Halkın Günlüğü gazetesi Ocak 2020 tarihli sayısın da “Yeni Demokrasi Eğreti Büyük Başlıklar Atar, Altını Küçük Yazılarla Doldurur” başlığıyla, Bakış Can’ın 26 Kasım 2019’da Gazete Patika’da yayınlanan yazısına Yeni Demokrasi’de yayınlanan eleştiriye “yanıt” vermiştir.
“HALKA VERİR TALKINI KENDİ YUTAR SALKIMI”
Öncelikle Gazete Patika’nın “teknik” bir sorun olarak görüp eleştiriye tabi tuttuğu, bize göre ise; “Deliğe sığamayan farenin kuyruğuna kabak bağlaması”na denk düşen yaklaşımına değinelim. “Yeni Demokrasi imzası açık olan yazıların yazarını eleştirmekle kendisini sınırlaması gerekirken, yayıncı kurumu da hedeflemektedir. Yazarla yayıncı kurumu eş değer gören ya da bir ele alan yaklaşım tarzı teknik açıdan sorunluyken, anlayış açısından ise eleştirinin meramında başka şeyin olduğunu ele vererek fırsatçılığın güdüldüğünü kanıtlayan başka bir sorun açığa çıkmaktadır” demektedir. Halkın Günlüğü bir eleştiri yapıyor ancak eleştiriyi yaparken düştüğü durumun tam da yaptığı eleştiriye denk olduğunu idrak edemiyor. Halkın Günlüğü yazarlarının, garip, tuhaf ve nevi-şahsına münhasır bir düşünüş, ele alış ve pervasız yanları vardır. Umarsız bir çelişkinin girdabına doğru hızla kendilerini sürüklemekten aldıkları bir zevk var dedirtecek şeyler bunlar. Bu durumda muazzam bir istikrar, süreklilik ve kararlı bir konumlanışları söz konusudur. Halkın Günlüğü durduğu yer, oluşturduğu bakış açısı ve anlayışla yayın çizgisine, yayın anlayışına baktığımız zaman getirdikleri eleştiri, bizim için uygun olmasa da anlaşılır olabilirdi. Ancak Halkın Günlüğü öfkeyle Yeni Demokrasi’ye haddini bildirme heyecanından ayağa kalkarak, kendinden geçmekte, kendinden geçerken “şehvetli bir polemik” heyecanıyla olsa gerek var olan tabloyu idrak edemez hale gelmiştir. Şimdi anımsatmakta fayda var Halkın Günlüğü’ne! Arkadaşlar eleştiri Bakış Can’a ve Gazete Patika’ya yapılmıştır. Siz, buralardan ses gelmeden eleştirileri üzerinize alınmış ve Yeni Demokrasi’ye yanıt (!) vermişiniz. Bizim için hiç sorun olmayan bir durum bu ama düşünmediniz mi bu gerçekliği, bize yukarda aktardığımız eleştiriyi getirirken. Sadece bir dakika bile düşünmek yeterliydi oysa. O derece mi soğukkanlılığınızı kaybettiniz. Şimdi sayın Halkın Günlüğü yazarı, teknik olarak eleştirdiğiniz şey kurumları, kişileri ayrıştırma anlayışı ise sizin bu polemikte yeriniz neresidir?! Canhıraş eleştirileri üzerinize almanızın nedeni nedir? Çıkıp bize, vasi atandık bu kurum ve kişiler tarafından ya da avukatlık bürosu kurduk haklarını savunuyoruz demeyeceksiniz herhalde (!) ya da “yürüyen eleştirilere üçüncü bir göz olarak dahil olmamızla yaptığımız eleştirinin ne alakası var” da demeyeceğinizi umuyoruz. Tabi sizden her türlü tutarsızlık içeren aksiyona alışık olduğumuz için böylesi gerekçelerle karşımıza çıkma durumunuz da size “Davetsiz misafir mindersiz oturur” bile demeyeceğiz, oturmaya çalışacağınız minder bile bulamayacaksınız ama sorun aslında ne vasilik ne de avukatlık meselesi. Sorun bir türlü sığamadığınız delikler yaratma ve o delikten geçmeye çalışırken kuyruğunuza kabak bağlamaktan kurtulamadığınız çelişkilerinizdir. “Armudun sapı üzümün çöpü” niteliğindeki meseleleri tartışmaya bayılan bir haliniz var. Ancak bunu yaparken yüzeysellik içine düşmeniz yetmiyormuş gibi, bir de ele alışınızla ve çelişkilerinizle kapattığınız ve üstünü sıvadığınız deliği “teknik” olarak imkansızı başarma girişimiyle zorluyorsunuz. Üstelik kuyruğunuzda taşıdığınız kabağın da farkında değilsiniz. Bu uğraşınız ve yaklaşımınız yeni olmadığı için sadece acı acı gülmemize neden oluyor.
Okurlardan özür dileyerek konunun esasına gelmeden Halkın Günlüğü’nün tutarsızlıklarıyla bir noktada daha uğraşmak istiyoruz. YD’de atılan başlığa dair “… tasvir, sadece tumturaklı ama alakasız olan sözcüklerin bir araya getirilmesi kadar anlamlıdır” diyerek “Reformizmin ancak sefaletinden söz edilebilir, konforu ise boş lafın uygunsuzluğudur” diye akıl vermeye dönüşüyor. Oportünizmin tipik özelliklerinden birisi de “akıl verme”, “öğütler dizme”, karşıt sınıfı teskin ederek onun varlık zeminini korumasını sağlayarak sadece uyumlu hale getirilmesidir. Yani mücadele ederken bu esasları asla gözardı etmez. Kendi işi olmayan şeylere biçim vermeye çalışmayı çok sever. Bu onun sınıfsal duruşundan, netsizliğinden, kendi görevlerini tanımlamadaki yetersizliğinden kaynaklanır. Tamam arkadaşlar, siz oportünistlerin polemik yerine akıl veren genel tutumunun artık saçmalayarak geliştirilmiş ve “bu başlığı atsaydınız bari” noktasına taşınmış halini göz önüne alarak “sefaleti” kısmını da ekleyelim. Kendinize “sefil” dedirtmeye çalıştığınızın farkında mısınız? Nasıl bir gülünç haldir bu. Ancak sizi memnun edecekse “sefalet” kavramını da sıfatlardan birisi olarak ekleyelim. Tumturaklı söz söyleme meselesine gelince. Abartmak, süslemek, kulağa hoş gelen boş sözcükler üretmek bir sanat ise bu sanatın iyi örneklerinden birkaçını şuraya ekleyelim “… acizliğinin zorlama hezeyanlarından ibaret teorik sefalet olarak okunabilir” (histerik krizler, sancılı kıvranmalar, ideolojik zavallık vs. -yazarın notu-) “… iddianın dayandırıldığı gerekçeler kendisini çürüten bir komedya olarak gülünçlüğünü okuyucuya göstermektedir” (hatta komik, mizahi, eğlendirici, alaycı vs. -yn-). Bu iki örnek Halkın Günlüğü yazarına tanıdık geliyordur kuşkusuz. Sadece bu iki örnek “tumturaklı” eleştirisinin yapıldığı paragrafın içinde ve hemen devamındaki paragrafta. Size sadece “çalma elin kapısını, çalarlar kapınızı” demek istiyoruz. Bir şeyden memnun değilseniz, şikayetçiyseniz ve eleştiriyorsanız o şeyden uzak kaçmayı tercih etmelisiniz. Aksi takdirde amiyane tabirle “boş boş” konuşmak ve yazmaktan başka bir iş yapmamış olursunuz. Daha önemlisi ise rica ediyoruz saçmalamayı bırakıp işinizi yapın, bizimde sizin kendinizi en güzel kıyafeti giymiş kral gibi davranmanız karşısında “çıplak olduğunuzu” anımsatmamıza neden olmayın.
TARİHE HASSASİYET SİZE, TARİH-TOPLUM BİLİMİ BİZE!
Şimdi tartışmanın esasına gelelim. Halkın Günlüğü, Bakış Can’ın özet olarak “muhtar, yerel işbirlikçiler ya da genel anlamda esas düşmana yönelmek yerine alt düşmana yönelerek” bir askeri-örgütsel çizginin inşa edilme meselesi diye özetlenebilecek yaklaşımına karşı yapılan eleştirilere karşı kılıçlarını çekmiştir. Ancak tüm yazı içinde Halkın Günlüğü, Bakış Can ve Gazete Patika’ya yönelik “savaş gerçekliğinden kopuş” eleştirisine odaklanmıştır. Tartışmaları çoğu zaman “kim savaş gerçekliğinin” içinde gibi bir kulvara da çekmeyi ihmal etmemiş. Bu yaklaşımın alt metninde “ben değilim ama sende yoksun” şeklinde kendi gerçekliğine yönelik bir itiraf ve bizim savaş düzeyimizin düşüklüğünü “kendini iyi hissetme” aracına çevirme hali var. Anlayış ve çizgi tartışması içinde bu durum zayıf karın olarak görülmelidir. Yazı boyunca ise “savaş gerçekliğinden kopuş tespitini ispatlayın, tek bir kanıt sunmadan bunu yapıyorsunuz, iftira atıyorsunuz” diye adeta çırpınmış. Bakış Can’ı savunurken ise Bakış Can’ın devirdiği çamları düzeltme girişimleri, yazının esasındaki sorunlara “kelime” oyunlarına baş vurarak makyaj yapmaya çalışmıştır. Yeni Demokrasi’nin eleştirilerini mahkum etmeye çalışırken, tutumu “tevil yoluyla ikrar” olmuştur. Bunun yanında ise Halkın Günlüğü, Bakış Can’a gelen eleştiriyle soruna bir biçim verme çabasına girerken yeni yeni çamlar devirmekten, tartışmanın esasını karartmaya çalışmaktan geri durmamıştır.
Halkın Günlüğü, bizim de parçası olduğumuz tarihe yönelik eleştirel bir yaklaşımın önemli olduğunu yazı boyunca anlatmaya çalışmıştır. Bu bağlamda bizim tarihimizin çarpıtılmasına yönelik yaklaşımımıza “Geçmiş, sonsuza dek kullanabileceğiniz ve mevcut durumu kotarmak için kullanacağınız ya da sömürebileceğiniz bir hazine değildir”diyerek “çıkışmak”tadır. Tarihimizin bir hazine olduğu doğrudur. Tarihimizin bir dizi eleştiriden geçirilmesi gerektiği de doğrudur. Tarih anlayışımız ve yaklaşımımız da eleştiri konusu yapılırken, mevcut durumu kotarma anlayışını nasıl çıkardıklarını bilmiyoruz. Yani nasıl bir zemindeyiz ki Bakış Can’ın tarihimize getirdiği eleştirileri mahkum ederken bugün bulunduğumuz zemini meşrulaştırmak ve korumak için kullanmış oluyoruz. Eğer Halkın Günlüğü, son süreçte Dersim’de gerçekleşen işbirlikçi cezalandırmayı kast ediyorsa açıkça söylemeli. Bunların yanlışlığını ortaya koymalı ya da düşmana yönelmek yerine, “alt düşmana” yönelen hangi çizgiyi buluyorlar ve görüyorlar ki meseleye böyle yaklaşıyorlar. Bir tespit yapılıyorsa altını “açık yüreklilikle” doldurmalıdırlar. Yazıların da ifade ettikleri şu sözleri yerine getirmelerini istiyoruz: “bir çizginin kapalı/gizli yerleştirilip var edilmesinden değil açık mücadeleden, çizginin meşru mücadelesinden anlarız. Gerisinden değil”. Şimdi arkadaşlar bizim tarihimize yaslanarak neyi “kotarmaya” çalıştığımızı açık izah etmesi gerekir. Hangi siyasal çizgiyi, hangi örgütsel-askeri çizgiyi meşrulaştırıyoruz. Bunun pratikleri nelerdir, kanıtlarınız nelerdir. İşkembe-i kübradan sallayarak “gerisine, önüne” bakmayız, açık demokratik mücadeleden anlarız güzellemesi yaparak biraz önce yaptığınız tespitin altını doldurmadan kaçamazsınız. Oportünizm balık gibi kaygandır elde durmaz bunu biliyoruz. Ancak komünistlerin oportünistlerin bu balık gibi elden kayma haline karşı mücadelede yaklaşık 200 yıllık deneyimi de küçümsenmemelidir.
“Dürüstlük çok pahalı bir hediyedir, ucuz insanlardan beklemeyin” (Warren Buffet) sözü sizin gerçekliğinizle ne kadar da uyumlu. Bir yandan bizim tarihi, dar örgütsel hesaplarımız ve zaaflarımız için araçsallaştırdığımızı tespit edip diğer yandan ise “Komünist ve devrimci harekete dönük sorumsuz eleştirinin uluorta yapıldığını ve bunun yaygın olduğunu görüyoruz. Sorun olarak önemsiyoruz da. Birçok yazımızda ve sözlü olarak da bu meseleyi tartışarak tavır geliştiriyoruz. Yeni Demokrasi’nin bu duruma doğru orantılı refleks göstermesini de anlamlı buluyoruz, anlıyor ve katılıyoruz fakat her şeye karşın yapılan eleştiriler içinde doğru eleştirilerin olduğunu, olabileceğini gözardı etmiyoruz, edemeyiz… Ciddi hataların yapıldığını, bugünde tekrar edildiğini mütalaa ediyor(uz)…” diyerek kısmen bizim reflekslerimizi onaylıyorsunuz. Oysa tartışmanın böylesi bir hassasiyet meselesinin ötesinde olduğu açıktır. Biz tarih ve toplum bilimini referans alan bir mücadele içindeyiz. Bu bağlamda tarihi ve toplumları ciddiye almak gibi bir meseleyle ilişkilidir bu sorun. Ne bir refleks, ne duygusal bir korumacılık ne de anlık politikanın malzemesi olacak bir meseledir. Bu yüzden bizim koyduğumuz refleks falan değildir. Bu noktada sizin bakış açınızdan köklü şekilde ayrışıyoruz. Tarih ve toplum biliminin yasalarını kavramak, hayata uygulamak toplumun ilerlediği ve ilerlemesi gerektiği istikamete yönelik devrimci bir hat çiziyoruz. Halkın Günlüğü yazarının kaygılarıyla bizim kaygılarımız tamamen farklıdır. Bu şekilde ortak bir payda oluşturarak ağzımıza bir parmak bal çalıp kandırmaya çalışılan çocuk muamelesine gerek yoktur. Ayrım noktalarımızı belirginleştirme çabanız, bu bağlamda neye tepki verdiğimizi anlamanızı salık veririz size!
PARTİ TARİHİNE YÖNELİK ELEŞTİRİ Mİ? İNKAR VE İFTİRA MI?
Gelelim Bakış Can’ın tarih okumasında itiraz ettiğimiz noktaları Halkın Günlüğü’nün anlamamış olmasına. Bir defa sizinle esasta ortak tarihimiz 1994’de (öncesinde kesintiler olsa da) yaptığınız darbeye kadardır. Sizin “kendi tarihinize” yönelik yaptığınız eleştirilerde itiraz ettiğimizde bu sürece kadar olan süreçtir. Bu süreçten sonra sizin kendi içinizde bu eksende neler yaptığınız, nasıl bir çizgi izlediğiniz, ne tür “naneler” yediğiniz bilinmektedir ancak burada onu tartışma niyetinde değiliz. Odaklandığımız konu bağlamının dışındadır ama sizin mahkum etmeye çalıştığınız çizginin tam da göbeğinde olan bir meseledir ve bu sizin sorununuzdur ama bu sürecinizin sorumluluğunu üstlenmemizi bekliyor olamazsınız. Bu sürece kadar proletarya partisinin alt düşman dediğiniz kesimleri önceleyen askeri-örgütsel çizgisi nasıl var oldu? Bunun ispatlanması gerekmektedir. Haksız yere adaletsiz şekilde cezalandırılmalara gidilmiş kaç olay vardır, kaç kişi vardır? Sizin deyiminizle “parti parasını çaldığı için” ölümle cezalandırılan kaç olay vardır? “Abartılı hatalı ve gereğinden fazla cezalandırılmalara gidildiği” ve belli dönemler bunun esas çizgi haline geldiği dönemler ne zamandır ve somut karşılığı nedir? Tarih okuması birkaç olay, hata üzerinden genel bir çizgi gibi eleştirilirse işte orda idealist, tek yanlı tarih okuması, iş olsun torba dolsun diye deneyim çıkarma çabası belirginleşir. Bakış Can, meseleyi Kaypakkaya yoldaşın muhtar cezalandırmasından başlatarak ele alıyor ve bunun tarihsel bir leke olarak askeri-örgütsel çizgiye bulaştığını ifade ediyor. Eleştirilerinin özü ve esası kuruluş aşamasına dayandırılarak yapılıyor. Oradan ulaştığı nokta ise alt düşmanlarla mücadelenin esas hale gelmesi oluyor. Alıyor kalemi eline amiyane tabirle “sallamaya” başlıyor. Bakış Can’ın şu satırlarını size anımsatmakta fayda var: “devrimci eylem ve enerjimizi gerektiği gibi doğru ve tam isabetli kullanmadık, esasta zayi ettik denilebilir, bu bir. İki; işbirlikçi de olsa köylü ve muhtarların gereğinden fazla veya esasta özensiz öldürülmesiyle, kendi tabanımızı daraltıp tabanımız içinde karşıtlarımızı çoğalttık. Üç; bunlardan birçoğunu objektif olarak düşmana itmiş olduk, düşmana gitmelerine vesile olduk. Ve dört, abartılı öldürmeler pratiğiyle muhtemelen suçsuz olan bazı insanlar da haksız yere öldürülmüş oldu.” Bu tespitler yerinde duruyor. Devrimci enerji boşa harcandı, işbirlikçiler gereğinden fazla öldürüldü, tabanı daralttık, düşmana ittik… bunlara dair bir kanıt delil var mı? Bu bağlamda yanlış temelde cezalandırmalarda bir elin parmağını geçecek kadar dahi olay gösterebilir misiniz?! 1994’e kadar bunun bir çizgi olduğuna dair somut tarihsel belgeleriniz var mıdır? Gösterebildiğiniz yoktur. Peki tek kanıt ve delil ne? Çok alındığınız o “APTALCA” (EVET ÇOK FAZLA APTALÇA HATTA AHMAKÇA) benzetme veriliyor: “Öyle ki, bu durum alay konusu bile yapıldı. PKK’liler, ‘eşeği dövemeyen palanını dövermiş’, ‘keşke Kaypakkaya muhtar değil de general öldürseydi. General öldürseydi ülkede general bırakmazdınız…’ şeklinde bazen ciddi, bazen alaycı eleştiriler yürüttüler…” (Bakış Can’ın yazısından) tarih okuması bu kadar mı ciddiyetsiz olur, tarihe eleştirel bakarken bu denli mi “APTALCA”bakılır. Bakış Can bunu yapıyor, Halkın Günlüğü ise buna körü körüne ortaklık ediyor. “Mürit” hata yapar, onu korumaya alırım anlayışıdır bu.
Peki bu noktada Halkın Günlüğü Bakış Can’ın değerlendirmesini nasıl kurtarmaya çalışıyor. Ya da yukarda belirttiğimiz gibi eleştirilerimizi “tevil yoluyla nasıl ikrar” ediyor. “Daha somut olarak işbirlikçilerin, ihbarcıların nasıl cezalandırılması sorunu ise, bu da söylenmiştir. Genel yaklaşımımız bilinmekle birlikte bunu tekrarlama gereği duymadık ama yazıda ‘abartılı, hatalı ve gereğinden fazla cezalandırmalara gidildiği’ açıktan eleştiri konusu yapılarak bu konudaki politika ortaya konulmaktadır”. Halkın Günlüğü “ama’nın ama’sını” kasarak, suyunu çıkararak yapıyor: “Özel durumu söyledik ama genel anlayışımızı söylemedik ama somut politikamızı söyledik”. Tevil yoluyla ikrar budur arkadaşlar. Bakış Can’ın yazısı ise sizin kıvırmalarınıza müsaade edilmeyecek kadar sarihtir. “Ama”larınıza alan bırakmamaktadır. Genel çizgi diyor, taban daraltmaktan bahsediyor, alt düşmanla uğraşmaktan düşmanla uğraşmaya fırsat bulunamadı deniyor. Deniyor da deniyor. Gözünüzü, “adam” korumak, yanlışı savunmak bürümese, bir miktar küçük-burjuva mülkiyetçilikten arınsanız durumu tespit edeceksiniz. Henüz birkaç ay önce yazılmış bir yazınızda yapılan hatalara karşı dahi eleştirel yaklaşamıyorken, canhıraş koruma kalkanı örüyorken, sizin tarih okumalarınıza, tarihle olan ilişkinize, geçmiş değerlendirmelerinize kim neden ve nasıl güvensin. Bize bu noktada verecek aklınızı, kendinize verseniz çok iyi olacak. Bir hareketin söylemi ile pratiği arasındaki fark ne kadar büyükse onun oportünizmi de o denli büyüktür. Şu pratiğinizde dahi “eleştirel bakmak, eleştirilere açık olmak, gelen eleştiriler karşısında olgun olmak” söylemlerinizle kendi hatanızı savunma düzeyiniz arasındaki uçurum sizin OPORTÜNİZMİNİZİN BOYUTUNU gösteren bir ayna olsun. Sizin, partimizin tarihiyle olan ilişkilenmeniz eleştirel, özeleştirel, muhasebe düzeyinde değil iftira ve inkarcılık düzeyindedir. Bakış Can’ın yazısı ve sizin tutumunuz bunun bir örneğidir sadece.
ELMA İLE ARMUDU AYNILAŞTIRAN “APTALLIK”!
Halkın Günlüğü tarih okumasına devam ederken, bizim meseleyi “işbirlikçi, ihbarcı” cezalandırmayla sınırlı tuttuğumuzu belirtiyor ve çerçeveyi BAKIŞ CAN’DAN EMANET ALDIĞI “APTALCA” bir benzetme anlayışla genişletiyor. “Bu yetmezse bahis konusu geleneğimizin her parçasında şu veya bu biçimde zuhur etmiş olan ayrılık gibi iç sorun eksenli gelişen süreçlerde değişik biçimlerde başvurularak tenezzül edilen şiddet ve bunun bir biçimi olan kaba yıkıcı yaklaşımlar bu sekter çizginin varlığına açık kanıtlardır” diyerek bahsettiğimiz genişletmeyi yapıyor. Halkın Günlüğü, şiddet ve türevleri ayrışmalarda yaşandı, sol çizgiyi oradan da arayın diyerek, “partinin askeri-örgütsel çizgisinde alt düşmanlarla mücadeleyi esas hale getirmesi”ni kanıtladığını düşünüyor. Elma ve armut hızla toplanıyor ve iki elma haline geliyor. İşte Halkın Günlüğü’nün meselelere yaklaşımı, sorunları birleştirme ve ayrıştırma yöntemi budur. Parti içi ayrışmalarda gerginlikler, söylem düzeyine çıkmış keskinlikler vs. oldu, oluyor, olacak. Ancak kendilerinin ‘94 ayrılığında parti güçlerini silahsızlandırma, ölümle tehdit etme ve ölüm kararı alma, tutuklama, açık şiddet uygulamaları dışında parti kolektif düzeyde ayrılık yaşandı diye hiçbir hareketi cezalandırmamış, şiddet uygulamamıştır. Bu ayrılıklarda açık kriminal suçlar işlenmiş olmasına rağmen böylesi cezalandırmalar, örgütlü-sistemli şekilde bir yönelim olarak hayata geçmemiştir. Peki alt düşman meselesi ve tutum tartışılırken, köşeye sıkışıp meseleyi başka türden bir çelişkiye taşımanın anlamı nedir? Olmayan şeyler üzerinden, ayrışmaların ruhunda olan gerginlikleri şiddetin türevleri diye tanımlayıp oraya yaslanma çabası nedir? Açıktır ki zayıflık, düşkünlük, çaresizlik, politik ahlaksızlıktır.
İKİYİ BİR ETMEK!
Halkın Günlüğü yazısının ilerleyen bölümünde, kendi anlayışlarına karşıtlık kurduğumuz yaklaşımlarımızı “enteresan” şekilde olumlayarak şunları ifade ediyor: “Yeni Demokrasi’nin yazısında ihbarcıların cezalandırılması anlayışında sıraladığı esasta doğru ölçü ve yaklaşımlar geçmişte uygulandı mı? Kesinlikle hayır…. Hatta bugün vahim diyebileceğimiz çok daha geri, yıkıcı anlayış ve uygulamalar vardı. Bütün bunlar bir çizgiydi…. Özcesi Yeni Demokrasi’nin şimdi yazısında ortaya koyduğu cezalandırma anlayışı esasta olumludur. Ancak bu anlayışla dünün anlayışı ve uygulama pratiği karşılaştırıldığında çok ciddi hataların yapıldığı ve sorunun bir çizgi ve anlayış sorunu olduğu kendiliğinden açığa çıkmaktadır ki, Yeni Demokrasi’nin bunu kabul etmesi gerekmektedir.” İlgili bölümün devamında ise anlayışı doğru koyup yanlışa savrulduğumuz iddia ediliyor ve şu satırlarla eleştiriler aktarılıyor: “İşbirlikçilere verilecek ceza ile ilgili anlayışı ‘kitleler üzerindeki yansımasına, doğuracağı sonuçlara ve elbette savaşın gelişmesine hizmet edip etmeyeceğine bağlı olarak şekillenir..’ dediği paragrafta esasta anlayışı doğru ortaya koymaktadır. Bu paragraftan sonra söylediklerinde ciddi bir sapmaya düşmektedir Yeni Demokrasi. Savrulduğu nokta cezalandırmaları bir politik çıkar ve yaklaşım endeksli anlayıştır. Nasıl bir politik çıkardan söz ediliyor? Yeni Demokrasi demektedir ki ‘ben cezalandırmada sadece hukuk meselesine, adalet anlayışına bakmam, politik çıkarlarımı gözetirim. Eğer anda bir politik çıkarım varsa, öldürülmemesi gerekse de bir ihbarcıyı, insanı öldürürüm’ evet bunu demektedir”.
İlk alıntıda anlayışımızı olumluyor, Halkın Günlüğü. Yazıya başlarken süreçteki zaaflarımızı kotarmaya çalışan bakış açısıyla meseleleri ele aldığımızı unutarak bu olumlamayı yapıyor. Demek ki kendilerinin deyimiyle “geçmişte bizim şu anki anlayış ve bakış açımız olsa bambaşka bir durum oluşturacak” en azından bir anlayışımız varmış! O düzeyde yaklaşımımız olumlanıyor. Peki ey tutarlılığı kalıcı şekilde kaybetmiş ve hiç aramayan Halkın Günlüğü madem bizim böyle olumlu bir anlayışımız var, biz geçmişi kıskançlıkla korurken neyi koruyoruz, bugün neyi kotarmaya çalışıyoruz. Sizin bakış açınıza göre zaten biz geçmişten kopmuşuz. Aslında bu sizin bize yersiz bir “övgünüz”. Zira bizim anlayışımızı olumluyorsanız Bakış Can’ın ve kendi yazdığınız yazıdaki liberalizmden malul olan anlayışınızı reddetmeniz gerekir. Öyle yapmıyorsunuz peki bizim hangi anlayışımızı olumluyorsunuz? Sizin sağdan yaptığınız, tasfiyecilik içeren bir değerlendirmeye karşıtlık içeren bir yaklaşım koymaya çalıştık biz. Aramızdaki tartışma havaya yapılan bir tartışma olmadığına göre hem kendinizi hem bizi doğru anlayış olarak görmeyi nasıl beceriyorsunuz. Psikolojide buna şizofreni, politik alanda ise oportünizm deniyor.
Bu anlayışımızı bir de parti tarihimizle kavgaya tutuşturma çabanız var ki evlere şenlik. Kendin çal kendin oyna düzeyinde. Partimizin tarihinde yer yer yapılan hatalar, lokal düzeyde yaşanmış kimi sorunları “bir çizgidir” diyerek yaftalayıp, partinin askeri-örgütsel çizgisine karşı inkarcı, iftiracı bir tutum sergiliyorsunuz. Bizim yaklaşımımız Partimizin MLM anlayışından ve tarihinden süzülüp gelmiş bir anlayıştır. Bunu kendi tarihimizin karşısına keskin bir karşıtlıkla koyarak olumlamak elimize elma şekeri vererek, bizi kandırma girişimidir. Sizin tutarsızlığınız, kanıtsız delilsiz parti tarihine oluşturduğunuz oportünist çizginin perspektifinden “kuş bakışı” yaklaşımlarınız bizim karşıtlık kurduğumuz çizgidir.
ADALET KAVRAMINI BAŞAŞAĞI ÇEVİREN MALÜMATFURUŞLUK!
Övgülerin arkasından getirdiğiniz “Bu paragraftan sonra söylediklerinde ciddi bir sapmaya düşmektedir Yeni Demokrasi. Savrulduğu nokta cezalandırmaları bir politik çıkar ve yaklaşım endeksli anlayıştır. Nasıl bir politik çıkardan söz ediliyor? Yeni Demokrasi demektedir ki ‘ben cezalandırmada sadece hukuk meselesine, adalet anlayışına bakmam, politik çıkarlarımı gözetirim. Eğer anda bir politik çıkarım varsa, öldürülmemesi gerekse de bir ihbarcıyı, insanı öldürürüm’ evet bunu demektedir” şeklindeki eleştiriler ise ne politikadan, ne koşullardan, ne de sınıf mücadelesini belirleyen değişkenlerden anlamadığınızı gösteriyor. O düzeyde bir yüzeysellik ve vulgarizm var ki sizde, baş etmesi çok kolay ama öznesi olan size anlatılması, izah edilmesi oldukça zor bir durum. Bir defa “suçlu olan suçludur”. Bunu kabul etmekle başlamak lazım işe. Suçlu olanın cezasının ne olacağı ise koşullara, duruma, sürecin gelişmelerine, sınıf mücadelesinin o andaki ihtiyaçlarına, çıkarlarına bağlanmak zorundadır. Örneğin bir işbirlikçiyi belli koşullar ve durumda affedebilirsin ya da farklı cezalarla cezalandırabilirsin ya da infaz edebilirsin. Suçunun niteliği, çelişkilerin süreçte kazandığı karakter ve ihtiyaçlar, sınıf savaşımının keskinliği karşılığının ne olacağını esasta belirler. Soyut bir adalet tanımı yoktur. Marksistler, adalet kavramını sınıfsal karakterinden ayıklayarak, ekonomik ve siyasi şartlardan kopararak ele almaz. Kendi başına soyut bir “adalet” kavramı üzerinden, kalıcı ve değişmez bir pozitif hukuk kavramı olarak bakamaz. Adalet sınıfların çıkarına hizmet eden bir göreceliğe sahiptir. Soyutlanmış, sabitlenmiş bir adalet yaklaşımı, Proudhon’un idealist olan ve Marks-Engels tarafından temellerinden mahkum edilmiş çözücü, ilahi dengeyi sağlayan, ekonomik ve siyasi yaşamı etkisi altına alıp belirleyen bir adalet anlayışını içermektedir. Adaleti ve hukuku belirleyen temelin sınıfların ekonomik, siyasi ve ideolojik çıkarları olduğu es geçiliyor. Hiç kuşkusuz bunun dinamik ve değişken bir yapısı vardır. Örneğin aynı suçu farklı koşullar ve zamanda işlenmesi karşısında aynı tür bir cezayı savunmak, adil olmak, adaletli olmak anlamına gelmemektedir. Bu disiplinin ve kuralların katı uygulandığı alan olan askeri alanda dahi aynı şekilde işlemez, işleyemez. Bu bağlamda adalet meselesinin görece, duruma ve koşullara göre değiştiği, proletaryanın politik-ideolojik çıkarlarına uygun olarak kendine bir biçim ve içerik vereceği Halkın Günlüğü tarafından unutulmaktadır. Evet hiç kuşkusuz “öldürülmeyi hak” eden suçlarda proletaryanın sınıf çıkarlarına, bu anlamda belirlediği politik yönelimine, içinden geçtiği süreçte sınıf mücadelesinin aldığı boyuta bu anlamda da onun çıkarlarına doğrudan bağlıdır.
Halkın Günlüğü’nün serbest bir yorumla çıkardığı şu sonuç: “Eğer anda bir politik çıkarım varsa, öldürülmemesi gerekse de bir ihbarcıyı, insanı öldürürüm” yaklaşımını biz “eğer süreçte, sınıf mücadelesinin ve proletaryanın çıkarları, çelişkinin geldiği boyut bir ihbarcının öldürülmesini gerektiriyorsa öldürülür. Eğer aynı düzeyde bir ihbarcılık sınıf mücadelesinin başka bir anında ve koşullarında gerçekleşiyor ve öldürülmesi proletaryanın çıkarlarına hizmet etmiyor, çelişkiler ve gerçeklik buna elvermiyorsa öldürülmez, başka bir cezaya çarptırılır”şekline rahatlıkla büründürebiliriz. Adalet kavramı ya da anlayışı sürecin ruhuna, çelişkilerine ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına uygun oluşturulmuş tutum ve davranışların toplamının dengesiz olmaması, çifte standartçılığa dönüşmemesi, çeşitli geri-feodal-duygusal gerekçeler ve yaklaşımların yönlendiriciliği altına girmemesi ile ölçülür. Değişen koşullar ve şartlarda, yeni bir yönelim ve biçim kazanmış tutum ve davranış farklılığı arasındaki çelişkiler bir adaletsizlik göstergesi değildir. Bu kadar açık ve nettir. Yani özcesi somut durumun somut koşulları, toplumsal çelişkilerin olgunluk düzeyi, sınıf mücadelesinin dönemdeki ihtiyaçları, proletaryanın politik çıkarları göz önüne alınarak adalet mekanizması şekillenir, biçim alır ve hayata geçer. Hiç kuşkusuz bu durum ya da buradan dolayı ortaya çıkacak çelişki adalet duygusunun zedelenmesi, sınıf mücadelesinin ayağına vurulmuş bir pranga olarak görülemez. Böylesi bir yaklaşım idealist, sabitlenmiş, değişmezlik içeren, sınıflar üstü, politik çizginin çıkarlarını yok sayan bir yaklaşım olarak mahkum edilmelidir.
Tam da Halkın Günlüğü’nün sakatlanmış, diyalektik-tarihsel materyalizmden kopmuş, toplumsal çelişkileri ve niteliklerini kavramaktan uzaklaşmış anlayışı bu bağlamda zuhur etmektedir. Şu satırlar bu idealist anlayışın kaleminden ancak dökülebilir: “Adalet anlayışı temel bir sorundur, tayin edici unsurlardandır. İdeolojik, siyasi, örgütsel niteliğin ürünü olarak anlam kazanır ya da onlara anlam verir. Bundandır ki adalet anlayışımız ve benimseyip uyguladığımız hukuk son derece önemlidir… Hukuk, adalet dediğimiz bu zemin çizginin, anlayışın, amacı biçimlendirmenin bir parçasıdır. Demokrasinin, hukuk ve adaletin olmadığı yerde devrimcilik türemez, çürür. Gericilik hortlar.” Halkın Günlüğü, adalet ve hukuka, demokrasiye burjuvaca bir üst kimlik yüklüyor. Ekonomik, politik ve sınıfsal çıkarların adalet ve hukuku şekillendiren, biçimlendiren yapısını adeta tersine çeviriyor. Her şey baş aşağı çevrilmiş şekilde duruyor bu yaklaşımda. Bu anlayıştır ki proletaryanın, halkın sınıfsal, ekonomik ve politik çıkarlarına hizmet etmeyen, ona göre şekil almayan ve o çıkarlardan kopan bir adaletin ve hukukun çürüyen, yozlaşan bir niteliğe bürüneceğini tartışmıyor. Bu çıkarlardan kopan, bunu doğru okumayan, andaki ihtiyaçlarına yabancılaşan, bunun ideolojik duruşunu yitiren bunun politikasını, örgütsel hattını, askeri çizgisini inşa etmeyen, gerçeğe bu anlamda hükmetmeyen ve bunu yaratıcı bir şekilde uygulamayan yaklaşım ve tutum devrimciliği çürütür, hattını kaydırır ve rotasını kaybettirir. Halkın Günlüğü ise bu çıkarlarla ilişkilenme meselesinde sorunu aramıyor, bu çıkarların sonucu olan adalet ve hukukta bu gücü görüyor. Bu sebeptendir ki “Küçük Burjuva Proudhon”un “ebedi adalet” anlayışının, yeni bir idealist versiyonunu karşımıza, proletarya adına çıkarılıyor. Halkın Günlüğü’nün cehaletten malul, idealizmden beslenen, liberal burjuva anlayıştan etkilenmiş, sınıf mücadelesi yasalarını yok sayan ve MLM olarak kapımızı tıklatıp, duygulara hitap eden-hümanizm bulamaçlı ama çıkarlardan soyutlanmış bir yaklaşımla karşımıza çıkması doğrusu ciddi bir cüret ama içi boş olan ihtişamlı bir kovuğu, hormonla şişirilmiş bir vücut geliştirmeciyi andırmaktadır. Kofluğunun açığa çıkması ise bir tek vuruşa bakmaktadır.
HALKIN GÜNLÜĞÜ’NÜN “SOSYALİST HALK SAVAŞI” ÇİZGİSİ VE “NE O NE BU” AÇMAZI!
Halkın Günlüğü’nün en fazla öfkelendiği nokta ise Bakış Can’ın “savaştan uzaklaşmış, savaşa gerek olmadığına dair düşünüş silsilesi” içinde olduğuna dair eleştirilerimizedir. Halkın Günlüğü “Büyük başlıklar atıyorlar ama altını küçük ve bir o kadar da çürük şeylerle dolduruyorlar… kanıt göstermeden damgalama sorumsuzluğu egemendir Yeni Demokrasi’de.” “Somut olguya değil mesnetsizliğe dayanma açısından utanç verici olan bu paragrafta ileri sürülen Yeni Demokrasi’ye ait iddialar: ‘savaşa gerek olmadığı’, ‘savaş ve savaş gerçekliğinden kopmuş bir ideolojik dünya görüşü’, bunun ‘basit ve uyanıkça salvolara’, ‘silahlı mücadele halkı devrimcilere düşmanlaştırıyor’, ‘Bakış Can silahlı devrimci savaşımdan uzaklaşmaya ve hatta kopmaya yönelik yolu parke taşlarıyla öre öre yapıyor’ biçimindedir. Bu mesnetsiz zorlama iddiaların bir tekine eleştirilen yazı ve yazının anlayışında rastlanırsa, Yeni Demokrasi’nin tüm söyledikleri kabulümüzdür. Yok rastlanmazsa, Yeni Demokrasi’nin sığ karşıtlıktan ileri gelen iftiracılığı tescillenmiş olur”. Bizim, Gazete Patika ve Bakış Can’a yönelik “savaştan uzaklaşma” eleştirilerimiz, yazılan bir yazı üzerinden yansımasının göründüğüne dairdir. Kuşkusuz buna dair bir dizi anlayış, pratik ve tutum ortaya konulabilir. Bilhassa 3. Kongre sonrası inşa edilen genel siyasi çizgi, devrimin niteliği ve savaş stratejisi, mücadele araçlarına bakış açısı, mücadele araçlarının politik mücadele de işlevlenme biçimi, toplumsal çelişkiler karşısında üretilen politikalar ve tüm bunlara bağlı olarak objektif ve sübjektif güç ilişkilerinin tanımlanması ve bunun karşısında bugün alınan pozisyon sizin, Patika’nın ve Bakış Can’ın savaşla ilişkilenmesinde yönlendirici gücü olan faktörlerdir. Tüm bunların toplamı ise izlediğiniz siyasi çizgiyi, tarihe bakış açınızı, zaman-koşul ve içinden geçilen süreç gözetilmeksizin değerlendirmelere yönelmenizi sağlayan bir gerçekliğin çıkmasına neden olmaktadır.
Daha önce Partizan özel sayı (2014 Haziran tarihli) ile ele aldığımız 3. Kongre değerlendirmesinde genel siyasi çizginizin kodları, oportünist yapısı, silahlı mücadele-savaş meselesi geniş şekilde değerlendirme konusu yapıldığı için uzun uzun tartışmayacağız. Ancak ülkenin sosyo-ekonomik yapısına yönelik anti-bilimsel ve oportünist yaklaşımına paralel olarak oluşturulan Sosyalist Halk Savaşı çizgisi ile zaten parti örgütünü ve mücadele çizgisini savaşa göre şekillendiren, konumlandıran bir hat yerine, arafta durmayı tercih eden “ne o ne bu” dedirtecek, belirsizliklerle ve bilimsel-sosyalizm teorisinin hiçbir noktasına denk gelmeyen bir hat oluşturmuş bulunuyorsunuz. Mücadele stratejisindeki bu köklü değişiklik, gerçekliğe denk düşmeyen ve temelsiz-donanımsız bir teorik formasyonla ama yine de devrimci bir çizgiye denk düşen bir rota oluşturmuş bulunuyorsunuz. Genel siyasi çizginiz henüz devrimcidir ancak silah ve savaşla ilişkilenme biçiminiz esasta bir savaş stratejisine denk düşmeyen, mücadele araçlarından biri olarak ele alınan ve bir süreç boyunca esasta taktik bir araç olarak görülen noktadır. Sizin teorik temelde nasıl ve ne biçimde ele aldığınızdan bağımsız bir durumdur bu. Kırlık bölgeleri tali, şehirleri esasa alan, ordulaşmayı şehirlerde örgütleme temeline alan bir hareketin devrimci savaşım stratejisi güç biriktirmeye dayalı mücadele stratejisinin ta kendisidir. Adına Sosyalist Halk Savaşı demek, kırlık bölgelerde gerilla örgütlenmesine baş vurmak gibi girişimler ve politik çizgi dönemin ihtiyacına göre ele alınmış, savaşım araçları ötesine geçmeyi gerektirmiyor. Bu bağlamda savaş ve silahlı mücadeleyle ilişkilenmeniz geldiğiniz noktada 3. Kongre ile temel bulmuş, devamında yalpalayan-tutarsızlıkları içeren sınıf mücadelesi içinde doğruluğunu test etmeye dair hiçbir pratik karşılığı olmayan, geleneksel ile yeni olan arasında sıkışmış, legalizm ve barışçıl mücadele biçimini merkeze doğru kaydıran bir süreç yaşamaktadır. Zira yeni olan savaş stratejisinin, savaş ayağına dair örgütlenmelerin teorik ve soyut açılımlar dışında bir karşılığı yoktur. Savaşınızın temel ayağı olmayan “gerilla mücadelesi” ise geleneksel bir alışkanlıkla ele alınmış, esas mücadeleyi beslemesi gereken bir taktik aracın ötesinde de görülmemektedir. Bu anlamda geleneksel ele alışın karikatürize edilmesi durumundan bahsetmek de gerekir. Bu eksen esasta genel siyasi çizginiz, teorik tutumunuzla pratiğiniz arasında oluşan ciddi çelişki krizli ve bunalımlı, ikircikli ve muğlaklıklarla dolu bir hat izlemektedir. Ancak genel çizginin esası güç biriktirmeye dayalı, legal-barışçıl yolları devrimci sürecin ana halkası olarak görmeyi temel alan tüm özellikleri taşımaktadır.
Bu duruma sınıf mücadelesinin genel tablosu, süreci belirleyen tasfiyeci rüzgarlar eklendiğinde Patika, Halkın Günlüğü ve Bakış Can’ın etkilenme düzeyi daha da büyümektedir. Toplumdaki sınıf savaşımı ve düzeyinin, genelde komünist ve devrimci harekete dolayısıyla devrimci savaşıma yansıması özelde ise oportünist hareketlere yansıması ciddi düzeydedir. Bu durumun Bakış Can’ın, Halkın Günlüğü’nün ve Patika’nın genel siyasi çizgisiyle, savaşçı parti ve “Halk Savaşı stratejisinden” (bir karikatürünü savunuyor olsa da izlediği çizgi silahlı mücadeleye dayalı bir savaş çizgisidir) kopuş hattıyla düşünüldüğünde, kapılarının bu duruma daha fazla açık olduğunu görmekteyiz.
Tam da pratik hattı, siyasal şekillenişi ve meselelere yaklaşımı bu ideolojik konumlanışın yönlendirici etkisine kaçınılmaz olarak girmektedir. Zira tüm bu gerçeklerin ve sınıf mücadelesinin düzeyinin yansıması ideolojide ve bakış açısında açığa çıkar. Dolayısıyla Bakış Can imzalı ve Halkın Günlüğü’nün de biraz biçim vererek yürüttüğü “alt düşmanlarla” mücadele meselesi tamda bu yönlendirici ve belirleyici ideolojik bakış açısında kendini göstermekte, içinden geçilen sürecin, savaşın ve düzeyinin tüm gerçekliği unutularak yapılmaktadır.
İÇİNDEN GEÇİLEN KOŞULLAR VE “TORBADAN ÇEKİLEN” “ALTDÜŞMANLAR” MESELESİ!
Bakış Can’ın tarihimizi inkar ederek ele aldığı “alt düşmanlarla” mücadele meselesi esas düşmana yönelmenin zorunluluğu gibi oldukça genel ve kimsenin itiraz edemeyeceği “bir doğruyla” adeta karşı karşıya getirilerek yapılmıştır. Her ne kadar Halkın Günlüğü Yeni Demokrasi’nin eleştirisine verdiği cevapta, ajan ve işbirlikçilerle mücadeleye dair “genel bakışımızı ifade etmesek de bilinmektedir”, “Yeni Demokrasi’nin bu kesimlerle mücadele anlayışına katılıyoruz” gibi yaklaşımlarla Bakış Can’ın yaklaşımını makyajlayarak düzeltse de Bakış Can’ın esasta durduğu noktada durmaya devam etmiştir.
Halkın Günlüğü, Bakış Can’ın tarihe eleştirel bakma adına bulup bulacağı şey olarak bu meseleyi bulmasının ideolojik nedenleriyle ilgilenmesi gerekmektedir. Mesele sadece tarihe eleştirel bir gözle bakıp bakılmamasının ötesindedir çünkü. Bu noktada yapılacak değerlendirmeler arasındaki tartışma, mücadele başka bir meseledir. Fakat komünist ve devrimciler tarihsel deneyimleri gözden geçirirken, hele de oldukça spesifik bir meseleye odaklanmışken sürecin yapısını, karakterini göz önüne alır ve durduğu yere göre bu yaklaşımı benimser. Ancak tarihe eleştirel bakma adına, içinden geçilen sürecin özellikleri, yapısı, durumu, sınıf mücadelesinin ihtiyaçları unutulursa orada hiç kuşkusuz ideolojik bir sorgulama başlar. Tamda Yeni Demokrasi savaş ve savaş gerçekliğinden kopma meselesini buradan almaktadır. Yeni Demokrasi’nin 50. Sayı’sından yapılan eleştiride bu durum şu şekilde ifade edilmiştir: “İçinden geçtiğimiz süreç düşmanın topyekün saldırısının parçası olarak her türlü psikolojik savaş unsuru da dahil işbirlikçi-ajanlaştırma politikasına yoğunlaşmayla karakterizedir. Gerillaya yönelik imha savaşında bugün işbirlikçi, ihbarcı ağının etkisi bilinmez değildir. Bu gerçekliğe gözünü kapatan “savaş gerçekliği unutkanlığı” Bakış Can’ın ideolojik hastalığıdır. Burada kendilerinin ifade ettiği gibi, asıl düşman olan “kep ile postal arasına sıkıştırılan” düşmanla mücadele kadar, onun uzantısı olan sivil unsurlara, doğru zamanda ve doğru hedeflere yönelik uygulanan devrimci şiddet de o kadar meşrudur. Bunun değerlendirmesi geçmiş yanlış pratiklerin ağırlığı ile değil, bu hedefe yönelimin devrimin önündeki engellerin temizlenmesi ve buna ne kadar hizmet ettiği ile yapılır. Aksi takdirde hedef silikleşir, düşmanın bu politik yönelimi hayat bulur, gelişir ve devrimin önündeki engeller de çoğalır.” Halkın Günlüğü bu oldukça açık ve net olan satırları göz ardı etmektedir. Bakış Can’ın ve Halkın Günlüğü’nün bugün düşmanın işbirlikçi, ajan ağını ne düzeyde yaygınlaştırdığı, bu güçler üzerinden ne düzeyde etkili olduğunu unutması söz konusudur. Bu unutkanlığın onları “tarihe eleştiri” yaklaşımında torbadan çekerek bir konuyu belirlemesi olarak görülmeyeceği, öyle olmadığı açıktır. Bu durumda hangi bakış açısı, anlayış ve tutumun bu yaklaşıma neden olduğu tartışmaya kendini açmak zorundadır. Bundan biz kaçmayız, kaçamayız.
Halkın Günlüğü’nün anlaması için bir örnek vermekte fayda var. Mao Zedung yoldaşın Stalin yoldaşa yönelik eleştirileri bilinmektedir. Bu eleştiriler Stalin henüz hayattayken başlamış onun ölümünden sonra daha fazla derinleşmiştir. Ancak revizyonizmin Stalin eleştirisi üzerinden Komünizm davasına, devrime yönelen gerici çizgisi, sosyalizmden geri dönüşleri inşa eden kapitalist yolcu hattı açığa çıktığında Mao Zedung yoldaş öncelikli mücadele meselesi gerekçesiyle Stalin eleştirilerini adeta askıya almıştır. Revizyonizm tehlikesi karşısında Stalin eleştirilerinin dönemin ihtiyacı olmadığı, devrim ve komünizm davasına zarar vereceğini belirlemiştir. Bu çok net, kesin ve kararlı bir ideolojik duruşun ve onun yönlendiriciliğinin sonucudur. Şimdi düşmanın topyekün saldırı dalgası içinde ajan ve işbirlikçi ağının yıkıcı, moral bozucu, savaşı sabote edici karakteri içinde Bakış Can’ın yazısı bu gerçekliğe gözünü kapatmaktan başka ne anlama gelebilir.
Bakış Can’ın, perspektifinden ajan ve işbirlikçi ağına karşı acımasız ve daha keskin olunması gerektiği bir dönemde daha duyarlı, daha affedici ve ideolojik-politik mücadeleyi önceleyici bir yaklaşım ortaya çıkarsa, doğal olarak savaşın ihtiyaçlarından kopmuş, ondan uzaklaşmış bir anlayıştan başka ne çıkabilir. Bizim için durduğunuz yer bu kadar açık ve nettir. Bakış Can’ın savunduğunuz yazısı bağlamında anlatılmak istenen meramı anlamadan “mürit” koruma kaygısı, sizin ya ne yaptığınızı bilmez bir hal içinde olduğunuzu ya gerçekliğinizle yüzleşmekten kaçtığınızı ya da sınıf savaşımı ve devrimci savaşa dair taşınan kaygıdan biraz daha uzaklaştığınızı ya da Bakış Can’a ram halinizi ispatlar.
SONUÇ OLARAK;
Halkın Günlüğü ile “kahvehane” arkadaşlığımız hiç olmadı. Öyle arkadaşlıklar edindilerse gidip onlarla mekanlarını değiştirip, birbirlerini “överek” “güzellemeler” yapacakları “bowling” partilerinde buluşabilirler. Bizim eleştirilerimiz ciddi, dostça ve devrim cephesini güçlendirme eksenlidir. Bunun ötesinde ideolojik mücadele ile karşıtlık kurma, buna Gazete Patika, Halkın Günlüğü, Bakış Can’ı da dahil etme gibi nesnel bir zeminde olduğumuzu biliyoruz. Zira devrim için ayrı sınıfların temsiliyetini taşıyoruz. Doğal olarak temsil ettiğimiz sınıf olan proletaryanın baktığı yerden sizi değerlendiriyor ve proletaryanın devrimci çizgisinin çıkarlarına aykırı gördüğümüz her davranışınızı, tutumunuzu, siyasetinizi eleştiriye tabi tutuyoruz. Bundan alınıyorsanız bu dert sizin olsun. Ancak bizim siz de dahil her renk ve türden küçük-burjuva, oportünist olan devrimci tüm hareketlerle bir ideolojik-politik karşıtlığımız vardır. Bu farkı ve karşıtlığı ise gösterme, açığa çıkarma ve ortak paydaları açık ideolojik-politik mücadele üzerinden büyütme kaygımız vardır. Sizin “karşıtlık” gibi olumsuz çağrışım yapan kavramları biz sınıf mücadelesi gerçekliği olarak görüyoruz. Hiç de zararlı bir durum olarak ele almıyoruz. Sizin buradan başka duygusal, siyasal, psikolojik saikler aramanız ise sizin hüsnü kuruntunuz olarak kalacaktır. Bundan memnunsanız ve mutluysanız diyecek bir şeyimiz olamaz. Bu özgürlük hakkınızı kullanınız.