Geçtiğimiz günlerde SMF’li Dersim Belediye Başkanı F. Mehmet Maçoğlu, verdiği bir demeçle koronavirüs salgınına yönelik Dersim halkına belediye olarak yapmış oldukları yardımları kamuoyuyla paylaştı. Verilen demecin en dikkat çekici noktası, “Vefa Sosyal Destek Grubu” ile olan ortak çalışmalara yönelik vurgusu oldu.
Maçoğlu ve bileşeni olduğu SMF’nin de çok iyi bildiği üzere “Vefa Sosyal Destek Grubu” bizzat İçişleri Bakanlığı tarafından kurulan ve illerde koordinesini valilikler ile esas olarak yerel kolluk güçlerinin (asker-polis) yaptığı ve koronavirüs salgını sonrası kurulan bir sosyal (!) yardım kuruluşudur. Dersim’de daha özel olarak kitlelerin bilincini maniple etme, devleti şirin gösterme, yardımseverliğini ortaya koyma gibi daha özel misyonlarla çalışmalarını yürüten bu kuruluşla devrimci-halkçı bir belediyecilik iddiası taşıyan Dersim Belediyesi’nin ortak çalışması tam da egemenlerin bahsini ettiğimiz politik amaçlarının “ekmeğine yağ sürme” anlamı taşımaktadır.
Devrimci bir kurumun, kitlelere yönelik bir saldırı aracı misyonu taşıyan bu kuruma ve çalışmalarına yönelik tavır alması gerektiği yerde bizzat bu çalışmaya ortak olmaları izaha muhtaç bir pozisyondadır. Nitekim benzer bir pratik de “Aşure Günü”nde yaşanmıştır. Valilik ve Tugay Komutanlığı ile beraber aynı kazana ortak kepçeler daldırılmış ve Dersim halkına bu aşureler dağıtılmıştır. Bu da yetmezmiş gibi “18 Mart Çanakkale’nin Kurtuluşu (!) Günü”nde yine aynı ekiple Atatürk Anıtı’na çelenk bırakılmıştır. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda da benzer bir görüntü Maçoğlu tarafından verilmiştir. Eli kanlı faşist Vali Tuncel Sonel bu törende “Bu hain, alçak teröristlerin son bir tanesi dahi etkisiz hale getirilinceye kadar hepimizin mücadelesi devam edecek” diyerek “başarılarını” belediye başkanının gözünün içine bakarak söylemiştir.
Bu pratikler, SMF’nin kafa bulanıklığının, söz ve eylem birliğinin tutarsızlığının somut ifadeleri olarak devrimci-halkçı belediyecilikle değil tam da sistemin, devletin işine yarayan belediyecilik pratikleri olarak hafızalarda yer edinmiştir. Politik olarak dejenere edilmiş, yerel kalkınmacılığa ve sorunların üstünü örten bir dayanışma-hizmet anlayışına indirgenmiş bir belediyecilik… Egemen sınıflar özellikle HDP’li belediyelere kayyum saldırısı yapmakla yetinmeyip kayyum tehdidini de etkin şekilde kullanmaktadır. Kayyumlar atarken her an her ilerici belediyenin başında bu “kılıç” sallanmaktadır. Kayyum tehdidi karşısında politik olarak teslim olan belediye başkanları vardır. SMF ve Maçoğlu belediyeciliği ise elindeki “mevziyi” kaybetmeme adı altında sistemin gerici politik-kültürel-sosyal çalışmaları ile uyumlu hareket etmekte, onun bir parçası olmaktadır. Bu şekilde belediyeyi elinde tutma siyaseti başarıya ulaşmaktadır.
Zira burada yaşanan her geri duruş, devletin kitleler nezdinde meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir. Halka hizmet politikası adı altında “Vefa Sosyal Destek Grubu” ile yapılan ortak çalışmaların başka da bir izahı yoktur. Salgın vesilesiyle de olsa devrimcilerin halka hizmet politikası; halkın kendi öz gücünü açığa çıkararak bir dayanışma örgütlemek, siyasi bilinci yükseltmek ve sisteme alternatif mekanizmalar yaratmaktır. Tali planda görülse bile bu tür ortaklaşmalar sisteme alternatif olma misyonunu ortadan kaldırır, politik/pratik olarak düşmanın değirmenine su taşır. Basite alınamayacak, üstünden atlanılmayacak ve kabullenilemeyecek bu pratiğin SMF’nin içine girdiği reformist, tasfiyeci yönelimin bir yansıması olduğuna dair hiçbir kuşku yoktur. Zira tasfiyeciliğin en önemli etkilerinden biri ideolojilerin ve buna bağlı olarak düşman kavramının silikleşmesidir. Hal böyle olunca söylem ile eylem arasındaki uçurum derinleşmektedir.
Bir yandan egemen sınıfların ve devletin Dersim’de kitleleri maniple etme politikalarından dem vurup kitlelere bilinç taşındığı iddia edilecek diğer yandan “aşure gününde” aynı kazana kepçeler sallanacak. Bir yandan kitlelere “Kaypakkayacılık” adı altında “Kemalizm faşizm”dir bilinci taşınmaya çalışılacak diğer yandan “18 Mart” gibi faşizmin temsili günlerinden birinde “yasal zorunluluklar” adı altında Atatürk büstünün karşısında saygıda kusur edilmeyecek. Bir yandan asimilasyon saldırılarına karşı örgütlenme çağrıları yapılacak diğer yandan egemenlerin asimilasyon araçlarından biri olan bir kurumla ortak çalışmalar yürütülecek. SMF’nin söz ve eylem arasındaki bu çelişkisi, yerel yönetimlere biçtiği abartılı anlamın, onun pratik karşılığının bir ürünüdür. Legal alanı devrimci faaliyetin bir aracı olarak kullanmak ile onu merkeze alıp devrimci kimliği ötelemek farklı şeylerdir. Çelişkinin bir yanında devrimci iddia diğer yandan devrimcilikle bağdaşmayan pratikler vardır. Devrimcilik bir iddia olduğu kadar sınıf düşmanlarıyla uzlaşmaz bir karşıtlıktır da. Burada atılan her geri adım devrimcilikten verilen bir taviz anlamı taşır ve konumuz özgülünde tavizlerin ardı arkası kesilmemektedir. Nedeni ve gerekçesi ne olursa olsun egemen sınıfların kurumlarıyla, onların yardım kuruluşlarıyla, eli halkın ve devrimcilerin kanına bulaşmış asker, polis, valiyle yan yana olmanın, aynı mecrada buluşmanın, ortak çalışmalar içerisinde bulunmanın kabul edilebilir bir yanı yoktur.
Kuşkusuz belediye çalışmalarının bazı yasal çerçevelerle, protokollerle kuşatılmış bir çalışma alanı vardır. Ancak bir yere kadar anlaşılır bu gerçekliğin de sınırları vardır. Unutulmaması gereken tam da belediyecilik kimliğinden ziyade taşındığı iddia edilen devrimci kimliğin gereklilikleridir. Dersim bir savaş bölgesidir ve orada devlet en faşist ve askeri yüzüyle varlık kazanmaktadır. Fakat Dersim aynı zamanda devrimci mücadelenin, halkın ilerici-devrimci mücadelesinin yaşam bulduğu bir coğrafyadır. Dersim’de “protokollere” teslim olmanın anlamı devletin dayatmalarına teslim olmaktır ki o devletin Dersim’de tüm adımlarına yön veren amaç bellidir. Ekonomik-sosyal-kültürel politikalarla halkın devlete karşı duruşunu ve siyasi bilincini köreltmek, işbirlikçiliği geliştirmek, devrimci-demokratik örgütlenmeleri işlevsiz kılmak ve kuşkusuz başta gerilla mücadelesi olmak üzere Dersim’deki devrimci mücadeleyi tasfiye etmek devletin temel amaçlarıdır.
Eğer devlete ve onun uzantılarına karşı devrimci bir mücadeleyi esas almıyorsanız özellikle de Dersim gibi bir coğrafyada bunu başaramıyorsanız hâkim olana yedeklenmek kaçınılmazdır. Bu durumda “üretimciliğiniz” yerel kalkınmacılığın bir parçası olur, sistemin ve devletin açtığı gedikleri kapatmanın bir aracına dönüşür. Hatta Dersim’de görüldüğü gibi devlet de benzer bir politikayla sizden daha fazla “üretimci” olur, halkı bu yolla “satın alma” politikası izler ve sizin “üretimciliğiniz” siz isteseniz de istemeseniz de bu gerici politikanın bir yedeği haline gelir. Eğer devrimci bir mücadeleyi esas almıyorsanız “belediyeciliğiniz” de aynı akıbete uğrar ve kayyum yoluyla değilse bile icraatlar yoluyla “devlet”leştirilir. Ve yine devrimci mücadeleyi esas almazsanız Dersimlilik adına ürettiğiniz kültür, halkın ilerici kültüründen beslenen devrimci-demokratik bir kültür değil halkın geri yanlarından beslenen ve devletin de pek razı geleceği “uzlaşı” kültürü olur.
Devrimciliğin en temel düsturlarından biri düşman kavramının diri olmasıdır. Burada oluşan tahribatın götüreceği çizginin ne olduğunu uzun uzadıya yazmaya gerek yoktur. Özelde Dersim’de egemenler, temsilcileri aracılığıyla sadece askeri-politik değil, kültürel anlamda da halkı yoğun bir biçimde kuşatmaktadır. Bu politika hızından bir şey kaybettirmeksizin devam etmektedir. Kuşkusuz bu saldırılara ilk refleksin gösterileceği yer ise devrimci-demokratik kurumlardır. Zira burada gösterilecek her tavır, kitlelere bir bilinç olarak taşınacak ve halkın da tavır almasına yönelik çalışmaların temeli olacaktır. Ancak bu tarz pratiklerle bırakalım kitlelere devrimci bilincin taşınmasını, tavır alan halkın da gerisinde bir seyir izlenir.
Devrimcilik, ezenle-ezilen çatışmasında sömürülen ve ezilen kitlelerin safında olmayı ve bu safta en önde olmayı gerektirir. Bu durumda karşı cepheyle yani sınıf düşmanlarıyla amansız bir mücadele içerisinde olmak, uzlaşmaz bir duruş sergilemek işin doğası gereğidir. Düşman olgusunun tanımı dar bir çerçeveye sığdırılamayacak kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Düşmanın sınıfsal temeldeki varlığı onu bütün cephelerdeki bir olgu haline getirir. Ekonomik-politik-askeri-kültürel uzlaşmazlık ifadesini burada anlamlandırır. En nihayetinde devrimcilik iddiasını kuşanan bir hareketin yerel yönetimler cephesi de tüm yasallığına rağmen bu uzlaşmaz karşıtlığın bir tezahür alanıdır. Biçim özgün olabilir fakat öz aynıdır. Biçimin özün önüne geçmeye, onu karartmaya başladığı noktada ciddi sorunlar baş gösterir. Bu sorunlara yaklaşımımız aynı zamanda geleceğimizi belirler. Sorgulamalara gitmeyen, eleştirileri savuşturan ve en önemlisi devrimci iddiasını yitiren bir yaklaşımın karşıtına hizmet etmeye başlaması ve zamanla ona dönüşmesi eşyanın tabiatı gereğidir. Bundandır ki SMF, söz konusu pratikleri masaya yatırarak devrimci iddiası ile belediyecilik anlayışı arasındaki tezatlıkları, bu anlayışın yön verdiği pratiklerin nereye tekabül ettiğini sorgulamalıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 30 Nisan 2020 tarihli 60. sayısından alınmıştır.