Emperyalist-kapitalist sistem, Berlin duvarının yıkılması ve 1991 Rus sosyal emperyalizminin maskesini indirmesiyle birlikte, tehdit-tehlike tanımlarına yeni bir biçim verdiği gibi ekonomik-politik-askeri çizgisini de bu tarihsel gelişmeye uyumlu olarak şekillendirdi. Bu eksende emperyalist-kapitalist sistemin işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırısı, emperyalist güçler arasındaki rekabetin tüm dengesini kaybetmesi, “sosyalizm ve devrim” fikrinin yenildiği algısını içeren ideolojik kuşatmayla birlikte boyutlanmıştır. Savaş ve saldırganlıkla beslenen emperyalist sistem, bir yandan sınıf mücadelesinin ortadan kalktığı yaygarasını koparırken diğer yandan ezilen halklara ve uluslara yönelik topyekûn saldırılarına bir an dahi ara vermemiştir. Tüm dünyayı ve devletleri ABD öncülüğünde emperyalist-kapitalist sistemin “neo-liberalizm” adı altındaki birikim sürecine ve uluslararası üretimin örgütlenmesine uyumlu hale getirme savaşımı boyut kazanmıştır. Sermayenin dolaşım hızını engelleyecek, enerji kaynaklarının dağılımında sorun çıkaracak, emperyalist sistemin belirlediği ticari kuralları kısmen de olsa aksatacak, pazar alanlarında istediği gibi at koşturmasında yapısal engeller oluşturacak her sorunu giderme siyaseti benimsemiştir. Bu eksende Irak’ta, Afganistan’da, Yugoslavya’da olduğu gibi askeri müdahaleler de dahil tüm yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde yeniden yapılandırmayı içeren hamleler yapılmıştır. Köklü değişimleri içeren, bürokrasiyi hafifleten gerekirse eskimiş yapının tüm uzantılarını sistem dışına atan gelişmeler ve müdahaleler bir süreç boyunca hayata geçmiştir.
Emperyalist-kapitalist sistemin en karakteristik yapılarından birisi savaş olgusudur. Bu kaynaktan beslenen bu anlamda ekonomik ilişkilerini, pazar egemenliğini ve emperyalist güçler arasındaki rekabette egemenlik için savunma sanayine ve hiç kuşkusuz savaşlara ihtiyacı vardır. 1991’de Rus sosyal emperyalizminin maskeyi indirmesi ile birlikte oluşan yeni dengede emperyalist güçler “medeniyetler çatışması” adı altında esasında sorunlu olan ülke ve bölgeleri dizayn etmek üzere askeri gücünü asimetrik savaş kurallarına tabi kılarak etkin bir yönelim olarak yaşama geçirdi. Bu eksende emperyalist güçler arasındaki mücadelede bir dönem boyunca oldukça kullanışlı olan emperyalist politikaların askeri-ekonomik-politik yönelimi ile adeta çelişkiler yumağına dönüşen, sosyal-kültürel-sınıfsal çelişkilerin olabildiğince keskinleştiği Asya-Ortadoğu ve Afrika’da “yeni tipte” bir tehdit tanımı oluşturacak politik özneler ve çatışma dinamikleri gelişmiştir. Emperyalist güçlerin tüm gerici araçlarıyla bu bölgede ekonomik-sosyal-askeri yıkımının yarattığı çelişki, aynı güçler tarafından “medeniyetler arası çatışma”, “bu toplumların uygarlaştırılması” argümanı ile yeni bir talan politikasının hedefi olmuştur. Yarı-sömürge, yarı-feodal yapılar ile kitlelerin ayağına vurulan gerici zincirler, adeta emperyalist politikalarla çoraklaştırılan ülkeler ve çağın gerisine itilen halkların bir de kültürel aşağılamayla terbiye edilmesi hiç kuşkusuz buna uygun çelişkileri ve karşı reaksiyonları doğuracaktı. Nitekim sınıf mücadelesinin geriye çekildiği konjonktürde geniş kitlelerin emperyalizme karşı öfkesi ve tepkisi kendi kültürüne, değerlerine, uygarlığına, geleneklerine, inançlarına, ulusal kimliğine sarılarak örgütlenmiş ve bir savaşım içine girmiştir.
İKTİDARSIZ “SINIF MÜCADELESİ” ALANI YARATMAK!
Emperyalist-kapitalist sistem, tam olarak sürdüğü ve işlediği tarlanın ürünlerinin hem zehirli yanlarını tatmış hem de faydalı yanlarını bu süreç boyunca kullanmıştır. Emperyalist-kapitalist sistem sadece işçi sınıfı ve ezilen emekçilere değil, ezilen uluslara ve inançlara yönelik düşman kamptır. Bu düşmanlık emperyalist politikaların hayata geçmesi noktasında, kendi toplumsal değer ve yapısının dışında kalan her şeye karşı düşmanlıkla şekillenmiş bir öze de sahiptir. Bu bağlamda “medeniyetler” çatışması altında emperyalist dizayn politikaları, başka toplumların değerlerine ve temel yapısına düşmanlaşmayı da doğal bir sonuç olarak getirmiştir. Zira emperyalizm ezilen halkları, ulusları kimliksizleştirme ve kişiliksizleştirme üzerine kurulu bir hedefle sömürgeleştirme politikasını inşa eder. Yarı-sömürge politikasının şekillenişi bu öze sahiptir. Bu eksende o toplumun tüm gerici üretim ilişkileri, değerleri ve egemenlik biçimleriyle birleşir. Bu birleşme hali yarı-feodal üretim ilişkilerinin korunduğu, yeniden kendisini üretmeyi sağladığı zemin olmaktadır. Bu gerçeğin bizzat temeli olan emperyalist sistem, son otuz yılda bu sistemi korumak ama bunun sosyal-kültürel sonuçlarının istediği düzeyde çözülmesini sağlayacak sermayenin özgürlüğü mücadelesinde zorlu çelişkilerle karşılaşmıştır.
Tam da bu noktada geniş ezilen kesimlerin örgütsüzleştirilip, donanımsız kalmasını hedefleyen, silahlı direniş biçimlerinden kitlelerin azade kılınmasını içeren bir saldırıyı körüklemiştir. Bunun için uygun olan politik-ideolojik zemini ve sınıf mücadelesinin gerileyen koşullarını basamak olarak kullanmıştır. Kendi dışında örgütlü olan her şeye düşmanlık siyaseti ana yönelim olmuştur. Bu bağlamda emperyalist-kapitalist sistemin kendisine karşı silahlı şekilde gösterilen tepkileri “terör” tanımı içine alan, diğer mücadele biçimlerini ise “sivil toplumcu” anlayışla kuşatmaya alan ve bütüne değil parçaya odaklayan, iktidar perspektifinden koparan, iyileştirmeciliği kutsayan, büyük anlatıları “çağdışılık” olarak tanımlayıp marjinalleştiren bütünlüklü bir saldırıya geçmiştir. Bu saldırılar tüm dünya ölçeğinde hayata geçmiştir. Her ülkenin ve toplumun kendi özgün çelişkileriyle şekil almış ancak özü örgütsüzleştirme, iddiasızlaştırma, silahsızlandırma ve tam teslimiyet yaratma olarak açığa çıkmıştır.
EMPERYALİZME VE GERİCİLİĞE KARŞI SİLAHLI MÜCADELE VE “TERÖRİZM”
Bu bağlamda özellikle iktidar perspektifli mücadele içinde olan ve silahlı mücadeleye dayanan komünist, sosyal ve ulusal hareketleri hem askeri hem politik hem de ekonomik ablukaya almıştır. Bu hareketlerin hepsi emperyalist-kapitalist sistem açısından politik faaliyetlerle değil “terör faaliyetleriyle” hareket eden yapılar olarak tanımlanmaya başlamıştır. Bu bağlamda anti-komünist söylem, karşı-devrimci argümanlar “terör” argümanıyla donatılmış, hedefsiz ve amaçsız korku ve endişe yaratmanın ötesine geçmeyen hareketler olarak geniş toplum kesimlerine sunulmuştur. Bu sadece komünist, devrimci ve ulusal hareketler için değil amaç ve hedefi ne olursa olsun her türlü silahlı direniş, mücadele ve karşı koyuş içinde olan hareketler içinde kullanılmıştır. Hatta “terör” umacası yaratmak için özellikle İslami saiklerle hareket eden yapılar bilhassa kullanılmıştır. Bunun yanında emperyalist-kapitalist sisteme tam uyum sağlamayan kimi devletler dahi başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalistler tarafından “terör devletleri” olarak tanımlanmıştır. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırısından sonra emperyalist sistem karşısına koyduğu her gücü, ezilen halkların ve ulusların örgütlülüklerini “terör” kapsamına sokmuştur. Bu eksende ABD ile başlayan ve tüm dünyaya yayılan gerici yasalar devreye girmiştir. Artık “uluslararası terörizm” kavramları ve bununla mücadele ölçütleri belirlenmiş, emperyalistler kendi ülkeleri dışında “faaliyet yürüten”leri de “terör” kapsamında yargılamaya ve cezalandırmaya dair düzenlemeler yapmışlardır.
Dünyada birçok komünist, sosyal ve ulusal hareket emperyalist güçlerin önderliğinde uluslararası ablukaya alınmış, silahsızlandırmayı hedefleyen ideolojik-politik kuşatmanın yanında askeri operasyonlarla imhaya yönelik hamleler geliştirilmiştir. Peru, İrlanda, Bask, Sri-Lanka, Hindistan, Filipinler, Kolombiya, Meksika ve Türkiye’de birçok komünist, devrimci ve ulusal hareket bu saldırıların somut hedefi olmuştur. Bunun yanında ABD öncülüğünde emperyalist tüm güçler pazar alanlarına girerken ya da tahkim ederken “terörle mücadele” maymuncuğuna sarılmıştır. Bu temelde Ortadoğu, Uzak Asya ve Afrika’da gerçekleşen emperyalist saldırganlık için bu argüman son 30 yılın kullanışlı bir aparatı niteliğindedir. Emperyalist saldırganlığın, faşist işgallerin ve yayılmacı tüm heveslerin temel argümanı bu olmaktadır. Bu şekilde milyonlarca insan katledilmiş, yersiz yurtsuz kalmış, göç yollarına sürülmüştür. Gerici güçler hem büyük bir fikir birliği içindedir hem de rekabet halindedir. Tüm emperyalist güçler ve onlara bağımlı ülkelerin gerici egemen sınıfları saldırganlık politikalarına bu gerekçeleri oluşturarak harekete geçmektedir. Ortaklaştıkları nokta ezilenlerin silahsızlandırılması, örgütsüzleştirilmesi, sistemi alt üst edecek amaç ve hedeflerden tecrit edilmesi, iktidar erekli mücadelelerin felç hale getirilmesidir. Bunda oluşacak boşluklar, arızalar ise şu aşamada emperyalistler ve gerici güçler arası rekabet ve çelişki içinde dahi bir uzlaşma ile giderilebilmektedir.
Komünizm, devrim ve ulusal özgürlük temalı mücadelelere yönelik emperyalist gericiliğin korkusu düne göre daha fazladır. Sınıf mücadelesinin gerilemesi, sosyalizm ve devrim fikrine dair kitlelerin sempatisinin azalmasını bu gerici güçler büyük bir fırsata çevirerek, “tarihin mezarlığına gömme” hesabı içindedir. Bu eksende özellikle silahlara dayalı mücadele biçimi, devrimin alt-üst eden karakterinin silikleşmesi, komünizm perspektifli iktidar ereğinin yok olması, proleter devrimlerin parçası olacak ulusal mücadelelerin reformize olması ya da imha edilmesi eksenli bir yaklaşım hakimdir. Bu şekilde ezilenler donanımsız, çaresiz, kendiliğindenci, iddiasız ve iktidarsız bir sınıf mücadelesi sınırları içine çekilmek istenmektedir. “İktidar silahların namlusunun ucundadır” diyen her yaklaşım emperyalist sistem ve onun gerici uşakları tarafından “terörist” olarak damgalanmakta, hedefe konulmakta ve kitlelerden soyutlanmaya çalışılmaktadır.
MÜNİH DAVASI VE YARGILANMAYA ÇALIŞILAN ÇİZGİ!
Bu yaklaşım istisna değil bir yönelimdir. Faşist rejimlerde değil burjuva demokrasisinin olduğu ülkelerde de bu yaklaşım hakimdir. Halkın iktidar eksenli her mücadelesi, ezilen ulusun özgürlüğe yönelen her girişimi bu gerici güçler tarafından hedefe konulmaktadır.
Komünistler de uluslararası düzeyde bu saldırının hedefi durumundadır. 2015 yılında Alman devleti TKP/ML’yi ittifak gücü Türkiye’de terör faaliyetleri yürütme gerekçesiyle hedef haline getirdi. 10 devrimci ve komünisti yaklaşık 5 yıldır bu sebeple yargılamaya tabi tutmaktadır. Bu davanın sonuna artık gelinmektedir. Alman emperyalist sistemi baştan aldığı kararı tebliğ edecektir. Davanın bu aşamasında tüm kamuoyunun “devrimciliğin yargılanamayacağı”, “komünizm davasının meşru olduğu” haykırışını her yerde dile getirmesi önemlidir. Bu eksende yapılacak eylem ve etkinlikleri örgütlemek ve sahiplenmek, mahkeme salonlarında komünistleri ve devrimcileri yalnız bırakmamak önemli bir yerde durmaktadır.
Elbette yargılanmaya çalışılan hem devrimci faaliyetler hem ömrünü devrim ve komünizm davasına adayan insanlar hem de enternasyonal proletaryanın Türkiye temsilcisinin çizgisi, hedefi, amacı ve devrimci savaş stratejisidir. Dava hukuksal bir dava değildir. Tepeden tırnağa politik bir davadır. Emperyalist sistemin yönelimi, tehdit ve tehlike tanımı ile ilgilidir. Bu eksende burada sadece komünizm fikri yargılanmamaktadır. Komünizmin gerçekleşmesinde proletaryanın tarihsel rolü, iktidar perspektifi ve devlet aygıtını paramparça edecek ve iktidarın namluların ucunda olduğu gerçeğine sıkı şekilde sarılan çizgi yargılanmaktadır. Bu bağlamda devrim ve komünizm davasının nasıl ve hangi biçimde, hangi yöntem ve yolla savunulduğu ve gerçekleştirilmeye çalışıldığı emperyalistler ve gericiler için önemlidir. Bu iktidar perspektifli, silahlı savaşıma dayalı çizgi ve bunun her türlü sosyal ve ulusal mücadele temelindeki türevi hedeftir. Ehlileştirilmelidir, baskı altına alınmalıdır, hedefe konmalıdır. Zayıf ya da güçlü olması onlar için belirleyici değildir. Zira zayıf olanın güçlü olabileceğini en iyi onlar bilmektedir. Bu şekilde baskı yaratarak doğru siyasi çizgiden caydırma, yaptırım uygulama ve deyim yerindeyse alan bırakmama hedeflidir. Bu şekilde kitleler iktidar hedefli yürüyüşten koparılmaya, devleti parçalama fikrinden uzaklaştırılmaya, sistem içine hapsolmuş ve daralmış bir iyileştirmeci çerçevede ki “sınıf mücadelesi” kapsamında çürütülmeye çalışılmaktadır. Bu davada yargılanan komünistler ve onlarla birlikte yargılanan devrimciler hiç kuşkusuz bu saldırının bilincinde olmalıdır. Komünistlerin bu eksendeki kavrayışı ve duruşu davanın politik amacını boşa çıkarma eksenlidir. Bu gerici amacı boşa çıkarmak ezilenleri kurtuluşa götürecek hattın savunulması, sahiplenilmesi ve iktidar perspektifinin proletaryanın kumandasında “namluların ucunda olduğunun” kesin şekilde haykırılması ile olanaklıdır. Meydan okuma ve karşı-devrimci ve anti-komünist bu saldırıyı komünist temelde püskürtmek bu duruşun ifadesiyle mümkündür. Bu duruş emperyalist sistemin ve ona bağımlı gericiliğin yönelimine taş koymak demektir. Bu duruş yoğunlaşan ve tırmanan çelişkilerin karşılanma iradesinin haykırılmasıdır. Bu duruş öfkeyle ve kinle bileylenen kitlelerin olgunlaşan çelişkilerinin doğru temelde örgütlenmesi çağrısıdır. Bu duruş enternasyonal proletaryanın ilkelerinin her yerde ve koşulda kayıtsız şartsız haykırılmasıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 25 Haziran 2020 tarihli 64. sayısından alınmıştır.