2010’lu yılların en büyük özelliği hiç kuşkusuz ki dünyanın hemen hemen her yerinde yaşanan isyan ve protesto pratikleriydi: “Arap Baharı” ya da İspanyol yerlilerinin 2011’de örgütledikleri eylemler, 2019’a kadar Şili’de, Hong-Kong’da patlak veren gösteriler, 2013-2014 Ukrayna gösterileri, 2017 Katalonya mücadelesi ve 2018’de Fransa’da ortaya çıkan Sarı Yelekliler…
Küresel Barış Endeksi’nin 2020 tarihli yayınında yansıtılan rakamlar konuyu daha da somut hale getiriyor. Dünyadaki kitle hareketliliğini açıklayan raporun yazarlarına göre 2011-2019 arası tüm dünyada ortaya çıkan isyanlarda 282%, genel grevlerde 821%, geniş anlamıyla sivil itaatsizlik eylemlerinde ise 244%’lük bir artış var. Rapora göre isyanlar, çatışmalar ya da gösteriler 100’den fazla kişinin toplanıp güvenlik güçlerine karşı geldikleri eylemler olarak tanımlanırken, genel grevler endüstirde çalışan 1000’den fazla işçinin eylemleri, hükümet karşıtı eylemler ise 1000’den fazla kişinin yaptığı barışçıl muhalefet eylemleri olarak tanımlanıyor. Sivil itaatsizlik eylemleri ise isyanları, genel grevleri ve hükümet karşıtı gösterileri kapsıyor.
2019 yılı protesto gösterileri ve kitle hareketleri anlamında gayet zengindi. Latin Amerika’dan Afrika’ya ve Ortadoğu’ya kadar, dünyanın 96 ülkesinde sene boyunca en az 1 tane şiddet eylemi gerçekleşti.
Peki bu tarz hareketlerin artışını nasıl açıklayabiliriz? Bu hareketler yerel ve spesifik içeriklere sahiplermiş gibi görünseler de, ortak talepleri ve ortak dertleri ifade ediyorlar Kendilerini ifade ve örgütlenme şekilleri, teknolojinin ve sosyal medyanın kullanımı gibi konularda bu hareketler ciddi benzerlikler taşıyor.
Benzer özellikler noktasında daha açıklayıcı olmak mümkün. İlk olarak 2008-2009 ekonomik krizinin tüm dünyayı etkilemesi, “kazananlar”la “kaybedenler” arasındaki mesafenin git gide açılması ve yolsuzluğun artmasından bahsedebiliriz.
Iris (Uluslarası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü) araştırmacılarından Didier Billion ve Christophe Ventura’nın 2020 Nisan’da yayınladıkları Dünyadaki Kitle Hareketleri: Sebepler, Dinamik ve Limitler isimli analiz notlarında da, şu anki kitle hareketlerinin, 2008 ekonomik krizinin politik ve sosyal “alt-ürünleri” oldukları belirtiliyor. Bu yazarlara göre birçok kategorik öznenin -“öğrenciler, kalifiye gençler ve kadınlar, esnek çalışanlar, çalışma pazarının borçluları, orta sınıf mensupları, kentli halk sınıfları, yerliler ve Latin Amerika’nın köylüleri”- kendi yaşam koşullarının bu krizle birlikte yok olmaya başladığını gördüklerinin, ve “onların devletlerinin liberalleşmenin sonuçları olan ekonomik, sosyal, politik ve çevresel krizlere karşı mücadele edemediklerini” düşünmeye başladıklarını belirtiyor. Bu durum özellikle, birçok ülkede 2000’lerde ortaya çıkan orta sınıfı ilgilendiriyor. Orta sınıf bu krizin bedelini ağır ödedi.
Politik rejimlerin krizi, geleneksel politik iktidarların liberalleşmeyle ve insanların vatandaştan çok müşteri olarak ele alınmasıyla birlikte seyreltilmesi anlamında, ikinci açıklayıcı faktör olarak karşımızda duruyor. Öte yandan sosyal medyanın ve teknolojinin kullanımı da önemli bir yerde duruyor.
Kitle hareketleriyle ilgilenen Amerikalı araştırmacı Martin Gurri için, sosyal medya ve bilgi devrimiyle birlikte politik rejimler güç kaybetmeye başladı: “Elitlerden sızanlar, yalanlar, hatalar ve unutulanlar artık herkes için görünür hale geldi”. Bu yazar için “bilgi sermayesi, milenyum çağının dönüm noktası sayılabilecek dijital devrimin tetiklediği bilgi tsunamisi altında ezildi”.
Buna paralel olarak, bireylerin iyiden iyiye bir tüketici mantığına büründüğünü söylemek de mümkün. Tyler Cowen’a göre 2019 yılında meydana gelen kitle hareketleri, tüketici motivasyonuyla örneğin fiyatlardaki artışa karşı eylemler yaptı. Bu da bu hareketlerin programatik ve ideolojik yoksunluklarını gösteriyor. Yine Martin Gurri’ye göre “toplum politikanın içine, dijital tüketici mantığı ile girmiş durumda. ‘Üreticiler’ hükümette yer alan elitler. Ve fakat partiler de, medya grupları da – yasaları, programları, karar mercini onlar üretiyorlar. Toplum kendi uzakta tutsa da, tüketiciliğin verdiği veto yetkisi ile “Hayır” diyebiliyor”.
Üçüncü faktör olarak belirtmeliyiz ki, elitlerle halk arasındaki üstü kapalı sosyal kontratlar, verilen sözlerin yerine getirilmemesi ile yırtıldı. Bu kontrat daha çok hayat seviyesinin gelişimi ve daha geniş anlamda gelecek nesillerin daha iyi yaşayacağına dair umutları, sosyal belirsizliğe karşı önlemleri (işsizlik, sosyal koruma, fiziksel güvenlik, sosyal ve ekonomik koruma), eşitliğin garantisini (eşit muamele, şansların eşitliği) ve onurlu bir yaşamı kapsıyordu. Görünen o ki elitler kontratın kendi paylarına olan kısmını yerine getiremiyorlar.
Son on yıllarda meydana ekonomik, politik ve teknolojik gelişim toplum içinde bir “şok” dalgası yarattı ve toplum şu gerçeğin bilincine vardı: elitler ne her şeyi bilen ne de her şeye muktedir olanlardır. Onlar her şeyi bilmiyorlardı ve her şeyi anlamıyorlardı da. Ve onlar işsizlikten Kovid-19’a, ekonomik krizden ve iklim değişikliğinden geçtiğimiz bu süreçte sorunları çözemiyorlar.
Kaynak: https://www.huffingtonpost.fr/entry/depuis-2010-le-nombre-demeutes-greves-et-manifestations-dans-le-monde-explose_fr_5eea0d36c5b632dbe0e1eb7f