Koronavirüs (Kovid-19) salgını, içinde yaşadığımız kapitalist-emperyalist sistem irdelenmeden anlaşılamaz. Laboratuvarlarda yapılan araştırmalar, ‘toplumsal laboratuvar’ın incelenmesiyle tamamlanmadığında hiçbir zaman gerçek bir başarı elde edemeyecektir. Bu yüzden düne kadar belki uzun anlatıları, onlarca deneyimi gerektiren birçok ekonomik, siyasi ve toplumsal gerçeği, koronavirüsün mikroskobunda görmek şaşırtıcı olmamalıdır. Bu mikroskopta sermaye sistemini, sınıfları ve topluma hükmeden devletleri de keşfetmek mümkündür.
İnsanın emeğine, ürününe, diğer insanlara ve doğaya yabancılaşması özel mülkiyet sisteminin ve toplumsal sınıfların ortaya çıkmasının zorunlu bir sonucuydu. Kapitalizmle birlikte bu yabancılaşma en üst noktaya ulaşmış ve insanları “kavranması güç” birtakım ilişkiler içerisine zincirlemişti. Özel mülkiyet sistemine bağlı olarak ortaya çıkan üretim tarzı kendini sadece ekonomik ilişkilerle sınırlamamış aile, devlet, din, ahlak, hukuk gibi kurumlar aracılığıyla da toplumda hâkim hale gelmişti. Yabancılaşmanın vücut bulduğu bu kurumlar, sınıfları ve emek sömürüsünü gizlemenin de araçları oldu. Koronavirüs ise “yıkıcı” işlevini en çok bu alanda gösterdi; başta siyasi üstyapı olmak üzere günümüz toplumunu şekillendiren üretim ilişkilerine ayna tuttu.
Koronavirüs, her şeyin sermaye sınıfının çıkarlarına göre şekillendiği günümüz koşullarında, ‘aile’nin çaresizliğini gözler önüne serdi. Yaşlılar dışlanmaya başlandı, hastalar ailelerinden koparıldı, aile bireyleri birbirine şüpheyle bakarken çalışmak zorunda olan işçiler kendilerini ve ailelerini koruyamaz duruma geldi. Bu “çaresiz” kullarının imdadına ‘Tanrı’ da yetişemedi, günahkâr kullarının yol açtığı felaketle masum kullarının ölümünü izlemekle yetindi. Kaderin ağı bir kez daha yoksul ve kimsesizleri sardı, parası ve gücü olanlar ise alın yazısını kendisi yazmaya devam etti. ‘Herkesin devlet’i herkese aynı yaklaşmadı. Patronlara kalkan oldu, on milyonlarca işçi ve yoksulu ise koronavirüsün insafına terk etti. Koronavirüs, ‘hukuk’un sınıfsal niteliğini de gözler önüne serdi; devlete sınırsız yetkiler verirken işçilere çalışma zorunluluğu, halka ise ev hapsi hükmü verdi. Toplumsal ‘ahlak’ koronavirüsle daha da duyarsızlaştı, her koyunun kendi bacağından asılacağı anlayışıyla insanlara bencillik aşılandı. Zaten egemenler “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” dememişler miydi? Peki kime, nasıl OHAL ilan edecektik? Sağlıksız ve toplu koşullarda çalışmaya devam ederek, çalışmadığımızda açlıkla yüzleşerek, temel enerji, beslenme ve korunma tedbirlerinden yoksun kalarak mı? Böyle bir OHAL’i, koronavirüs umursar mıydı?
Ancak elektron mikroskoplarla görülebilen ve 125 nanometre* büyüklüğündeki koronavirüs, koskoca dünyayı anlamaya yeter mi? Evet her şey birbiriyle ilişkilidir ve dünyayı koronavirüsün penceresinden de görebilir, anlayabiliriz. Mikroskoba yansıyanlar tam da özel mülkiyet sisteminin ‘hastalık’tan başka bir şey üretmeyen bu yapısı, mikropların yayılmasına olanak sunan hücreleridir. Öyle hastalıklı genlere sahiptir ki koronavirüs bu toplumsal sistemin neredeyse tüm hücrelerine tutunmuş, kendine yaşam formu bulmuş ve salgın halinde yayılma özelliği göstermiştir. Bu ‘hastalığın’ adı kapitalist-emperyalist sistemdir. Emeği ve doğayı sömüren, onu kendini üretmenin ve çoğalmanın bir aracına dönüştüren ise sermaye virüsünden başkası değildir.
Koronavirüs, sermayenin sömürü ve kâra dayalı yapısına, bu yapının neredeyse her bir hücresine tutunma becerisi gösterdi. İnsan toplumunu belirleyen ‘hastalık’tan beslendi ve kendi yapısında bu hastalığın; sermayenin tüm özelliklerini orta yere serdi. Sermaye, kapitalist sınıf da vücut bulur ve doğası gereği sınıfsaldır. Koronavirüs ise sermayenin hâkim olduğu insan toplumunda vücut buldu, o toplumun sınıfsal özelliklerini kazandı. İşçileri, yoksulları, yaşlıları, dışlanmışları, hastaları kısacası ‘birey’ olarak en zayıf olanları kendine hedef seçti. Para, güç ve olanaklara sahip yönetici ve patron sınıflar kendilerini sırça köşklerinde korumaya almakta gecikmediler. Alt sınıfların bu şansı yoktu, onlar, ölünceye kadar çalışmak, üretmek ve hizmet etmekle yükümlüydüler. Birkaç “ünlü” isimle gözümüzü boyamaya çalışsalar da koronavirüs de sınıfsaldı.
Büyük kayıplara neden olsa da koronavirüse karşı ilaç ya da aşı bulunabilir. Peki bu ölümcül virüsleri, salgın hastalıkları ortadan kaldırmaya yeter mi? Değil koronavirüs tedavisi mümkün onlarca hastalık nedeniyle binlerce, yüzbinlerce insan hayatını kaybediyor. Her gün binlerce işçi sermayenin acımasız çarkları içerisinde “kaza”ya kurban ediliyor. Açlık, salgın hastalıklar, iş cinayetleri, emperyalist ve gerici savaşlar nedeniyle hayatını kaybeden milyonlar tek bir şeye işaret ediyor; insanı ve doğayı dizginsizce sömüren sermaye yok edilmedikçe ne salgınlardan ne de ölümlerden kurtulmak mümkün.
*Nanometre: 1 metrenin milyarda biri