Komünist devrimci siyasetin temel hedefi devrim ve nihai amaç komünizme ulaşmaktır. Nesnel olarak ortaya konulan bu politik hedefin düşünsel temelde farklı aktarımları söz konusudur. Sınıflı toplum yapısının bir ürünü olan bu farklı düşünceler proleter ideoloji karşısında sağ ya da sol sapma olarak nitelendirilmektedir. Niyetlerden bağımsız olarak çizilen devrim yolunun ideolojik temeli sorgulandığında burjuva ideolojinin ta kendisi çıkar karşımıza. Devrimci mücadelenin ve devrimci hareketin zayıfladığı, göreceli olarak gerilediği dönemlerde küçük burjuva ideolojik akımlar kendilerine yaşam alanı bulur ve bu alanı genişletmek için var gücüyle çalışır. Devrimci saflarda da mantar gibi türeyen bu akımların başında anarşizm geliyor. İdeolojik ve politik düzlemde görüleceği üzere sınıf mücadelesini bölen, engelleyen ve gerileten bir niteliği sahiptir. Devrim adına savunulan devrim “teorisinin” proletaryayı ve ezilen kesimleri devrime değil, boğmak için burjuvazinin sığ sularına götürür. Günümüz özgülünde de anarşizm değişik görünüm biçimleriyle karşımıza çıkmaktadır. Tüm görünüm biçimleriyle bir bütün olarak anarşizme karşı ideolojik mücadele, devrimin geleceği, devrimci öznenin varlığı ve rolünü layıkıyla oynaması bakımından zorunludur. Bu kapsamda anarşizme dair temel vurgular yapmak isabetli olacaktır.
“Anarşizm (anarşistler) –her türlü resmi ve siyasi örgütü ilke olarak reddeden, küçük burjuva sahte devrimci siyasi ve ideolojik bir akım. İşçi sınıfının iktidar için siyasi mücadelesini küçümsemesinin sonucu olarak işçi sınıfının Marksist-Leninist partisine karşı düşmanca tutum alır ve sosyalist toplumu kurmanın aracı olarak proletarya diktatörlüğünü reddeder. O nedenle anarşizm işçi hareketi içinde negatif bir rol oynamıştır.” (Lenin, Seçme Eserler, Cilt 10, 1997, s. 375)
Tanımdan da anlaşılacağı üzere anarşizm nesnel gerçekliği, bilimsel dünya görüşünü, toplumsal koşulları, her türlü otorite karşıtlığı üzerinden reddeden bir anlayışa sahiptir. Bu “otorite reddinin” düşünsel temeli 18. yüzyıla kadar inmektedir. İngiliz filozof Godwin’in “insan ahlakını boğduğu için devletin ortadan kaldırılması düşüncesi dönemin (1790’lar) birçok düşünürü tarafından benimsenmiştir. Devleti yaratan koşulları ortadan kaldırmadan devleti ortadan kaldırma düşüncesidir savunulan. Fransız filozof C. Fourier’in ‘toplumun doğal biçimlenişinin en uygun ve verimli biçimleniş olacağı’ görüşü Proudhon, Bakunin ve Kropotkin gibi anarşizmin babalarının çıkış noktası oldu. Proudhon ütopyacı sosyalizmle, Bakunin nihilizmle, Kropotkin de ‘düzen yokluğu değil baskı yokluğu’ şeklinde düzenlemeye çalıştı.” (Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 1, 1976, s. 139) Bu “üç silahşör” içinde anarşizmin düşünsel temelini oluşturması bakımından Bakunin ön plana çıkmış ve anarşizmle özdeşleşmiştir.
İşçi sınıfının kurtuluşu olarak teorize edilen anarşizm, devrim sahnesine çıkar çıkmaz Marks ve Engels’in hedefi olmuştur. İşçi sınıfını burjuva teorilerle oyalamanın ötesinde, doğrudan burjuvaziye teslim eden anarşizmin iç çelişkileri, işçi sınıfının bilimsel ideolojisi olmasından oldukça uzak, hatta tam zıttı olduğu yine Marks ve Engels tarafından ifşa edilmiştir. Bu burjuva safsatası, işçi sınıfının bilimsel ideolojisiyle çürütülmüştür. Engels yoldaşa kulak verelim; “Bakunin’in Proudhonculukla komünizm karşıtı kendine özgü bir teorisi vardır. Proudhonculukla ilgili başlıca tezine göre ortadan kaldırılması gereken asıl kötülük sermaye değil, yani kapitalistlerle ücretli işçiler arasındaki toplumsal gelişmeden doğan sınıf karşıtlığı değil, devlettir… Bakunin, sermayeyi, devletin yarattığına, kapitalistin ancak devletin lütfu sayesinde sermaye sahibi olduğuna inanıyor. Öyleyse asıl kötülük kaynağı devlet olduğuna göre, her şeyden önce ortadan kaldırılması gereken devlettir ve ardından sermaye kendi kendine ortadan kaybolacaktır. Biz, tam tersine, diyoruz ki; sermayeyi, tüm üretim araçlarının bir avuç insan tarafından sahiplenilmesini ortadan kaldırın, devlet kendi kendine çökecektir. Fark büyüktür. Önce bir toplumsal devrim olmaksızın devletin ortadan kaldırılması saçmadır; sermayenin ortadan kaldırılması tam bir toplumsal devrimdir…” (Marks-Engels, Seçme Yazışmalar, Cilt 2, 1996, s. 60)
Esas olarak devleti hedef alarak “radikal” bir çıkış yapan anarşizmin, devlet teorisinde devlet bir otorite türü olduğu için yıkılmalıdır. Bir sınıfın diğer sınıfı ezme aracı olduğu için değil dolayısıyla sınıfsal bir bakış açısından yoksundur. Bundan dolayıdır ki esas hedefin ne olduğunu “şaşırtmaktadır.” Buradaki devlet karşıtlığı anarşizm ve sosyalizmin benzermiş gibi algılanmasına-görünmesine yol açmaktadır. Fakat biraz daha yakından bakıldığında öz itibariyle anarşizmin sosyalizmle hiçbir alakası yoktur. Anarşizm sınıflı toplumda, sınıf gerçekliğini göremediği gibi, sosyalizmde sınıfların var olacağını ve burjuvazinin tahakküm altına alınması gerektiğini, bunun için proletarya diktatörlüğünün zorunlu olduğunu göremez, göremediği için de “her türlü” otoriteye karşı çıkar. Onun için tek bir nesnel gerçeklik vardır: otorite. Boğanın kırmızıya sinir olması gibi sinir olur. Ve Engels devam eder: “Devrim elbette ki en otoriter olan şeydir.” (Marks-Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt 2, 1977, s. 451)
Anarşizmin sınıfsal ve ideolojik niteliği 1. Enternasyonal’de açığa çıkmıştır. Sınıf mücadelesini bir kenara atarak her yerde anarşiden bahsedenlere karşı ideolojik mücadele 1. Enternasyonal içinde keskinleşmiştir. O dönem verilen mücadelede, “Anarşi –diyor Marks ve Engels- sosyalist sistemlerden bir dizi slogan dışında hiçbir şey olmamış olan ustaları Bakunin’in büyük savaş atı işte budur. Bütün sosyalistler anarşiden şunu anlarlar: Proleter hareketin hedefi yani sınıfların kaldırılması, bir kez gerçekleşti mi üreticilerin büyük bir çoğunluğunu çok küçük bir sömürücü azınlığın boyunduruğu altında tutmaya yarayan devlet gücü yok olur ve hükümetin işlevi basit yönetsel işlevlerden ibaret hale gelir.” (A.g.e, s. 339)
Bu yalın gerçeği anlamayan Bakunin ve arkadaşları teorilerinin gereği olarak rahatça otorite karşıtlığı yapabilmek için 1. Enternasyonal’den ayrılmışlardır. Israr ettikleri şey, proletaryanın devrimci-militan gücüyle burjuvaziye karşı iktidar mücadelesinin önüne geçmektir. Bundan dolayıdır ki “sahte devrimciler”dir.
1. Enternasyonal’den sonra anarşizmi Rusya’da gelişen devrimci mücadele içinde görürüz. Lenin Bolşevik Parti’yi inşa ederken en çok mücadele ettiği küçük burjuva akımlardan birisi olmuştur. “Kendilerine özgü teorileriyle” Bolşeviklerin karşısına, Rusya’daki devrimci mücadeleyi engelleme amaçlı çıkarken Lenin anarşistlerin sınıfsal niteliğini, özünü açığa çıkararak bu engeli de aşmıştır. Dinliyoruz: “Anarşistlerin dünya görüşü, ters yüz edilmiş bir burjuva dünya görüşüdür. Onların bireyci teorileri, bireyci ideali, sosyalizmle doğrudan karşıtlık içindedir. Görüşleri durdurulamaz biçimde emeğin toplumsallaşmasına götüren burjuva düzeninin geleceğini değil, bugünü hatta düzenin geçmişini dağınık yalnız küçük üreticiler üzerinde kör rastlantının egemenliğini ifade eder. Politik mücadelenin reddedilmesine varan taktikleri proletaryayı böler ve onu şu ya da bu burjuva politikasının pasif katılımcısı haline getirir çünkü işçiler için politikanın gerçekten uzağında kalmak imkansızdır ve uygulanamaz.” (Lenin, Seçme Eserler, Cilt 3, 1994, s. 327)
Proleter devrim anarşizmi reddeder. Zira proletaryanın dünya görüşüyle uyuşmaz. Enternasyonal proletaryayı, iktidar perspektifiyle devrime çağıran, onun, devrimci-militan gücünü açığa çıkaran Marksizmle anarşizm yan yana gelmez. Küçük burjuva dünya görüşü çerçevesinde ezilenlere toplumsal ve sosyal kurtuluşu değil, bireysel kurtuluşu vaat eder. Dolayısıyla işçi sınıfına değil küçük burjuvaziye hitap eder. Toplumsal koşulları ortadan kaldırmadan, toplumsal koşulların yarattığı unsurları ortadan kaldırmak gibi bir hedef küçük burjuva maceracılığından öte değildir. İspanya örneğinde doğrudan komünlere geçiş yapılması, “her türlü” otoritenin ortadan “kaldırılması” küçük burjuva mülkiyetini korumaktan ileri gitmemiştir. Keza devrim adına Rusya’da ileri sürülen düşüncelerde de proletaryanın değil küçük burjuvazinin isteklerine hitap ediliyordu. Anarşizm, proletaryanın sömürücü burjuva sınıfından ilelebet kurtulmasının değil, kurtuluş safsatasıyla ya da “sahte devrimcilik”le ilelebet esir kalmasının “dahiyane” fakat köhnemiş bir düşüncesidir.
Anarşizmin reddettiği otoritelerden biri de partidir. Devasa örgütlü bir güce sahip olan burjuvazi karşısında aynı derece demir disiplinle örgütlü bir Komünist Partinin varlığıdır reddedilen. Sınıflı toplumlarda sınıf mücadelesi öznel düşünceye tabi değildir. Egemen sınıfların, ezilenlere sömürücü ve baskıcı düzenini zor aygıtlarıyla kabul ettirirken, zora karşı zoru örgütlemek nesnel bir durumdur. Devlet, ordu-polis, hapishanelerde oluşan zor aygıtlarına karşı, işçi sınıfı ve ezilenlerin, örgütlü ve öncü müfrezesi olmadan kurtuluşu mümkün değildir. Bu nesnel gerçekliğin “otorite” denilerek reddi, esas olarak, burjuvaziye karşı iktidar mücadelesinin reddidir. Başka bir ifadeyle emekle sermaye arasındaki çelişkinin yok sayılmasıdır söz konusu olan. Sınıfsal çelişkilerin çözümü, onları yaratan maddi koşullardan bağımsız, yalıtık bir mücadeleyi içermez. Partiyi gerekli kılan öznellik değil, toplumsal koşullardır ve elbette ki Parti bir otorite olmak zorundadır. Halk kitlelerini örgütleyerek, iktidar bilinciyle savaştıracak, proleter ideolojiyle donanmış, çelik disiplinli bir otoritedir. Bu otorite anarşizmin anladığı türden bir otorite değildir. KP’nin otoritesi egemen sınıfların iktidarını ve onların zor aygıtlarını hedef alan, bu iradeyle kitlesini savaştıran bir otoritedir. İşçi sınıfı ve ezilenleri değil, tam tersine ezen sınıfı tahakküm altına almaya yönelen bir otoritedir. Partiyi var eden ve zorunlu kılan maddi koşullar görmezden gelinerek yapılan bir otorite reddi, proletaryanın kurtuluş mücadelesinde başarısız olması demektir. “O halde şu iki şeyden birisi: anti-otoriterciler ya neden söz ettiklerini bilmiyorlar, ki bu durumda kafa karışıklığından başka bir şey yaratmış olmuyorlar; ya da bunu biliyorlar, ki bu durumda proletaryanın hareketine ihanet ediyorlar. Her iki durumda da gericiliğe hizmet etmiş oluyorlar.” (Marks-Engels, 1977, s. 452) Anarşizm, sınıflı toplum gerçekliğini ve bu gerçekliğin ihtiyaç ve zorunluluk olarak ortaya çıkardığı her şeyi bir kenara bırakarak kendi küçük burjuva dünyasında yarattığı sanallıkta, örgütlü bir güce karşı örgütsüz bir mücadeleyi salık verir. “Ne örgüt ne parti yaşasın anarşi” diye haykırarak proletaryayı işaret edip burjuvaziye seslenir.
Bu sesler Gezi Direnişi’nde kulakları fazlasıyla rahatsız etti. Taksim’i dolduran kitlelerin ekonomik ve siyasi taleplerinden çok örgütsüz oldukları vurgulanıp duruldu. Liberal burjuva değerlerin revizyonist ve reformistlerce Gezi Direnişi’ne taşınması anarşist düşünce ve eğilimlerin açığa çıkmasının güçlü zemini oldu.
Burada savunulan “örgütsüzlük” liberal reformist bir yanı olsa da anarşizmin savunduğu örgütsüzlükle örtüşmektedir. Her ikisinde de örgütsüzlükten kastı kendiliğindenci hareket değildir. Doğrudan hedef alınan devrimci özne, daha özelde de Komünist Parti’dir. 1. Enternasyonal’den Gezi Direnişi’ne anarşizm devrimci mücadelenin önüne bir engel olarak çıkmaktadır. “Örgütsüzlük” vurgusu sisteme karşı sorunu olan, tepkisini, öfkesini sokağa taşıyan, bir alternatif arayan kitleleri öncü ve örgütlü kurmayı ile buluşmadan, burjuvazinin vantuzlu kollarında nefessiz bırakmanın açık ifadesidir. Bu “örgüt”, “otorite” korkusu, küçük burjuva dünyalarının bir çırpıda yıkılıp gideceğinin korkusudur. Bu korkuyla düzen sahipçiliği olarak burjuvaziye sadakatlarini sunmuşlardır. Bizzat direnişin içinde yer alarak, direnişe destek verme amacı ve niyetine yön veren düşünce, kitlelerin, düzeni alt üst edecek bir maddi güce dönüştüreceği örgütlülüğün oluşmasını engellemektedir. Bundandır ki örgütlülük, KP, yani otorite tüm riyakarlıklarıyla (zira ortalığı “en çok” yakıp yıkan onlardır) reddedilmiş ve anarşi kutsanmıştır. Toplumsal bir alt üst olmadan AKP’yi yıkmakla devleti yıkma anlayışı aynı potada birleşerek burjuvazi adına proletarya ve ezilenlerin devrimin ve devrimci mücadelenin önünü beri almada anarşizm üstüne düşeni layıkıyla yerine getirmiştir.
Tasfiyeci saldırıların yoğunlaştığı süreçten geçiyoruz. Nicelik ve niteliksel daralmaya paralel küçük burjuva akımlardan etkilenimler söz konusu. Ki çoğu kez bu etkilenim devrimci öznelerde ağır tahribatlar yaratabiliyor. Liberal ve reformist savrulmalardan tutalım anarşist eğilimlere rastlamak mümkün. Devrimci saflardan anarşizmin görünüm biçimlerinden biri örgüt disiplinine uymama veyahut disiplin ve anlayışın aşındırılması; bireyciliğin ön plana çıkarılıp örgütün geri plana itilmesi şeklindedir. Bu ideolojik bir sorundur. Bolşevik Parti ve disiplin anlayışını bir kenara bırakıp küçük burjuvazinin iflah olmaz pratikleri sergilenmektedir. Devrimci değer ve ilkelerin yerini küçük burjuva anlayışlar almaktadır. Bu doğrudan devrimci saflarda Marksizmin terk edilmesidir.
Liberalizmin temel düşüncesi olan bireycilik fidesinde büyüyen anarşizm devrimci saflarda da açıkça kendi söylemleriyle yer almaktan öte liberalizmin değerleri altında yaşam bulmaya çalışmaktadır. Nasıl ki toplum değil birey denilirken, devrimci saflarda da birey kutsanıp ön plana çıkarılmakta ya da çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bu bakışla tüm devrimci değerler bireycilik eksenli revize edilip “yeni”, “güncel” modeller olarak sunulmaktadır. Bu da var olan örgüt disiplinine ve anlayışına anarşist bir karşıtlık olarak çıkmaktadır. Bunun görünümü de devrimci örgütlerde disiplin anlayışının liberalize edilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Katı askeri disipline yakın örgüt disiplinleri liberalize edilip, Menşevikleştirilmektedir. Bu aynı zamanda Gezi’den çıkarılan yanlış sonuçla gerekçelendirilmekte kendiliğindenciliğe tapılarak anarşizm “yükselen değer” olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Liberalizmin bireyci anlayışı sinsice devrimci saflara sızmakta ve değişik biçimler altında da karşımıza çıkmaktadır.
Bireyciliğe karşı devrimci saflarda aktif mücadele etmek aynı zamanda anarşizmle mücadele etmektir. Anarşizmin tehlikeli olanı devrimci saflarda, devrimci görünümünde, devrimci ilke ve değerleri aşındırmaktadır. Devrimci görünüm altında “yeni” etiket ile keşfedilmiş bireycilik orjinli anlayışları teşhir etmeliyiz. MLM örgüt ve disiplin anlayışları yüksek perdeden bir kez daha dillendirmek zorundadır.
İlke ve değerlerin tanınmaması anarşizmin sevdiği kavramla otoriteye itirazdır. Bu itiraz tasfiyeci saldırılar karşısında sınıfsal ve ideolojik duruşun zayıflamasının kaçınılmaz sonucudur. Devrimci mücadele olmazsa olmaz olan Partinin, zorunlu bir otorite olarak görülmemesi anarşizmdir. Tüzük, ilke ve değerler ve de Bolşevik anlayış devrimci öznenin bir arada var olmasının temel sütunlarıdır. Parti bunlar üzerinde örgütlü yapısını inşa edip, sevk ve idare eder. Partinin kendisi bir otoritedir. Bir otorite olmaksızın ne parti ne de hiyerarşik düzlemde hiçbir organı ve üyesi bir saat gibi işlemez. Bu otoritenin devrimci literatürdeki adı demokratik merkeziyetçiliktir daha somut ifadeyle çelik disiplindir. Anarşizmin o küçük burjuva havsalasına sığmayan otoriteden MLM’lerin anladığı budur. “Bu baylar şeylerin adlarını değiştirdiklerinde, şeylerin kendilerini değiştirdiklerini sanıyorlar.” (Marks-Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt 2, 1977, s. 451)
İçinden geçtiğimiz süreçte, egemen sınıfların devrimcilere dayattığı şey çemberin dışına çıkmayıp çemberin içinde istediği “devrimci mücadeleyi” vermesidir. Yoğun gözaltı ve tutuklamalar, işkenceler ve katliamlar, buna paralel ideolojik saldırılar, doğrudan devrimci mücadeleyi çemberin içine hapsetmek amaçlıdır. Diğer yandan çemberin içinde olanlara da çemberin dışına çıkmaması için saldırı yapılmaktadır. Saldırının boyutu ve hedefi topyekûn tasfiyedir. Bu yoğun saldırılara karşı devrimciler ağır bedellerle yaratılmış ilke ve değerlere sımsıkı sarılarak ayakta durabilirler.
Dünya devrim tarihinde Marksizm küçük burjuva ideolojilere karşı amansız bir mücadele içinde billur bir keskinliğe ulaşmıştır. Bu keskin kılıcın vurucu gücü günümüz tasfiyeciliğinin özgün biçimlerine karşı amansız bir şekilde kullanılmalıdır. Anarşist eğilimler devrimciliğin köküne kibrit çakmaktadır. Her türlü biçimine karşı ideolojik mücadele zorunludur. Vücuttan atılmayan irinin olduğu yeri sinsice çürütmesi gibi küçük burjuva akımlar –konu itibariyle anarşizm- saflardan atılmadığında Bolşevik Partinin özünü sinsice çürütecektir.
Komünistler, egemen sınıfların en yoğun saldırıları altında devrimci değerleri ilkelerine sadık kalarak ve onlara sımsıkı sarılarak korumuşlardır. Tasfiyeci saldırılar ve küçük burjuva ideolojilerin saflarımıza nüfuz etmesinin panzehri devrimci mücadelenin yükseltilmesiyle mümkün olur. Proletarya Partisi’nin tüm bileşenlerinin, sürecin özgünlüğüne karşı, ideolojik donanım, politik derinleşme ve savaşta yetkinleşme görevi ve sorumluluğu her zamankinden daha elzemdir. Savaşı savaşarak öğrenme, aynı zamanda anarşizm özgülünde tüm küçük burjuva ideolojik akımlara karşı etkin bir mücadeleyi de içermektedir.