Salgın sürecinin derinleştirdiği krizde işçi ve emekçiler daha çok yoksullaşırken egemenler patronlara teşvikler sunmaya, işçilerin ölümü pahasına üretimi sürdürmeye devam etmiştir. Tüm bunlar salgının sınıfsal niteliğini keskinleştirmiş, binlerce işçi koronavirüse yakalanmasına rağmen çalışmaya zorlanmış artık koronavirüs işçiler açısından sınıf hastalığına, bir ‘meslek’ hastalığına dönüştürülmüştür. Egemenler bir yandan işçileri üretime zorlarken diğer yandan bu durumu da fırsata çevirerek salgın gibi olağanüstü koşullarda kârlarını garanti altına almak için işe koyulmuşlardır.
SERMAYENİN DÜSTURU: ARTI-DEĞER
Salgın koşullarının tüm dünyada üretimi, meta ve sermaye ihracını ciddi oranda duraklatması hâkim sınıflar açısından “bilinçaltlarındaki” üretim modellerini hayata geçirme fırsatına dönüştürülmüştür. İşçi sınıfının hâkim sınıflar açısından artı-değer üreten bir ‘makineden’ başka bir anlam ifade etmediği hayata geçirilmeye çalışılan üretim modelleriyle bir kez daha ortaya serilmiştir. Salgın koşullarında üretimin aksamasıyla birlikte MÜSİAD’ın “izole üretim üsleri” projesini hayata geçirmeye başlaması bunun en çarpıcı kanıtlarından biri olmuştur.
İZOLE ÜRETİM ÜSSÜ NEDİR?
İzole üretim üsleri dünyadan kopuk ve giriş çıkışların izne tabi olduğu, hiçbir olağanüstü durumdan etkilenmeyeceği öne sürülen bir çalışma kampıdır. İşçilerin aileleriyle birlikte bu kamplarda yaşaması planlanmaktadır. 1000 ailenin ve yaklaşık 4.500 kişinin yaşayabileceği bir kamp alanı tasarlanmaktadır. Burjuva basının tiyatro, sinema, mağazalar, okullar, sağlık, spor diye süsleyip öve öve bitiremediği izole üretim üsleri bizlere F tipi hapishanelerin açılmak istendiği süreçte burjuva basının yine F tiplerini “dubleks tarzında, özel banyo-tuvaleti, spor alanları, atölyeleri, rehabilitasyon merkezi olan kampüs” olarak sunduğu gerçeğini hatırlattı. Oysa ki F tipleri tutsaklara karşı tecrit, hastalık ve ölüm dayatmasıydı; tecritin koyulaştırılması ve tutsakların “ehlileştirilmesi” temel amaçtı. “İnsan toplumsal bir varlıktır” diyordu Marks. Şu an ki izole üretim üsleri işçiyi yalnızca üretimde değil yaşam alanı, sosyal ilişkiler, kültürel ihtiyaçlar açısından da tecrit etmeyi, sermaye için ehlileştirmeyi ve işçileri her bakımdan robotvari bir canlıya dönüştürmeyi hedefliyor.
İnşası tamamlanan ilk izole üretim üssünün Tekirdağ’da 15 Haziran’da devreye alınması planlanıyor. Planlanan toplam üs sayısı şimdilik dört adet olarak ifade ediliyor. İstanbul Hadımköy’de kurulacak 2. üretim üssünün ardından Türkiye’nin güneyinde Hassa’da 3. bölge ve son olarak da Karadeniz’de 4. bölge kurulması planlanıyor. Nasıl ki F tipi hapishaneler yalnızca tutsak etmenin ötesinde işçi sınıfının iktidarı alma mücadelesini yürütenleri yıpratma, yalnızlaştırma, yılgınlığa düşürme amaçlarını taşıyorsa izole üretim üsleri de hâkim sınıflar açısından üretimin sürekliliğinden çok daha fazla şeyi ifade ediyor ve içinde barındırıyor. Birincisi, komünistlerin “işçi sınıfına dışarıdan bilinç taşıma” olgusunu zayıflatmaya, komünistlerle işçilerin bağ kurma olasılığını minimum düzeye indirmeye çalışıyor. İkincisi, işçileri hem yaşam hem çalışma alanı anlamında her türlü hak gaspına daha da açık hale getirmeyi amaçlıyor. Üçüncüsü, yasal anlamda sendikalaşmanın ve yetki almanın mevcut durumda bile zor olduğunu düşünürsek izole üretim üslerinde yine bu hakkın gasp edileceği, sendikalaşma olsa bile zaten adı üzerinde ‘süreklileştirilmiş’ üretim üslerinde grev hakkının gaspının buna sığınılarak meşrulaştırılmak isteneceği ortadadır. Sendikalaşmanın pasif bir üyelikten ileri gidemeyeceği ortadadır. Sendikalaşmanın ötesinde ise işçileri izole ederek toplumu etkileme, toplumsal süreçlere etki etme misyonu da zayıflatılmak isteniyor.
SERMAYE SÖMÜRÜDE SINIR TANIMIYOR BİZ DE MÜCADELEDE SINIR TANIMAYALIM
Hâkim sınıfların sömürü sınırlarını daraltmak ve ortadan kaldırmak işçi sınıfının mücadelesini geliştirmek ve yaymakla ilintilidir. Bugün henüz hayata geçirilen ve az sayıda bulunan izole üretim üsleri gelecekte olağanlaşabilir. Bizimki gibi yarı sömürge ülkelerde emperyalistlerin uzantısı komprador sınıflar, uygulamaya koyulan üretim modellerini faşist baskı ve zorbalıkla hayata geçirmeye yöneleceklerdir. İzole üretim üsleri, hâkim sınıfların aşırı kâr hırsı ve kârlarını her koşulda garanti altına alma isteğinden ileri gelen aynı zamanda işçi sınıfının sınıfsal rolünü sınırlamayı amaçlayan bir uygulamadır.
İzole üretim üslerinin ülkemizde bir başlangıç olduğunu göz önünde bulundururken bu girişime yoğunlaşmak gerektiğini de gözden kaçırmamalıyız. Hâkim sınıflar tüm araçlarıyla saldırıyor, sömürüyor ve yaşamlarımızı yok sayıyorsa bizlerin de buna karşılık işçi sınıfının öncü misyonunu kuşanarak örgütlenmeyi, sömürü düzenine karşı mücadeleyi büyütme görevini önümüze koymalıyız. Bizlerin “sürekli üretim” adına insanca yaşam hakkımızı ve olanağımızı gasp edecek olan izole üretim üslerini inşa edecek olan da yine işçileridir. Emek her şeyi üretendir; bir sınıf olarak örgütlü-devrimci bilinci kuşanamadığında kendini prangalayan ve sınıfının sömürüsüne binalar ve makineler üreten de yine işçilerdir. İşçinin, insani yetenek ve özelliklerini körelterek onu makinelerin basit bir uzantısı haline getiren artı-değer sistemi işçi sınıfına devrimci olmak dışında insani bir seçenek de bırakmaz. İşçi sınıfı kolektif gücünün farkına vardığı oranda yıkamayacağı hiçbir sınır, tel örgü ve duvar yoktur. Bu saldırılara son vermenin yolu sınıf bilincini kuşanmaktan, sınıf düşmanlarını tanımaktan ve devrimci mücadeleden geçecektir. İşçi sınıfının büyük ustası Karl Marx’ın dediği gibi “işçi sınıfı ya devrimcidir ya hiçbir şey!”
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 28 Mayıs 2020 tarihli 62. sayısından alınmıştır.