“Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk planda sağladığı doğrudur, ama ikinci ve üçüncü planda da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran, bambaşka, önceden görülmeyen etkileri vardır. Mezopotamya, Yunanistan, Küçük Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, ormanlarla birlikte nem koruyan ve biriktiren merkezlerin ellerinden gittiğini, bu ülkelerin şimdiki çölleşmiş durumuna ortam hazırladıklarını akıllarına hiç getirmiyorlardı. Alpler’deki İtalyanlar, dağların kuzey yamaçlarında dikkatle korunan çam ormanlarını güney yamaçlarında yok ederken, bölgelerinde sütçülük sanayiinin köklerini kazıdıklarını sezemiyorlardı.” (F. Engels, Doğanın Diyalektiği)
Çin’in Wuhan şehrinde başlayıp tüm dünyaya yayılan ve salgına neden olan Kovid-19 virüsü, 3-4 ay içinde 1,5 milyondan fazla insana bulaşıp 100 bine yakın insanın ölmesine neden oldu. Ki bu veriler salgın kontrol altına alınmadığı için her gün daha da artmaktadır.
Virüsler bir anda gündeme oturdu, özelikle salgına karşı, devletler “sert” önlemler almak zorunda kaldı. Birçok ülkede sokağa çıkma yasağı ya da sınırlama getirildi. Belli sektörler ise tedbir temelinde kapatıldı ve fiili karantina ortamı yaratılarak salgının yayılma hızı düşürülmeye çalışıldı.
Aslında insanlık virüslere çok da yabancı değildi. Veba salgını, İspanyol gribi, Ebola, AIDS, Zika virüsü, Sars, Mers gibi birçok salgınla karşı karşıya kalmış ve bazı salgınlar dünya nüfusunun yarısını yok etmiş, sistemlerin, devletlerin ortadan kalkmasına ön ayak olmuşlardır.
İspanyol gribinde dünya nüfusunun %5’inin yok olması sonrası dünya salgınlara önlem almak için daha ciddi çalışmalar yürütmeye başladı. Teknoloji ve bilimin gelişmesi ile beraber birçok salgın ya tamamen yok edildi ya da kontrol altına alındı fakat virüsler, yeni salgınlarla ve yeni versiyonlarla karşımıza çıkmaya devam etti. Çünkü şu ana kadar sadece bilinen virüslere çözüm olunabildi. Doğada 1.5 milyona yakın virüs olduğu tahmin edilmekte ve bunun sadece %30’u bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bir salgının 6 ayda tüm dünyaya yayılabileceği ve 33 milyona yakın insanın ölmesine neden olabileceği belirtilmektedir.
Virüslerin yaşamımızın bir parçası olduğu gerçeğini kabul etmek gereklidir. Özellikle son 10 yıl içinde daha fazla ortaya çıkmaları ve yayılmaları, buna karşı alınmayan önleyici tedbirler çok önemlidir. Zira bilimin geldiği nokta önleyici tedbirlerle sonuçlar alınabileceğine dair bir gerçekliğe işaret etmektedir. Ancak önleyici tedbir “masraflıdır.” Üstelik kârlılık oranı düşük bir yatırım alanıdır. Bunun yanında bilimin ayağındaki prangaların kısmen de olsa serbest bırakılmasını gerektirmektedir. Bunların hiçbiri emperyalist-kapitalist sistemin işine gelmeyen durumlardır. Bu yüzden önleyici tedbirlere yönelik çalışmalar yapılmamakta, buna yönelik girişimler masraflı olduğu gerekçesiyle kapatılmakta ya da engellenmektedir.
TARIM POLİTİKASI, ÜRETİCİNİN YIKIMI VE SALGININ TEMELİ
Doğada var olan virüsler nasıl oluyor da bir anda ortaya çıkıp tüm dünyayı etkileyebiliyor? Yani Wuhan’da yarasa yenmesi mi gerçekten sorunun kaynağı ya da Çin’de açık canlı hayvan pazarlarının kapatılması bir çözüm mü?
Çin’de yüzyıllardır yabani hayvanlar yenmektedir. Yani Çin ve daha genellersek Doğu Asya’nın yemek kültürü yeni değildir. Binlerce yıllık bir tarihe uzanır. Virüsler neden bu zamanda ortaya çıktı? Bahsi geçen virüsler şimdi mi ölümcül bir salgına neden oldular?
Öncelikle, doğada birçok yabani hayvan virüsler için konakçı durumundadır. Yani virüs bu canlılar üzerinde yaşarlar ve yayılabilirler. Ne zaman ki insanla buluşurlarsa o zaman tehlikeli virüslere dönüşebilirler. Bunlara zoonotik virüs denmektedir.
Çin’in Wuhan eyaleti birçok büyük çiftliğe sahiptir, orman alanları açılarak hayvan çiftlikleri kurulmuştur. Hayvancılığa açılan ormanlar sonrası yabani hayvanlarla çiftlik hayvanları daha fazla iç içe geçmiş ve virüs için yeni konakçılar oluşmuştur. Bunla beraber yabani hayvan ticareti yapan köylüler bu hayvanlar için ormanın daha derinlerine inmiş ve daha önce bilmediğimiz virüs taşıyan yarasa veya başka hayvanları yakalayıp başka hayvanlarla etkileşime gireceği pazarlara getirmiştir. Bu etkileşimden değişen virüsler insanlara bulaşarak daha tehlikeli salgınlara neden olmuşlardır. Çin’deki bu yayılma esasta bu şekilde olmaktadır. Bu sadece Çin için geçerli olan bir şey değildir. İnsanın doğaya daha fazla müdahalesi daha fazla yabani hayvanlarla etkileşime geçmesi ile birlikte yeni virüslerle karşı karşıya kalınmaktadır.
Kapitalizm daha fazla üretmek ve bunu daha ucuza mâl etmek için dünyada birçok yarı-sömürge, yarı-feodal ülkede dev endüstriyel hayvan çiftlikleri kurmuştur. Bu çiftliklerde tek tip hayvancılıkla binlerce hayvan dar alanda kendi doğasından koparılarak yetiştirilmekte ve bu çiftlikler için doğa tahrip edilmektedir. Doğa sadece çiftlikler için değil aynı zamanda bu çiftliklerin ihtiyacı olan yem üretimi için tahrip edilmekte ve yabani doğayla insanların ve hayvanların teması sağlanmaktadır. Bu temas, masrafların en alt düzeye düşürülmesini içerecek yani kâr oranlarını yüksek tutacak şekilde yapılmaktadır. Bunun anlamı şudur: Önleyici tedbirler almamak, bilimi çok yönlü üretim sürecine dâhil etmemek, doğayla dengeli ilişki kurmamak ve tüm sağlık şartlarına uygun üretim biçimini geliştirmemektir. Çünkü bu girdi kalemlerini şişirmekte, masrafları artırmakta ve kârlılık oranını düşürmektedir. Bunun tersi ise yüksek kâr oranları demektir. Emperyalist-kapitalist sistemin bu noktada tercihinin ne olduğu ileride de ne olacağı ise söz söylemeye gerek bırakmayacak şekilde açıktır.
Girilen bu vahşi doğada bilmediğimiz virüsler buradaki canlılarla hızlıca temasa geçmekte, bu alanlarda çalışanlara bulaşmakta ve yeni bir salgın için en uygun, en zengin yaşama alanı oluşturmaktadır. Virüsler endüstriyel hayvancılık üzerinden hızlıca tüm dünyaya yayılmaktadır.
1918-1919’daki grip salgını Amerika’da bir domuz çiftliğinde bu şekilde ortaya çıkmış ve dünya nüfusunun %5’inin ölümüne neden olmuştur. Yine 2000’lerde ortaya çıkan domuz gribi de endüstriyel hayvancılık çiftliklerinden başlayıp tüm dünyaya yayılmıştır.
Bugün endüstriyel hayvancılık dünyada çok hızlı gelişmekte ve büyümektedir. Kapitalizmin ticari metası olan bu ürünler kâr elde etme hırsı ile gübreden ete ve yan ürünlere kadar dünyanın her yerine dağılmaktadır. Brezilya’da üretilmiş ete bulaşmış bir virüsün Türkiye’ye ulaşması sadece bir hafta içinde olmaktadır.
Geçen yıl Brezilya’daki Amazon Ormanları’nda çok geniş yangınlar ortaya çıktı. Bu yangınların nedeni, endüstriyel sığır yetiştiriciliğinde önemli bir yerde olan Brezilya’nın, yeni çiftlikler ve yem üretecek alanlara ihtiyaç duymasıdır. Bu alanların oluşturulması için de ormanlar hunharca, burjuvazinin kâr amacına kurban edilmiştir, edilmektedir. Bu yangınların iklime olan etkileri çok ciddi boyutlardadır. 2020 yılında Brezilya’da Zika virüsünün tekrar ortaya çıktığı görülmüştür. Bunun nedeni ise yanan ormanlar sonrası, Zika virüsü taşıyıcısı sineklerin varlığı ve güçlü hale gelmesi için tüm koşulların ve ortamın uygun hale gelmesidir. Zira ormanlar yok edilerek Zika sinekleri için uygun ortam olan gün ışığının artması ve nemli ortam şartları oluşmuştur. Yine Afrika’da 2020’de, Afrika domuz vebası domuz çiftliklerinden tüm dünyaya yayılmıştır.
Kapitalizm bugün virüslerin ölümcül bir salgına dönüşmesine endüstriyel tarımın neden olduğunu bilmesine rağmen bunu gizlemek için elinden geleni yapmaktadır. Kuş gribi de bilindiği gibi büyük çiftliklerden yayılmıştır. Buna rağmen küçük hayvancılık yapan köylülerin tavukları yok edildi ve köy tavukçuluğu bu şekilde ve gerekçeyle ya bitirildi ya da geçimlik düzeye getirildi. Aynı şekilde domuz gribi ve deli dana gribinde de aynı sonuçlar oldu. Bugün de koronavirüs için köylü pazarları suçlanıp hedef haline getirilirken Wuhan’daki büyük endüstriyel domuz çiftlikleri gözden kaçırılmaktadır. Bu durum kapitalizm açısından anlaşılır bir şey çünkü küçük üreticilerden çok dev tek tip ve daha fazla kâr elde eden çiftlik üretimi onun için daha kârlıdır. Kapitalizm için “sürdürülebilirlik, denge, doğayı koruma” değil “tüketme, yok etme” üzerine kurulu bir yaklaşım esastır. Yüksek kârlar elde etmek için üretim ilişkileri bu kodlarla yazılmıştır.
Endüstriyel tarım ve hayvancılık bugün dünyanın önündeki en önemli tehlikelerden birini oluşturuyor. Virüsler için yeni yaşama alanları olması kadar kullanılan ilaçlar, gübrelerin kimyasal olması, tohumların zararlı GDO’lar haline gelmesi doğaya ve insana ciddi düzeyde zarar veren bir yapı oluşturmaktadır. Endüstriyel tarım yerel üreticiyi yok etmektedir. Bu üretim sadece dünya nüfusunun %30’unu doyurmaktadır. Yani dünya nüfusunun %70’i buralarda üretilen ürünlere hiç ulaşamıyor. Bu üretimin aslında açlığı yok etmek için değil kâr hırsıyla yapıldığını göstermektedir.
Endüstriyel çiftliklerin virüsler için konakçı olması, insanın bünyesi ve genetiğine etkisi ve yine sera gazının %16’sını üretmesi gibi etkileri vardır. Oluşan tablo, bu tarım şeklinin dünyaya verdiği zararların göstergesidir.
ÖLÜM KUSAN KÂR HIRSI VE MÜCADELE ZORUNLULUĞU
Kapitalizmin sadece büyük çiftlikleri değil madencilik gibi sektörleri ele alışı da ortaya benzer sonuçlar çıkarmaktadır. Doğanın daha derin yerlerine pervasız, tedbirsiz ve doğada yıkım yaratacak şekilde müdahale edilmesi insanları virüslerle karşı karşıya bırakacak koşulları yaratmaktadır. Emperyalist-kapitalist sistem ve onun üretim modeli iklimde de geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurdu. Kapitalizmin yerüstü, yeraltı ve atmosfer dâhil doğaya çok yönlü müdahalesi, onu kontrol altına alma çalışmaları bugün daha ölümcül sonuçlara neden olmaktadır.
Kuşkusuz insanın doğayla ilişkisi, doğayı üretken gücünün bir parçası haline getirmesi toplumların gelişimi açısından zorunlu adımlar oldu. Ancak asıl mesele doğayla kurulan ilişkide, özel mülkiyete dayalı üretim tarzlarının ve özellikle kapitalist üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin dayandığı temeldir. Bu temelin özelliği, doğayı kâr marjının bir parçası görmesi, doğanın dengesini bozmayı masraflı tedbirlere tercih etmesidir. Doğanın tahrip edilmesinin doğuracağı tüm sonuçlar bu kâr ilişkisi denklemi içindedir ve kapitalizm her zaman bu denklemde önceliği kâra vermektedir.
Virüslere karşı önleyici tedbirlerin önemi kadar bu virüslerin çıkış koşularının durdurulması da gerekmektedir. İnsanlığın, %30’nun gıda ihtiyacı için %70’i yok sayılmaktadır. Bugün endüstriyel tarıma ve onun sonuçlarına karşı mücadele etmek, Yeni Demokratik Devrim ve sosyalizm mücadelesi ve onun tarım politikalarına olan ihtiyacı daha güçlü savunmak gerekmektedir. Bilimin ve teknolojinin tarımda üretkenliği sağlayacak çalışmalarını savunmak, toprağın feodal tarz ya da kapitalist tarzdaki özel mülkiyetiyle savaşıma girmek, endüstriyel tarımın yıkıcı sonuçlarını anlatmak ve propaganda etmek oldukça önemlidir.
Virüsler hep var olacaktır onlarla yaşamayı öğrenmeliyiz. Doğa ile olan ilişkimiz dengesiz, yıkıcı ve durmaksızın -fazla- üreten ve bunun sonucu olarak onu tüketip yok eden yaklaşımı reddetmeye dayanmalıdır. Bu tüketim ve yıkım, sınıflı uygarlıkların ellerindeki teknolojinin gelişkinliğine paralel gerçekleşen bir ilişkidir. Ancak kapitalist-emperyalist sistemde bu olabildiğince boyutlanmış, gelişmiş, donanmış ve büyüyerek ölümcül bir çelişkiye doğru evrilmiştir.
Doğayla insanlığın mücadelesi ve çelişkisi kuşkusuz sadece sınıflı uygarlıklarda olmayacaktır. Sınıfsız topluma giden sürecin bir parçası olan Yeni Demokratik iktidarlarda, sosyalizmde ve nihayetinde komünizmde de doğa-insan ilişkisi ve mücadelesi söz konusu olacaktır. Ancak doğayla ilişkiye sınıflı uygarlıkların acımasız, pervasız ve yok etmeye kodlanmış yıkıcı yapısı değil insanı, emeği ve doğayı birbiri için vazgeçilmez ve bütünsel bir ilişki olarak ele alan yapıcı bir karakter yön verecektir.
Virüsleri belki bugün emperyalist-kapitalist sistem yaratmadı. Ancak bu virüslerin ortaya çıkmasında, yayılmasında ölüm oranlarındaki yükselmede, halk sağlığının korunmamasındaki temel neden bu çürümüş, artık yok edilmesi, kökü kazınarak tarih sayfalarında yerini alması gereken sistemin ta kendisidir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 16 Nisan 2020 tarihli 59. sayısından alınmıştır.