Ülkeler, genel sorunlarını belirlemek için anketler yaparlar. Sorular alt başlıklar halinde topluma sunulur. Amaç toplumun yaşadığı sıkıntıların öncelik durumunu tespit etmek ve çözüm üretmektir. Bu tür anketler genellikle seçimler öncesinde dillendirilir ve siyasi “aktörler” bu sorunların çözümü yönünde vizyonlarını halka sunarlar.
Genellikle adalet, eşitlik ve özgürlüklerle ilgili sorunların doğurduğu sıkıntılar dile getirilir. Fakat egemenlerin finansörlüğü ile yapılan bu anketlerde sorunların sadece sonuçları ortaya konulur.
Örneğin işsizlik denilir ama işsizliği doğuranın gelirde adaletsizlik, kadrolaşma ve çıkar yandaşlığı gibi sebeplerden kaynaklandığı pek konuşulmaz.
Eğitim denilir ama özgürlük ve eşitlik ilkesine aykırılık konuşulmaz bile. Eğitimin egemen zihniyetin bir ürünü olduğu akıllara gelmez. Akla ve dile getirenler hemen suçlanır.
Temel hak ve özgürlüklerin gaspedildiği -yok sayıldığı bir ortamda ve düzende, bir karşı duruş yine egemenler tarafından terör diye nitelendirilip ya da kriminalize edilebiliniyor.
En önemli sorunlardan birisi de “Kendine göre ahlaki ölçüler”dir. Bu, yukarıda saydığımız bazı sorunların hem sonucu hem de sebebidir. Hırsızlığın sebebi adaletsizlik olabildiği gibi hırsızlıklardan dolayı adaletsizliklerin yaşandığı da bir gerçektir.
Kendine göre ahlak, daha çok sömürülen toplumlarda gelişir. Baskı ve şiddetle yönetilen toplumlarda mutlaka gerici zihniyetler dayatılır. Bu bazen dinler ile bazen de dar ideolojik yaklaşımlarla kendini gösterir.
Kendine göre ahlakta örneğin hırsızlığı ele alalım. Bir ülkede hırsızlığın yoğunluğu ve tanımı aynı zamanda o ülkenin tarihiyle de ilintili bir durumdur. Bir topluma ve topluluğa ait şeyi güç yoluyla gaspetmek, adını savaş diye tanımlayıp ganimetle meşrulaştırmak hırsızlıktır.
Gelecek kuşaklara bunu kahramanlık masallarıyla aktarmak, kendisi dışında kalan herkesten ve her şeyden almayı meşru görmek meşru hırsızları yaratır. Aynı zamanda “Ötekileştirilenden” faşizmi de güçlendirmiştir.
Örneğin, “Ermeni’nin canı, Alevi’nin malı, Rum’un kanı, Kürt’ün namusu helaldir” vb. yaklaşımlar, içinde yoğun bir faşizmi barındıran alçakça bir hırsızlıktır. Milliyetçilik bu hırsızlığın kılıflarından sadece birisidir. Bu durum geçmişte ve günümüz Türkiye’sinde halen çok canlı bir şekilde karşımızda duruyor. Bu gerçekliği sürdüren zihniyet, eğitimde, ekonomide, sağlıkta, hukukta ve daha bir çok alanda kendini topluma dayatır. Dayatılan bu zihniyetin ürünü bireyler, yine ve yeniden bu zihniyeti devamlı kılan ana unsurdur.
Bu zihniyet, halklara ve doğada yaşayan canlı-cansız herkese ve her şeye karşı düşman hırsızlar yaratır. Düşman hırsızları besleyen, ödüllendiren diktatör zihniyet, kendisine faşist bir ordu kurmuştur artık. Bu ordu dünyanın her yerinde aynıdır. Temel gıdası dincilik ve ırkçılıktır. Tek çözüm devrim ve devrimci mücadeledir.
Kendine göre ahlak dayatmacılığının yarattığı kişilik, bencil, zorba, hırsız, sadist vb.’dir.
Buna karşın devrimci kişilik, toplumsal çıkarları kendi çıkarları olarak bilir, paylaşımcıdır. Dürüstlük ve doğruluk ilkelerinden asla taviz vermez-vermemeli.
Yaşanan toplumsal erozyonlara karşı devrimci ahlak, kökleri sapasağlam bir ağaca ve o ağaçlardan oluşan kocaman bir ormana benzer. Kapitalizmin ve faşizmin zehirlediği her şeye karşı, devrimci kişilik panzehirdir.
Her çağda yaşanan kaoslarla mücadeleyi yükseltenler ve en önde çarpışanlar, her zaman devrimci ahlakla kendilerini donanımlı hale getiren devrimciler olmuştur.
Bir Partizan Okuru