biçimleniyor?
En başından söylemek gerekir ki mevcut sendikalar ölçü alınamayacak kadar işçi sınıfının taleplerine ve mücadelesine yabancılaşmıştır. Sendikal bürokrasinin egemenliği onları sınıfın öz örgütlülükleri, hak arama yerleri olmaktan, direncini ve mücadelesini büyütmekten çok işçi sınıfı için dikilmiş devasa bir uyku tulumu haline getirmiştir. İşçi sınıfının kontrol edilmesinde; taleplerin, gelişen direniş ve mücadelelerin burjuva feodal düzenin sınırlarına ulaşmadan söndürülmesinde esaslı rol üstlenmiştir. TÜRK-İŞ sendikal bürokrasinin parlamento ahırına ve bürokrasiye açılan kapısıdır. İşçi sınıfının ağırlıklı gövdesini bünyesinde toplaması daha işlevli bir kontrol mekanizması olmasından, sendika ağalarının hizmetlerinden ötürü daha fazla işçi aidatıyla ödüllendirilmesinden kaynaklıdır. İşçi aidatları itibardan tasarruf edilmeyecek şekilde sendika ağalarının refahı için harcanırken grev hakkının kullanılması her zaman için maliyetli sayılmaktadır. Marifetlerini saymakla bitiremeyeceğimiz TÜRK-İŞ’in kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi karşısında “kırmızı çizgi” ilanında bulunması, bürokratik sarı sendikaların benzer şekilde aynı koroya katılması boşuna değildir. Hakim sınıf kliği AKP’nin “Kendi aranızda çözün!” çıkışıyla sendikal bürokrasiye inisiyatif ve alan açması “kırmızı çizgi” ilanının rengini de ele vermiştir. Marifetlerinden bilinir ki o çizgi hızla renk değiştirecektir.
Gözden kaçıramayacağımız diğer bir yan ise sendikal bürokrasinin kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi karşısında “kırmızı çizgi” ilan etmeye mecbur kalışıdır. İşçi sınıfının en temel hakkının gasp edilmesi karşısında ölçülemeyen tepkisi, açığa çıkan toplumsal muhalefet dinamikleri sendikal bürokrasiyi “mikrofon kazasını” tekrarlamayacak şekilde temkinli olamaya zorlamaktadır. O nedenledir ki “kırmızı çizgi” ilanına sınıfın tavrının, tepkisinin ölçüleceği eylemler eşlik etmektedir. Ancak hakim sınıfların, sendikal bürokrasinin hesaba katacakları arasında sadece sendikalı işçiler bulunmuyor. İşçi sınıfının ağırlıklı gövdesini oluşturan sendikasız işçiler, işsizler de iş ve yaşam güvencesi talebiyle sendikalı işçilerin saflarını genişletiyor. Kıdem tazminatı hakkından vazgeçmeyeceklerle ona erişmek isteyenlerin aynı talep etrafında birleşmesi hesaba katılması gerekenlerin başında geliyor.
İşçi sınıfının 15-16 Haziran direnişiyle, kapatılmasının önüne barikat olduğu DİSK, devrimci demokrat damarlarının kesilmesiyle burjuva feodal egemenliğin kontrol mekanizmalarına öykünen bürokrat sendikal bir yapıya bürünmüştür. İşçi sınıfıyla ilişkisi büyük oranda kopmuş, örgütlülüğü biçimselleşmiş, fiili mücadele çizgisi kırılmalar yaşamıştır. Hâkim sınıfların tehdit ve dışlamaları karşısında nabzı sınıfla değil, sendikal bürokrasinin refleksleri ile statükoyu sürdürme yönünde atmaktadır. İşçi sınıfının en temel haklarına yönelen saldırıları karşısında çekim merkezi olması bir yana sendikal bürokrasiyi aşacak dinamiklerin köreltilmesinde, kontrol edilmesinde alacağı pozisyon belirgindir.
Hâkim sınıfların sendikal ve mesleki örgütleri daha fazla kontrol etme girişimleri karşısında baroların açığa çıkardığı dinamik öğreticidir. Kıdem tazminatı hakkına yönelik saldırının açığa çıkaracağı dinamikler; sendikal bürokrasinin egemenliğini aşındırmaya, geriletmeye fazlasıyla adaydır.
“Fırsatlar” hakim sınıfların kurduğu hayallerin aksine işçi sınıfının direniş ve mücadelesinin üzerinde apaçık belirmektedir. Sendikalı ve sendikasız işçilerin, yoksulluğu açlığa doğru genişleyen milyonlarca işsizin güvenceli bir yaşam ve gelecek etrafında birleşmesi, ortak talepleri uğruna mücadeleye yönelmesi dünden daha fazla olanaklıdır. İşçi sınıfının kıdem tazminatı hakkının gasbedilmesi karşısındaki duyarlılığını örgütlemek, sınıfın dinamiklerini uyandırarak harekete geçirmek önümüzdeki temel görevlerden birisidir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 9 Temmuz 2020 tarihli 65. sayısından alınmıştır.