Uzun bir zamandır AKP’den ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmalarını yoğunlaştıran Ali Babacan ve ekibi, en sonunda çalışmalarını tamamlayarak 11 Mart’ta, partisinin kuruluşunu program ve vaatleri ile deklare etti. Parti tanıtımını, 2001 yılında kendisinin de kurucuları arasında olduğu AKP’nin kuruluş tanıtımını yaptığı Ankara Bilkent otelinde gerçekleştirdi. Yani ikinci kez parti kuruluşu ve tanıtımını gerçekleştirmiş oluyordu. Öncesinden Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nden farklı olarak, burjuva liberal çevrelerden ilgi gören ve büyük bir beklenti içerisinde olunan Babacan’ın Demokrasi ve Atılım Partisi, beklentilerin gerisinde vasat bir çıkış gerçekleştirdi.
Geleneksel Türk burjuva-feodal egemenlik sisteminin temel özelliklerini taşıyan ve savunan ancak çıkışını meşrulaştırma ve kamuoyunda mevcut sistem partilerinden hoşnutsuzluk duyan kitlelerin ilgilerini çekme adına bolca vaatte bulundular. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, kadına yönelik şiddet ve kadın sorunu, gençlik ve inanç sorunu, Kürt sorununun demokrasi içinde çözümü, AB ve ABD ile stratejik ilişki ve ortaklık temelli yaklaşım vb. hemen hemen tüm alanlara dair “demokratik-muhalif” ve “seküler” dil ve söylemler kullanmaktan geri durmadı. Tıpkı AKP’nin çıkışında olduğu gibi, ekonomik ve siyasal kriz ve tıkanıklığın girdabındaki faşist Türk egemenlik sisteminin derdine “DEVA” olacak cinsten bir çıkış kanalı açma ve kitlelerin alternatif ihtiyaçlarının önüne geçerek yeniden ve “yeni” partilerle düzene yedekleme amaçlamaktadırlar. Misyon bu! Bu açıdan yeni değil geleneksel ve AKP’nin bir türevi ya da tekrarı da denilebilir. Bunun için de sahnelenen şey, “biz bu filmi daha önce de izledik” dedirten dejavu halinden başka bir şey değildir.
EKONOMİK-SİYASAL KRİZİN ÜRÜNÜ SERMAYENİN “BİLİNDİK ÇOCUKLARI”!
Bizim gibi ülkelerin özelliklerine bakıldığında, tıkanıklık ve kriz ortamlarının yeni siyasi oluşumlara ön ayak olduğu, tam da böylesi dönemlerde siyasal ayrışmalar ve yeni oluşumların boy verdiği görülecektir. Siyasal yapılanmalarda örgütsel anlamda süreklilik yoktur ancak içerik ve politik çizgi anlamında yeni olarak çıkanın bir kemikleşmiş geleneği vardır. Faşist sistem kitleleri yönetecek faşist nitelikleri olan yeni gömlek giymiş partilere her zaman ihtiyaç duymaktadır.
Gerici-faşist Türk egemenlik sistemi ve partilerine bakıldığında bu gerçeklik daha net görülecektir. 2001 yılında AKP’nin çıkışının 2001 ekonomik-siyasal krizin üzerinden gerçekleştiğini biliyoruz. İçinden geçtiğimiz dönemin özelliklerinin de benzerlikler taşıdığı açık. İçeride ve dışarıda politik-ekonomik kriz ve tıkanıklığın yaşadığı, adeta dibe batışa doğru gidişatın yaşandığı böylesi koşullarda, emperyalist güçler ve yerli egemen güçler, halkın devrimci-demokratik ilerici güçlere yönelmesini engellemek için, halkın sisteme ve partilerine olan tepki ve öfkelerini yine sistem içerisinde absorbe edebilecek siyasal oluşum ve önermeleri devreye sokarlar. Mevcut hükümet ve muhalefet partilerinin yetmeyeceğinden hareketle, sağ ve “sol” cenahta yedeklemeye giderler mevcut gerçeklikte, Türkiye toplumunun siyasal sosyal gerçekliği olan muhafazakar-milliyetçi eğilimden hareketle, AKP’nin olası seçimde gerilemesi ya da başka toplumsal gelişmeler sürecinde, bu yeni oluşumları stepne olarak kullanmak istemektedirler. İşte DEVA partisi de böylesi siyasal oluşumlardan biridir. AKP artıklarından devşirilmiş DEVA partisi kurucuları, piyasaya “AKP içindeki liberaller, demokratlar, laikler, vb.” şeklinde sunularak, halkın içerisinde mayalanması sağlanmaya çalışılmaktadır.
Tüm sistem partilerinde olduğu gibi, DEVA için de esas olan sömürü ve zulüm sisteminin, onun üst kurumu olan devletin devamlılığının ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Tüm söylem ve programları buna dönüktür. Programına bakıldığında bu net olarak görülecektir. Ayrıldıkları AKP’de ekonomiden sorumlu bakan, dışişleri bakanı, AB baş müzakerecisi, başbakan yardımcısı düzeylerde görev yapan Babacan ve ekibinin AKP ve mevcut hükümete ciddi bir eleştiri getirmemiş olması tam da bu gerçekliği kanıtlamaktadır.
ULUSLARARASI TEKELCİ SERMAYENİN ASLANLARI, EMEKÇİYE VE KÜRDE KAN KUSUYOR!
ABD ve AB emperyalistlerinin dostu ve çıkarlarını esas alan Ali Babacan hakkında en çarpıcı karakter tanımını, 2007 yılında Dışişleri Bakanlığı’na getirildiğinde, dönemin ABD Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson tarafından hazırlanan şu gizli raporda yapmaktadır: “… Türkiye’nin liderleri arasında belki de en küresel görüşlere sahip olan ve yabancıların düşünce tarzını anlayabilen kişi Babacan. Küresel sermayenin ne duymak istediğini biliyor ve genelde pazarlamacı gibi davranıyor…”
Alıntıdan da anlaşılacağı üzere, ABD ve AB tekelci sermaye güçlerinin istemlerine uygun bir pozisyon alan ve ülke- de hükümete gelmenin bu güçlerin onay ve desteği ile olabileceği gerçeğini en iyi bilenlerin başında gelmektedir. Kendisi de sömürücü işbirlikçi bir sermaye işletmecisi olan Babacan’ın yürüyeceği yol, kendi sınıfının çıkarlarını koruma yönlü olacaktır. “ABD ile stratejik ortaklığın ve müttefik ilişkilerimizin aksamasına yol açmış olan sebepler ve bunların ortadan kaldırılması…”na kendini adayan, öte yandan AB ile stratejik ortaklığın daha da geliştirilerek yürütülmesini, yani emperyalizme bağımlılığı daha da derinleştirmeye odaklı bir siyasete sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yani AKP’nin iç ve dış siyasette ABD ve AB ile yaşadığı kimi çelişki ve sıkıntıların çözümünde emperyalist güçler lehine daha cüretli adım atacağını, kölelikte sınır tanımayacağını deklare etmiştir. Bunun, uluslararası sermayenin ve yerli egemen sınıfların sınırsız sömürü ve zorbalığının arttırılarak devamı olacağı açıktır. Bu konuda mevcut sistem partileriyle bir farkı olduğu söylenemez.
KÜRT SORUNUNDA TAKKİYECİ VE ŞOVENİST SALDIRGANLIK, ALEVİLERE SAHTEKARCA YAKLAŞIM
İşçi sınıfı ve emekçilerin sorunlarına dair hiç bir olumlu yaklaşımı olmayan, tam bir işçi ve emekçi düşmanı olan Babacan’ın, Kürt sorunu ve Alevi sorunundaki yaklaşımı da tam bir sahtekarlıktan başka bir şey değildir. Tıpkı AKP’nin ilk çıkışında olduğu gibi, Kürde ve Alevi’ye zehirli şeker sunan Babacan ve ekibi, diğer faşist şovenist düzen partileri gibi, Kürtlerin statü elde ettiği Rojava’ya yaklaşımında gerçek düşünceleri açığa çıkıyor.
Kürt sorununun “demokratik hukuk devletinin inşa edilmesi, demokrasi kanallarının açılması ile olacağını, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlükleri ile eşit vatandaşlık haklarının karşılanmasıyla sorunun çözüleceğini” iddialı söylemlerle Kürt halkını aldatmaya çalışan Babacan, hemen ardından Kürt ulusunun nispeten statü elde edeceği kimi kazanımları yarattığı Rojava’daki Kürt Ulusal Hareketi (PYD)’ne terör örgütü diyerek gerçek niyetini ortaya sermiştir. Bu anlamda yenilikçi, liberallikten öte, geleneksel kafatasçı, ırkçı- şoven faşist bir parti olduklarını ortaya koymuştur. Kürt sorununun çözümü anlamındaki sahte söylemleri, tıpkı 2001’deki AKP’nin çıkışı gibidir. Kürt ulusu ve emekçilerine yönelik yürütülen katliamcı ırkçı-milliyetçi politikalara tek bir sözü olamayan Babacan, ırkçılıkta diğer düzen partileri ile yarışmaktadır.
Bu ikiyüzlü takkiyeci yaklaşımları Alevi inancına dair yaklaşımlarında da kendini açığa vurmuştur. “Alevilerin inanç, hak ve özgürlük taleplerini hak ve özgürlükler temelinde çözüme kavuşturacaklarını ve ötekileştirme uygulamalarını ortadan kaldıracağız” sahte vaatleri eşliğinde güzellemelerde bulunan Babacan’ın hükümette değişik alanlarda görevde bulunduğu dönemdeki ırkçı-faşist tutum ve yaklaşımı bizler açısından referans olacaktır. Bu konuda “seküler” bir dil kullanarak meseleyi yumuşatmaya çalışması, Kürtlerde olduğu gibi, Alevi inancına sahip emekçileri aldat- maktan başka bir anlamı yoktur. Alevi emekçileri de bu gerici, faşist zokayı yutmayacaktır.
Özcesi, AKP’nin faşist, gerici artıklarının liberalliği, “seküler”liği, demokrat ve laikliği tam bir sahtekarlık, kuzu postuna girmiş kurttan başka bir şey değildir. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilere, Kürt ulusuna, Alevilere, ezilen milliyet ve inançlara, kadına, gençliğe, ekolojiye dair pozitif anlamda sunacakları bir şeyleri yoktur. Her şey sermayenin azami kârının gerçekleşmesi ve onun mutlak iktidarının, onun çıkarlarının bekçisi faşist devletin bekasının sağlanmasıdır. Tıpkı öncelleri ve kardeşleri gibi.
* Bu yazı Yeni Demokrasi’nin 19 Mart 2020 tarihli 57. sayısından alınmıştır.