Yaşadığımız çağda kapitalizmin giremediği ve hükmedemediği alan neredeyse yok denecek denli azdır. Tüm yaşantımızda burjuva-feodal araçlar ve ürünlerle etkileşim kurar, haliyle bünyemize sirayet etmelerinin önüne geçemeyiz. Toplumsal yaşamın bütün alanlarına içkin bir durumdur bu. Haliyle sanat alanına da sirayet etmektedir.
TDH’nin sanat alanına dair ifade ettiği temel proleter-kültür ve sanattır fakat sanat yaşadığımız coğrafyada karşılığı yaratılamayan ve halk kitlelerini birleştiremeyen bir ajitasyon ve propagandanın ürünü olarak toplumdan kopuk bir içerikle sunulmaktadır. Çünkü yaşadığımız coğrafyanın maddi gerçekliğinden beslenmemektedir. Üretim ilişkilerinin yarattığı formasyona dayanmamaktadır. Bununla birlikte proleter kültür ve sanatın içi tamamen boşaltılarak kitleler nezdinde ve bazı “devrimci” kurumlarda yozlaşmanın karşılığı olagelmeye devam etmektedir. Elbette bu durumun ortaya çıkmasında düşmanın saldırıları etkili olmuştur fakat dayandığı esas nokta tam da yukarıda bahsini ettiklerimizdir.
HER SANAT PROLETER MİDİR?
Öncelikle tanımlanması gereken proleter sanatın ne olduğudur. Biz sanat ile ilişkimizi; özde proleter, biçimde ulusal olmakla beraber bütün halkın emperyalizme ve feodalizme başkaldırısı olarak, Yeni Demokratik Kültür üzerinden tanımlamaktayız. Yeni Demokratik Kültür, geniş kitlelerin anti emperyalist ve anti feodal savaşımının ürünüdür. Sanatımız bu savaşım ile harmanlanarak şekillenmektedir. Haliyle bu anlayış çerçevesi dışında kalan ve çeşitli soslara bulanarak sunulan sanat anlayışlarının elbette kitlelerde karşılık bulamayacağı, -belli oranlarda etkileşim sağlamanın aracı haline gelse de- saman alevi misali bozkırı tutuşturmaya yetmeyeceği aşikardır.
Burjuva-feodal sanat üretimlerinin esasını tüketim oluşturmaktadır. Halkı değerlerinden koparan, umudunu sistem içerisine kanalize eden ve kendisini yeniden üreten pespaye bir yere sahiptir. Çelişkilerinden uzaklaştırarak halkın öfkesini dindirmektedir. Elbette sanat bir savaşım alanıdır ve devrimciler-komünistler halktan beslenerek halkı beslemekle yükümlülerdir. Zira bu yükümlülüğün yerine getirilemediği aksine kendisini “devrimci hatta hatta komünist” olarak tanımlayan unsurların halkı değerlerinden kopardığı görülmekte. Bedeller ödeyerek yarattığımız mirası bir çırpıda silip atan pratikler gün yüzüne çıktıkça, bu unsurların devrimci ya da komünist olmak dışında her şey olabildikleri açıkça ortaya serilmiştir. Elbette bu pratiklerin önceli ve daha tehlikeli versiyonlarıyla karşılaşılmıştır fakat bu kadar yozlaşmış ve çürümüş haliyle karşılaşılmamıştır.
HALKIN SANATÇISI HALKIN SAVAŞÇISIDIR!
Devrimci mücadele ilerlemeler ve gerilemelerle; zaferler ve yenilgilerle var olagelmiştir. Ama nihayetinde zaferle taçlanacaktır. Demokratik Halk Devrimi’nin bayrağı dalgalanacaktır mevzilerimizde.
Halkın sanatçısı halkın savaşçısıdır anlayışı Proletarya Partisi’nde kendisini Yetiş Yalnız ile de göstermiştir. Yetiş yoldaş Proletarya Partisi’nin kültür sanat alanına yaptığı katkılarla ve silah elde direnişi ile toprağa düşerek bu ifadede tanımlanan bir yerde durmaktadır. Bunu, MLM ideolojisinin yaşadığımız coğrafyada kök vermesini sağlayan İbrahim yoldaşın yarattığı ideolojik-teorik-siyasal gıdadan beslenerek gerçekleştirmiştir. Barikatları tutan, alanlarda sloganlar haykıran, sahnede ezgilerle, marşlarla, dağ başlarında silah elde can bedeli bir mücadele tarihiyle gerçekleştirmiş ve bizlere miras bırakmıştır.
Proleter sanatın üretimi, Yetiş yoldaş ve nice devrimci-komünistin mirasından öğrenilmelidir. Sınıflı toplumlar gerçekliği sanatı da sınıfsal konulara göre biçimlendirir. Her üretim bir sınıfın dokusundan beslenmektedir. Haliyle ezilen halk yığınlarının acısını, öfkesini halkın kurtuluş mücadelesine yönlendirmeyen umutlarını bu hedef ışığında büyütmeyen bir sanat anlayışı hiçbir zaman proleter olamayacaktır. Ve bu temel dışında proleter içerikle sunulmaya çalışılan sanat, halkı bulundukları mevzilerden geriye sürükleyen, devrimci-komünist mücadeleden uzaklaştıran bir muhteva arz eder.
Son süreçte devrimci sanat adına karşılaştığımız şeyler devrimci değerleri törpüleyen, halk nezdinde silikleştiren bir yere denk düşmüştür. Yozlaşmanın, yabancılaşmanın böylesine kök saldığı bir süreçte Yetiş yoldaştan öğrenerek ilerleyecek, yoldaşlarımızın yarattığı mirasın, değerlerin sömürülmesine izin vermeyeceğiz.
Bir Yeni Demokrasi Okuru