15 Mayıs sabahı Iğdır, Siirt, Baykan, Kurtalan ve Muş Altınova’nın HDP’li belediye başkanları gözaltına alınarak bu belediyelere kayyum atandı. Faşist diktatörlük, Kürt ulusal kimliğini inkâr ettiği gibi Kürt ulusunun legal siyaset yapmasını engelleyecek her türlü saldırıyı hayata geçirmeye devam ediyor. Uzun yılların mücadelesinin sonucu olarak elde edilen demokratik, legal kazanımlar faşizmin kuşatması altında gasp edilmektedir. Faşizmin tarihi ezilenlerin kanlı, zorlu, meşakkatli mücadeleler sonucu elde ettiği haklara sürekli olarak göz dikme, her kazanımı yok etme üzerine kuruludur.
2006’dan 2015’e kadar Kürt Ulusal Hareketi’nin silahlı mücadelesini tasfiye etmeye odaklı, parlamento başta olmak üzere legal olanakların belli oranda önünün açıldığı bir “barış süreci” yaşanmıştır. Bu sürecin esas amacı, Kürt hareketini legalizm ile tavlama, ulusal-kolektif haklar yerine sınırlı ve biçimsel kırıntılara razı getirmekti. Aynı dönemde Orta Doğu’da Kürtleri de içine alacak bir hamilik siyaseti ile “açılım ve barış” politikası ivme kazanmıştır. Bu süreçte Kürt hareketinin legal olanakları genişlemiş, onlarca belediye seçimlerle kazanılmış, parlamentoda bir güç oluşturulmuştur. 2015’den itibaren Rojava’da istediği sonucu elde edemeyen ve legal olanakların genişlemesine rağmen gerilla güçlerini tasfiye edemeyen Türk hâkim sınıfları “barış politikasını” askıya almıştır. Yaşadıkları politik krizle birlikte Kürt ulusu başta olmak üzere, işçi sınıfı, emekçiler, ezilen inançları da içine alan tüm toplumsal kesimlere yönelik topyekün saldırı başlatmıştır.
Bu saldırıda Türk hâkim sınıflarının en büyük kozlarından birisi Kürtlerin tüm legal olanaklarının kısıtlanması, haklarının gasp edilmesi, siyasetçilerin meclisten ve belediyelerden alınarak zindana atılması olmuştur. Bu süreçte milletvekili ve belediye başkanı tutuklamak ‘rutin’ halini almış, HDP’nin binlerce yönetici ve üyesi tutuklanarak ardı arkası kesilmeksizin tasfiye operasyonları yapılmış ve kayyum politikası ile legal-demokratik alandaki tasfiye perçinlenmiştir. Kayyum politikası aynı zamanda şovenizmi körüklemenin önemli bir aracına dönüştürülmüştür. 2019 Mart yerel seçimlerinde elde edilen büyükşehir belediyelerine birkaç ay içinde kayyumlar atanmış, devamında ise geri kalan belediyelere parça parça el konulmuştur. Faşist diktatörlük “belediyeler devletin malıdır, seçimlerde kazanmanız buraların sizin olduğunu göstermez” mesajını vermektedir. Kayyum politikası, özellikle uzun bir dönem boyunca “belediyelerin halkın olduğuna” dair kandırmacayı da berhava etmiştir. Artık geniş kesimler için belediyeler devletin egemenlik araçlarından birisi olarak net şekilde kavranmıştır.
Varolan tabloda yerel seçimlerin dahi sadece bir oyun olduğuna dair başta Kürt halkı olmak üzere emekçi ve ezilenlerde bir bilinç oluşmuştur. Faşist diktatörlük legal biçimlerle halkın ciddi hiçbir kazanım elde edemeyeceğini kayyum politikası ile halka anlatmaktadır. Legal siyaset olanakların daraldığı koşullarda ve hatta imkânsızlaştırıldığı şartlarda Kürt halkı ve emekçi kitlelerin parlamentonun etkin bir şekilde boykot edilmesi ve mücadelenin keskinleştirilmesi beklentisi artmıştır. Bu temelde tüm saldırı, yasak ve gasplara rağmen sorunun çözümünü parlamentarizm üzerinden inşa eden yaklaşımlara güvensizlik artmıştır.
Son kayyum saldırısı devletin “Vefa Destek Grubu” altındaki doğrudan polis-asker güçlerinden oluşan bu gruba karşı Van’da yapılan saldırı sonrası gelmiştir. Belediyelerle çalışarak “sosyal yardım” adı altında halkı kimliksizleştirme ve kişiliksizleştirme amacı taşıyan bu kuruluşa karşı yapılan eylem sonrası HDP belediyelerine kayyum atanması aynı zamanda bir misillemedir. Son saldırılar devletin Kürtlere yönelik saldırganlığında “kararlılık göstergesi” olarak da okunmalıdır. Ne salgın, ne iç kriz, ne ‘barış’, ne savaş, ne ekonomik refah veya buhran Türk egemen sınıflarını bu saldırıdan geri durdurmamaktadır.
Faşist diktatörlük kuruluş felsefesine uygun olarak işçi sınıfı ve halkın, ezilen ulus ve milliyetlerin, ezilen inançların, kadınların, LGBTİ+’ların her türlü örgütlülüğüne, haklarına ve kazanımlarına saldırı ile kodlanmıştır. Namlularını bu temelde doldurmakta, hapishanelerini inşa etmekte, yasalarını düzenlemekte, polis ve asker güçlerini konumlandırmakta ve bürokrasisini şekillendirmektedir. Tepeden tırnağa düşmanlıkla şekillenen bir devlet gerçekliğinin bir yansımasıdır kayyumlar.
Kayyum politikası sadece Kürt ulusunun kazanımlarına dönük bir politika gibi algılansa da aynı zamanda genel faşist saldırganlığın bir parçasıdır. En azgın saldırıların odağında her zaman Kürt halkı olsa da faşizm Kürt ulusu üzerinden tüm halkı körleştiren ve köleleştiren bir politika izlemektedir. HDP’li belediyelere kayyumlar atanırken CHP’nin “sokağa çıkmayın” nasihati (!) vermesi de göstermektedir ki bu faşist saldırganlığın diğer ortakları ‘muhalefetteki’ faşist düzen partileridir. Hâkim sınıf klikleri devrimci-demokratik mücadeleleri, Kürt ulusal mücadelesini ve genel olarak halkın mücadelesini kendi bloklaşmalarına göre dizayn etmeye çalışmaktadır. Bu politikanın Kürt hareketindeki etkisi son yerel seçimlerde Millet İttifakı -özelde CHP- ile yapılan ‘ittifakta’ ve “üçüncü yol” tartışmalarında kendini göstermiştir.
Oysa her bir gelişme bir kez daha ortaya koymuştur ki işçi sınıfı ve ezilenlerin, özelde Kürt ulusal mücadelesinin karşısında iki ayrı taraf/blok yoktur. Hâkim sınıf kliklerinin her iki bloğu da faşist devletin temsilcileri ve savunucuları olarak emekçi ve ezilenlerin düşmanıdır. Bu düşman kendi içinde kliklere bölünse ve farklı taktikler izlese de işçi sınıfı, halk ve ezilen Kürt ulusu karşısında yekvücut ‘bir’ düşmandır. Bu güçler her türlü demokratik gelişimin ve Kürt ulusal demokratik mücadelesinin önündeki temel engellerdir. Dolayısıyla bu güçlerden herhangi biriyle ne “demokrasi ittifakı” yapılabilir ne de “barış” ve “çözümün” bir kapısı aralanabilir. Saflaşma üçlü değil ikilidir. Bir tarafta tüm klikleriyle beraber Türk hâkim sınıfları diğer tarafta ise işçi sınıfı ve ezilenler vardır. Her türlü ittifak, dayanışma ve birlik arayışına bu bilinç yön vermeli, faşizmin “demokrasi”, “adalet”, “parlamento” ve “anayasa” gibi yalanlarına alet olarak halkın mücadele bilinci köreltilememelidir. Legal olanaklar, bu temelde elde edilen kazanımlar “her şey” değildir ve tekrar tekrar görüldüğü gibi faşizm tarafından gasp edilebilir olanaklardır. Kuşkusuz elde edilen hak ve kazanımları korumak için mücadele verilmeli, tasfiye ve gasp saldırılarına karşı direniş örgütlenmelidir. Diğer yandan yaşananlar bir kez daha göstermiştir ki halkın sağlam kaleleri ancak ve ancak illegal-silahlı mücadele içerisinde inşa edilebilir ve korunabilir. Bu temelde halkın devlete rağmen örgütlülüklerini kurması, dayanışma ve birliğini pekiştirmesi, mücadelesini her biçim ve şartta sürdürmesi zorunludur.