Salgın dünyada ve yaşadığımız coğrafyada gün geçtikçe yayılırken bedeli de işçilere, kadınlara, çocuklara ve gençlere ödetilmek isteniyor. Bu süreçte işçi sınıfı ve ezilenleri hedefine koyan devlet kadın düşmanı yüzünü de çıkardığı yasalarla bir kez daha ortaya koymaktan geri durmadı. Salgının yaygınlaşmasıyla birlikte ‘evde kal’ çağrıları da yaygınlaştı. Tüm aile bireyleriyle evde kalmanın kadınlar için bir ‘bedel’i de oldu. Salgın günlerinde kadınların iş yükü artarken tüm dünyada kadına yönelik şiddet arttı.
Salgın süreci ve egemen sınıfların salgına karşı aldıkları “tedbir”ler kadınlar için “tedbir” olmaktan uzak, şiddet ve iş yükünü artıran politikalar olarak ortaya çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsiyetçi iş bölümü ile birlikte kadının omuzlarına yıkılan temizlik, çocuk ve yaşlı bakımı, yemek yapmak vs. salgın süreci ve evde kal çağrılarıyla 2-3 kat daha arttırdı. Bu süreçte kadınlar fiziki şiddetin yanı sıra psikolojik şiddetinde en yoğununa maruz kalmaktalar. Erkeği işe, çocuğu okula gönderen kadının ‘bir nebze’ olsun iş yükü daha hafifliyordu. Tüm aile bireylerinin evde bulunmasıyla birlikte iş yükü daha da artan kadın kendini sürekli bir uğraş ve ertesi gün ne yapacağının stresi içerisinde bulmaktan alıkoyamıyor. Bu durum kadın üzerindeki psikolojik baskıyı katmerlendiriyor.
Salgının daha da derinleştirdiği kriz süreciyle birlikte şimdi geçim derdinin sıkıntıları da evdeki yaşantıya yansımaktadır. Salgının yaygınlaşmasıyla birlikte çok sayıda işçi işinden atıldı ya da ücretsiz izne gönderildi. Haliyle tüm bunların üzerine artan işsizlik ve sefalet günleri de eklenmiş oldu. İşsizliğin ve sefaletin yarattığı toplumsal baskı kadına yönelik şiddeti de artırmış, işsiz kalan erkek ‘güçsüz’ gördüğü kadına yönelik şiddetini artırmıştır.
Yalnızca koronavirüs salgının açıklandığı 11 Mart ve 31 Mart tarihleri arasındaki 20 günlük süreç içerisinde 14’ü evinde olmak üzere 21 kadın erkekler tarafından katledildi. Türkiye’de kadına yönelik şiddet yüzde 38,2 artmış durumda. Verilere göre de şiddete karşı destek hatlarının en çok arandığı süreç salgın süreci oldu. Devletin polisi şiddete maruz kalan kadınları, koronavirüsü bahane ederek evlerine geri gönderiyor. Yetmiyor Adana’da bulunan 3 kadın sığınma evinden biri koronavirüs salgının bahane edilerek kapatılıyor. Devlet şiddeti önlemeyi değil artırmayı, kadınları da çaresiz bırakmayı tercih ediyor.
Bir bütün ezilenlere saldıran egemenlerin kadınlara yönelik politikaları da ölüm pahasına üretim dayatması yaptığı işçilerle ve yok saymaya çalıştığı siyasi tutsaklarla eşdeğerdir. Egemen sınıfların politikaları ve çıkardığı infaz yasası, kadınları korumaktan uzak olmakla birlikte erkek şiddetini cesaretlendirici ve kadın cinayetlerine, çocuk istismarına teşvik edici bir yerde durmaktadır. Hiçbir tedbir alınmaksızın salınacak olan istismarcılar, zanlılar ve katiller kadınlar ve çocuklar için büyük tehlike oluşturmaktadır. Hatta belki çoğu kadın ve çocuk onları bu suçu işleyip bırakılanlarla aynı evde yaşamaya maruz kalacak.
Devlet koronavirüs salgınını fırsata çevirdi, TCavüzcü ve istismarcı yüzünü meclisten geçirmeye çalıştığı çocuk istismarının affına yönelik yasa tasarısıyla bir kez daha ortaya çıkardı. İstismarcı suçu işlediği tarihte başkasıyla evli değilse, çocuk 14 yaşına girmişse ve şikayetçi değilse, aralarında 15 yıldan fazla yaş farkı yoksa çocuk istismarcısıyla evlenecek. Ve istismarcının tekrar hapse girmemesi için en az 5 yıl evli kalma şartı var. Neredeyse her gün kadın cinayetlerinin ve çocuğa yönelik istismarın yaşandığını düşünürsek istismarcı bir daha hapse girmemek için 5 yıl boyunca çocuğu tehditle, zorbalıkla, işkenceyle de tutacaktır. Koronavirüs salgınının arkasına sığınılarak yeni infaz paketiyle çocuğa yönelik istismarın suçlularının affının önü açılıyor. Çocuk istismarının ve kadına yönelik şiddetin affı olamaz.
Salgın ne kadar sınıfsalsa kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı da sınıfsaldır, sınıfsal bir temele dayanır. Kapitalist-emperyalist sistemin ortaya çıkardığı sorunların -koronavirüs salgını gibi- ekonomik, sosyal vb. boyutları da olmaktadır. Kapitalist-emperyalist sistem, kadını ve çocuğu güçsüz olarak yaftalarken ve ikinci konuma koyarken erkeği de egemen güç olarak ortaya koymakta ve toplumu da bunun üzerinden şekillendirmektedir. Öyleyse kadın mücadelemiz de sınıfsal ve sistemin özünü hedefleyen bir rotada olmak zorundadır. Kadınlar şiddete karşı kadın bilincini kuşanmalı, örgütlenmeli ve özsavunma hakkını kullanmaktan geri durmamalıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 16 Nisan 2020 tarihli 59. sayısından alınmıştır.