“Önümüzde çetin ama şanlı mücadele günleri var. Sınıf mücadelesinin denizine bütün varlığımızla atılalım!” (İbrahim Kaypakkaya)
Salgın krizi tüm dünyayı etkisi altına alarak dördüncü ayı geride bıraktı. Koronavirüs etkilerini ve çeperini büyütürken AKP’deki iç klik dalaşının ivmelenmesinden ekonomik krizin derinleşmesine bir dizi gelişmeye de vesile oldu. Salgının ağırlaştırdığı ekonomik ve mali yıkımın yanı sıra toplumsal yaşamın bütün alanlarını kesen çöküş tablosu, burjuva-feodal sistemin tüm yönleriyle teşhirini de beraberinde getirmiş, çelişkileri yoğunlaştırmıştır. Salgın krizinin ve etkilerinin yıllara yayılacağı ve derin ekonomik, sosyal ve politik sonuçlara yol açacağı döne döne tekrarlanırken, birçok sektörü daha şimdiden büyük bir yıkıma uğratmış bulunuyor. Salgının hem Türkiye hem de dünya ekonomisi üzerindeki yıkıcı etkisinin ise giderek daha da ağırlaşacağı öngörülüyor.
Kuşkusuz salgın krizi bir süre daha devam ettikten sonra yerini daha da keskinleşen bir politik iklime bırakacaktır. Emperyalist rekabet kızışacak, hâkim sınıfların emekçi halk ve ezilenler üzerindeki baskı politikaları katmerli bir muhtevaya bürünerek hayata geçecek, işçi sınıfının kazanılmış haklarının törpülenmesini içeren uygulamalar ardı ardına gelecektir. Yoğunlaşan çelişkilerin yaratacağı dinamiklere göre mevzilenme, politik süreci doğru tarzda okuyarak yaratıcı bir mücadele hattını hayata geçirme, keskinleştirme gibi bir dizi görev bizleri beklemektedir.
UMUTSUZLUĞA KARŞI UMUDU ÖRGÜTLE!
Salgın krizinin toplumsal olarak geleceksizliği ve umutsuzluğu derinleştirdiği milyonlarca insanın işsiz kaldığı gerçekliği hayatta kalma sorunu ile boyut kazanırken benzer biçimde “geleceksizlik” ve belli noktalarda belirsizliklerin bizleri de kuşattığını söylemek mümkün. Kuşkusuz birey toplumsal bir varlıktır, içerisinde bulunduğu koşulların, dönemin baskın ruh halinden, kültürden, politik atmosferinden vs. dolaylı-dolaysız etkilenir. Bu olgu dünyayı değiştirmek iddiasını taşıyan devrimcileri de kapsamaktadır. Önümüzdeki sürece güçlü bir biçimde girmenin yolu; bu durumdan ve yarattığı tablodan hızlıca sıyrılmaktan ve sınıf mücadelesinin gündemlerine yoğunlaşmaktan geçmektedir. Başkan Mao’nun “Toplumun gelişmesinin bugünkü aşamasında dünyayı doğru olarak bilme ve değiştirme sorumluluğu, tarih tarafından proletaryanın ve onun partisinin omuzlarına yüklenmiştir. Bilimsel bilgiye uygun olarak belirlenen bu süreç, yani dünyayı değiştirme pratiği, … insanlık tarihinde eşi görülmemiş büyük bir ana, yani dünyadan karanlığın bütünüyle yok edileceği ve dünyanın eşine rastlanmamış aydınlık bir dünyaya dönüştürüleceği ana ulaşmış bulunmaktadır. Proletarya ve devrimci halkın dünyayı değiştirme mücadelesi şu görevlerin yerine getirilmesini kapsamaktadır: Nesnel dünyanın yanı sıra, kendi öznel dünyalarını da değiştirmeleri; öğrenme yeteneklerini değiştirmeleri ve öznel dünya ile nesnel dünya arasındaki ilişkileri değiştirmeleri…” sözleriyle vurguladığı öznel dünyanın da değiştirilmesi vurgusu bugünkü süreçte yaşanılan yetersizliklerimizi, sınıf mücadelesini kavramada ve ilişkilenmedeki eksik pozisyonumuza nasıl müdahale edeceğimizi açıklar niteliktedir. Her şeyden önce Proletarya Partisi’nin 1. Kongresi’nde önüne koyduğu “proleter devrimciliği kuşan” hedefi her bir yoldaş açısından nesnel dünyanın yanı sıra öznel dünyanın da değiştirilmesini koşullar. Kuşkusuz elimizde sihirli bir değnek yok ve bu hedefimizin bir anda gerçekleşeceği idealizmine düşmeyeceğiz. Fakat baskının, sömürünün ve buna bağlı olarak kitlelerin sisteme dönük isyanının büyüdüğü/büyüyeceği koşullarda bu hedefe doğru atacağımız hızlı adımlar bugün açısından kendisini daha güçlü dayatmaktadır.
DERİNLEŞEN ÇELİŞKİLER VE MEVZİLENME
Devrim gibi büyük bir toplumsal alt-üst oluşa önderlik iddiasını taşıyor ve siyasi iktidarı fethetme mücadelesini sürdürüyoruz. Kuşkusuz bu büyük bir iddiadır ve bu iddia proletaryanın burjuvaziye karşı tarihsel meşruluğundan gelmektedir. Bu iddiayı somutlamak yani maddi bir güce dönüştürmek “sınıf mücadelesinin denizine bütün varlığımızla atılmak”tan geçmektedir.
Bugün olduğu gibi salgın sonrası koşullar alabildiğine politize bir iklimi yaratacak, kitlelerin sisteme dair çelişkileri yoğunlaşacak ve biriken öfke yeni patlamalara dair güçlü potansiyeller barındıracaktır. Faşist diktatörlüğün konsantre krizinin salgınla da birleşerek ivmeleneceğini de söylemek mümkün. Tam da bu koşullarda salgının açığa çıkardığı çelişkileri sistem teşhirine büründürmek ve süreklileştirmek görevi karşımızda durmaktadır. Bu noktada sistemin tüm araçlarıyla teşhiri meselesi tek başına yeterli değildir çünkü komünistler sistemin ortaya çıkardığı sorunları salt teşhir etmekle yetinmezler. Sınıfsal sömürü ve baskıya dayalı özel mülkiyet düzeninin kaçınılmaz olarak bu çelişkileri ortaya çıkaracağını, emeği ve onunla birlikte dünyayı sömürdüğünü bilirler. Bu anlamıyla komünistleri salt yorumlayan olmaktan; Lenin’in deyimiyle ‘nesnel şartların özürcüsü’ olmaktan çıkaran şey bu sınıfsal ve her koşulda devrimci pratiktir. Sınıf mücadelesinin pratiğinden kopmadan gündemlerine yoğunlaşmak çelişkilerin yoğunlaştığı her alanda konumlanmak önümüzdeki süreçte esaslarımızdan olmalıdır.
Salgın krizi bir kez daha göstermiştir ki, her şeyin değer, kâr, sömürü ve talan üzerinde şekillendiği bu sistemde ortaya çıkan hiçbir kriz, çelişki ve çatışma sınıflardan ve sınıf çatışmasından bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla sömürünün, çatışmaların ve kaosun hâkim hale geldiği her yerde en başta sınıfları ve sınıf çatışmasını ve uzlaşmazlığına odaklanmalıyız. Diğer çelişki ve çatışmalar bu temel çatışmanın etrafında veya ona bağlı olarak şekillenirler. Salgında ve salgın sonrasında ortaya çıkacak her çelişkiyi, gelişmeyi özgün biçimiyle ele almalı ve sınıf mücadelesine tabi kılmalıyız. Salgın sürecinde küçük burjuva reformist hareketin “dayanışmacılık”la sistem sınırlarına çekmeye çalıştığı tepkinin aksine komünistler ısrarla salgın krizinin adresi olarak emperyalist-kapitalist sistemi göstermiş ve sınıfsal ilişkileri ortaya koymuşlardı. Bu gerçeklikten hareketle salgın sürecinde ve sonrasında da konumlanmamızı bu saikle oluşturmalı sürecin tüm özgünlüğü ve karmaşıklığına karşı sınıf mücadelesinin gündem ve görevlerine yoğunlaşmalıyız.