Bir ayı aşkın bir süredir global ölçekte gündemde olan koronavirüs (Kovid-19) salgınına karşı, dünyanın hemen her yerinden devletler ve halklar çeşitli önlemler alıyor. Bu gündem hali içerisinde doğal olarak teorik-politik çeşitli pozisyonlar çoktan alındı bile: biyo-politikadan kapatılmaya, yaşananların istisna hali olup olmamasından devletlerin politikalarına, komünizm fikrinin yeniden düşünülmesinden hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olamayacağına kadar bir dizi teorik tartışma tüketilmiş durumda. Örgütsel-politik düzlemde de çeşitli ayrımlar göze çarpıyor. Ortaya çıkan sorunun boyutu ve niteliği teorik, politik, pratik bir karmaşa için yeterince zemin sunuyor. Ancak reformist dalgaların içine çektiği bir devrimci güçler gerçekliği var, bizi düşündüren bu katman değil söz konusu güçlerin bu karmaşada yönsüz pusulasız olmalarıdır. Sorunun kapsamlı olduğunu belirtip örgütsel boyut üzerinde sınırlı da olsa durmak istiyoruz.
Meseleye esasta örgütsel açıdan ele almamızın çok temel bir nedeni var: 1. Değiştirici ve dönüştürücü olarak politik özneye inanıyoruz, 2. Özneden bakmadığımız her tartışma bizi politikanın ve materyalist denklemin dışına atıyor ve kendimizi insanlığın, yabancılaşmaların, dünyanın sonunun vs. içinde buluyoruz. Bu felsefi kategorileri reddederek işe başlamanın çok temel bir ayırıcı hamle olduğunu düşünüyoruz. Ayrımı yaptıktan sonra sürece dair birkaç örgütsel pratik örneği alalım:
- Filipinler Komünist Partisi[1]; ülkede bulunan gücü oranında, korona salgınına karşı seferberlik ilan etti. Yaptıkları açıklamalar seferlik çağrıları, halka ücretsiz sağlık hizmeti, ücretsiz sağlık materyali dağıtımı ve devletin bu noktadaki eksikliğinin teşhiri üzerine yoğunlaşmış durumda. Birkaç gün önce Filipinler Komünist Partisi, salgından dolayı 15 Nisan’a kadar devlete karşı ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Kararı Birleşmiş Milletler de tanıdı.
- Hindistan Komünist Partisi (Maoist); Hindistan’da Maoistler saldırılarını arttırdı ve geçtiğimiz günlerde devlete çok etkili bir eylem düzenledi.[2] Eylemler sürerken korona salgını üzerinden de devletin teşhiri yapılıyor. Açıklamalar devletin halkın sağlığını güvence altına alamadığı yönünde yoğunlaşıyor. Öte yandan Maoistler, devletin “evde kalın” çağrılarına kulak asmayıp bu istisnai hali bir avantaj haline çevirdiler. Öyle ki devlet, salgının varlığından ötürü aciz duruma düşmese bile Maoistlerin özgürce faaliyetlerine devam etmeleri noktasına acizleşip komünistleri halka şikayet etti. Gerillaların virüsü yaydığı, halkı riske attığı ajitasyonunu yaptılar. Devletin cüret edemediği “biyo-politik” alana Maoistler sızdı.
- Brezilya’daki favelalarda, devletin sokağa çıkma yasağı koyamamasından kaynaklı bölgedeki çeteler inisiyatif alıp sokağa çıkma yasağı koyuyor[3]. Çetelerin karakteri, halkla olan ilişkileri ve hegemonik güçleri bilinmemekle birlikte, alınan inisiyatifin enteresan bir tartışma açtığını söyleyebiliriz.
Bu üç örnekten birincisi ve ikincisi, kendi ülkelerindeki düşmanla, yani halk düşmanı devletle aynı düzlemde ve dişe diş bir mücadele halinde. Bu iki örneğin de kendi özgür alanları, süregelen eylem pratikleri ve baskın ideolojik formasyonları var. Bu ülkelerdeki Maoistler, konjonktürel alanlarını devletinkiyle denkleştirebildikleri bir ortak alana sahipler. Bu iki örneğe benzer bir denkliğe coğrafyamızdan verebileceğimiz örnek Kürt Ulusal Hareketi’dir.
Düşmanla kurulan ortak konjonktürel alan, bu öznelerin taktik politikalarını, istisnai süreçlerde bile sadeleştirme imkânı tanıyor. Filipinler’deki Maoistlerin yaptığı tam olarak bu. Seferberlik/dayanışma politikası böylesine muktedir bir özne için sade ve karşılık bulan bir politika.[4] Öte yandan “kapatılma” kavramsallaştırması üzerinden, “bedenlerimize kadar saldıran ve bizi evlerimize kapatmak zorunda kalan aciz kapitalist devlet” söyleminin karşısına Brezilya’daki favelalardan çok çarpıcı bir pratik çıkıyor: Devlet kapatamazsa biz kapatırız diyor favela çeteleri. Düşmanıyla aynı konjonktürü paylaşan öznelerin örgütsel pratik bilgisi karşısında felsefi genel bilgi hükümsüz kalıyor.
Türkiye devrimci özneleri içinse durum yukarda ele aldığımız örneklerden farklı. Zira ülkedeki hiçbir devrimci örgüt, devletle aynı konjonktürel alan üzerinden diyalog kuramıyor, onunla aynı düzlemden savaşamıyor. Dolayısıyla örneğin bu örgütler için esas yönelim ayakta kalabilmek, savrulmamak, birike birike örgütlenmekken düşmanın derdi sınırlı bir enerji harcayarak bu örgütlerin tehlike düzeyini minimumda tutmak oluyor. Sorun da burada başlıyor zaten. Devrimciler bir sınırlılık içerisinde ve değişik taleplerle kitle çalışması yürütüyorlar. Bu çalışmaların yanında genel eğilim ise yine haklı olarak, dışarı çıkmamak, kapanmak oluyor. İstisnai süreç içerisinde her şey, istisna halinin olağanlığında yaşanıyor. İstisnai süreç içerisinde istisnai bir atılım, bir kırılma, bir kopuş gerçekleşemiyor. Soyutlamalar örgütsel pratik girdabında sıkışıyor. Devrimci hayal yani tahayyül köreliyor ve bir sonraki istisna halinde de aynı reaksiyonu vermek üzere uykuya alıyor kendini. Yönelim “toplumsal dayanışma” hegemonyasına doğru yol alıyor. Her gün aynı saatte balkona çıkıp sağlık emekçileri alkışlanıyor, toplumsallık artıyor, halk “bir”leşiyor, “birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günler” vuku buluyor.
İstisnai olağanüstü haller, özne hazırlıksız olduğu oranda istisna olmaya devam edecektir. Hazırlıktan kastımız kopuş anını sürekli ortaya çıkarmaya çalışan, bir şekilde çıkma ihtimali baş gösterdiğinde ona doğrudan politik olmasa da düşünsel düzlemde tutunan bir yapıdır.
Bu anlamda devrimci düşünce kendinden başka bir hegemonik güçle uzlaşamaz, onunla birleşemez, onun politik hattının içine giremez, halkın içinde onun doğrultusunda homojenleşemez. Devrimcilik kendi hegemonik konumunu, hele ki böylesi bir istisnai durumda, dayatmak için yollar arar, halkla uzlaşmadan ve fakat halktan da kopmadan, gerektiğinde huzursuzluk yaratacak düzeyde “bencil”, halkın çıkarlarını önceleyecek düzeyde fedai bir yerde konumlanır. İhtilalcilik ne dayanışmayı “halktan biri olana dek” içselleştirmeli ne de halkın sorunlarını kendi sorunları değilmişçesine görmelidir. Perspektifimiz kopuşa yol açabilecek her taktiksel manevrayı kucaklamalı, ufku sonuna kadar açacak aşırı, teorik zorlamalarda bulunmalıdır.
Türkiye’de Proletarya Partisi 1. Kongresi’nde devrimci durumun eğilimini yükseliş yönünde belirlemiş “hazırlık” sorununun özellikle düşünsel planda, “tahayyül”de gerçekleşmesinin ve hâkim hale gelmesinin önemine vurgu yapmıştır. Türkiyeli Maoistler özgülünde salgın sonrası tereddüt anının olabildiliğince kısa olması, kısa sürede örgütsel ve pratik görevlere odaklanılmasında bu ruhi şekillenişinin önemli bir payı vardır. Bununla birlikte pratik cüret ve cesaretin yeterince hayata geçtiği söylenemez. Böylesi süreçlerde olağanüstü bir sıçrama beklenemez ama bu gibi her karmaşa; kitlelerin ve öncü iddiasındaki güçlerin kekeme olduğu her durum, ileriye doğru, devrimci bir tarz ve hamleyle karşılanmak zorundadır.
Salgının ülkemiz gündemine girmesi karşısında Türk hakim sınıflarının kitleleri salgınla baş başa bırakacağı bir gerçekti. Devrimci güçlerin “hayırseverlik” vari, sivil toplumcu tepkisi anlamlıdır. Yapılması gereken Hindistanlı, Filipinli yoldaşlarımızın yaptığı gibi konjonktürde, aynı düzlemde bulunduğumuz egemen sınıflara yönelmek, salgını egemenlerin krizine çevirmektedir. A. Badio salgını politik olarak “tarafsız” diye değerlendiriyor. Yani hangi sınıf kullanırsa ona hizmet edecektir. Proletarya Partisi bu “tarafsız” sosyal yıkımı işçi sınıfı ve ezilenlerin değil, egemenlerin felaketine dönüştürmeli, bunun için güç olma yolunda hızlanmalıdır.
Bir Yeni Demokrasi okuru
[1] https://www.yenidemokrasi33.net/filipinler-komunist-partisi-koronavirusle-mucadele-etmemiz-icin-ateskese-ihtiyacimiz-yok.html
[2] https://www.yenidemokrasi33.net/halk-kurtulus-gerilla-ordusundan-hint-ordusuna-eylem-17-polis-olduruldu.html
[3] https://tr.sputniknews.com/guney_amerika/202003241041673118-brezilyanin-ceteleri-favelalarda-sokaga-cikma-yasagi-ilan-etti-dogru-seyi-hukumet-yapamiyorsa/?fbclid=IwAR1YCla-_zjdg9IoHQRC9aylFE5cQHAJ7E9pmxYVrW794A2i2qQlzcYE-co
[4] Fakat örneğin Türkiye devrimci-demokratik hareketi içinde yürütülen tartışmalarda dayanışma pratiğini reformizmin en bayağı hali olarak görenler var. Türkiye devrimci hareketi bu çizgiyi saflarından atalı uzun yıllar geçmiş olsa da ‘komşunun köpeğini gezdirme’ pratiğini dayanışmacı çizgi olarak yutturmaya çalışanlar var.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 2 Nisan 2020 tarihli 58. sayısından alınmıştır.