Başkan Mao’nun başlık olarak kullandığımız sözünü duymayan veya bilmeyenimiz yoktur. Fakat bu sözün anlamı ve pratiğe uygulanışında, algılayış ve kavranılmasında ciddi farklılıklar vardır. Mesele herkes tarafından bilindiği sanılan olgunun altı biraz eşelendiğinde farklı anlayış ve yaklaşımların ortaya çıkmasında düğümlenmektedir. Basit bir sorgulama ile “araştırma-inceleme nedir?” sorusuna vereceğimiz cevap konuya dair bakış açımızı ele verecektir. Büyük çoğunluğumuz Marksist klasikleri okumak, ideolojik olarak donanmak gibi cevaplar verecektir. Bu cevaplar yanlış değil fakat eksik-güdük cevaplardır. Mao yoldaşın bahsettiği araştırma-inceleme sadece MLM klasikleri okumak değildir.
Araştırma-incelemeye dair kavrayışımızı, içinden kopup geldiğimiz kapitalist toplumun üzerine çıkarmalıyız. Zira bilgi, bilgi edinme ve araştırma-inceleme de sınıfsal niteliğe sahiptir. Marks ve Engels’in, Alman İdeolojisi’nde “Egemen sınıfın düşüncesi, bütün çağlarda egemen düşüncedir” vurgusu aynı zamanda egemen sınıfın bilgi üzerindeki tahakkümüne de bir vurgudur. Egemen sınıfın düşüncesinin toplumun tüm üyelerine kabul ettirilmesi tahakkümle gerçekleştirilir. Egemen sınıflar “bütün çağlarda” bilgiyi serbest bırakmamış, topluma bilinmesini istediği bilgileri aktarmıştır. Sınıflı toplumlarda bilgi, egemen sınıfların denetimi altında sömürücü düzenin aklanması, meşruluğunun topluma benimsetilmesi, ezilen sınıf ve kesimlerin tam itaati için en önemli araçlardan biri olagelmiştir. Kapitalist toplumda da aynı durum söz konusudur. Toplumun gerçeğin bilgisine ulaşması bilinçli bir politika ile engellenmektedir. Bu engelleme yasaklarla olduğu kadar bilgi kirliliği ile de yapılıyor. Yalan-yanlış bilgi, çarpıtma, bir konu hakkında bilgi fazlalığı yaratma gibi yöntemlerle bilginin gerçeklikle bağı koparılarak bilgi olmaktan çıkartılmaktadır. Diğer yandan bu yöntemle toplumda sistemin istediği gerçeklik algısı yaratılmaktadır. Bu algıyla kalıpsal bir düşünüş tarzı yaratılıyor. Toplum gerçeğin bilgisine ulaşmadan uzaklaştırılıyor. Algı ile yönetim zemini oluşturuluyor. Araştırma-inceleme, bilinci köreltilerek sunulan, aktarılan her bilginin doğruluğu, gerçekliği sorgulamadan kabul eden ve bu bilgiyi kullanan buna göre hareket eden bir toplum yaratılıyor. Bugün bilgi bilim, eğitim, öğretim, araştırma-inceleme kapsamında geniş kitleler özgülünde düşünüldüğünde bilmediğini bilmeyen, bildiğini sanan bir durumla karşı karşıyayız. Bunun devrimci saflara yansımasının bariz örnekleri söz konusudur.
Her birimiz egemen sınıfların bu ideolojik saldırısına maruz kalmış durumdayız. Bunun yaratmış olduğu çarpık şekilleniş, alışkanlıkla mücadele ediyoruz. Konumuz özgülünde ise kapitalizmin yaratmış olduğu tahribattan kurtulmuş değiliz. Okumaya dahi ilgisizliğin olduğu bir durum söz konusu iken daha özgül ve özel bir alan olan araştırma-inceleme başlı başına tartışılması gereken bir konudur.
Araştırma-inceleme yapmak tek başına eldeki bütün kaynakları okumak değildir. Ondan önce bu okumanın neden ve niçin yapıldığına dair kavrayışın derinleşmesi gerekmektedir. Bu arada karşımıza çıkan ilk olgu öznel olan ile nesnel olan arasındaki çelişkidir. Bir çoğumuz MLM’yi incelemekten bahsederiz. Fakat çok azımız nesnel gerçeklikten hareketle, yani, teori ve pratiği birleştirme, toplumsal sorunları kavrama, pratik sorunlara çözüm bulma, politika üretme kavrayışı ile araştırma-incelemeye yönelir. Nesnel gerçeklikten, gerçeğin bilgisinden uzak bir araştırma inceleme pratiği öznelci bir pratiktir.
Teknolojinin gelişimi bilgiye ulaşımı da kolaylaştırmıştır. Bir tuşla dünyanın öbür ucunda ne olup bittiğini öğrenmenin mümkün olduğu çağdayız. Bilgiye ulaşmanın kolay olmasına karşın gerçeğin bilgisine ulaşmak da o kadar zorlaşmıştır. Ulaşılan bilginin niteliği, bu bilginin sorgulanmadan kabul edilmesi, hazır bilgi ile yetinilerek yeni bilginin üretilememesi gibi olgular gerçeğin bilgisine ulaşılmasını zorlaştırırken aynı zamanda öznelciliği de güçlendirmektedir. Popüler deyimle bilgi bolluğunun olduğu bir bilgi çağında yaşıyoruz fakat bilgisiz bırakılan bir toplumla karşı karşıyayız.
Ortaçağ karanlığında gerçeğin bilgisi doğrudan yasaklanıyordu. Dönemin egemen sınıfları, egemen ideoloji olan dinin sorgulanmasını istemiyor, bilimsel araştırmalar ve bu yönde materyalleri yakıyordu. Kapitalizmde egemen sınıflar ne bilimi ne de bilgiye ulaşmaya engizisyon mahkemeleri bir yasak uygulamıyor, tam tersine “serbest” bırakıyor. Kapitalizm, bilimi, bilgiyi, bilgiden üretilen yeni bilgiyi egemen ideolojinin süzgecinden geçirilerek geniş kesimlere ulaşmasını sağlıyor. Bilgi, çarpıtılarak, karşı tezle mahkum edilerek, eksik anlatılarak, laboratuvar ortamlarına sıkıştırılarak, dosyalarda saklanarak, bilgi kirliliği yaratılarak egemen ideolojiye zararsız hale getiriliyor. Halkın bilgiye, gerçeğin bilgisine ulaşması bu tarz yöntemlerle zorlaştırılıyor.
Günümüzde bu yöntemin en önemli araçlarından biri internet, diğeri popüler kültürün parçası olarak popüler bilgidir. Her ikisinin ortak noktası hazır bilginin hızlı bir şekilde tüketime sokulmasıdır. Bilgi sadece bilgi olarak aktarılmaktadır. “Neden?” sorusundan, dolayısıyla bilimsel niteliğinden arındırılan bir bilgi akışı söz konusudur. Burjuva medyanın tüm araçlarında aynı durum vuku bulmaktadır. Bilgi aktarımı yapılırken aslında bilgi aktarımı yapılmamaktadır ya da bilgi aktarımı gerçeğin bilgisi gizlenerek yapılmaktadır. Böylece egemen sınıfların bilinmesini istediği bilgiye erişim sağlanmış olur diğer yandan bir konu hakkında her şey bilen ama özünde o konu hakkında bir şey bilmeyen, yüzeysel bilgiyle yetinen bir toplum yaratılmak istenir.
Popüler bilgi ya da sadece bilgi olarak bilgi aynı zamanda bir düşünüş tarzı oluşturur. Hazır bilgi ilk olarak bilginin kendisinin sorgulanmasının önüne geçer. Neden, niçin, nasıl, ne zaman, kim gibi bilgiyi derinleştiren sorgulamayı ortadan kaldırır. Mevcut bilgilerle yetinmeciliği geliştirerek araştırma-incelemenin niteliğini düşürür. Araştırma-inceleme adı altında hazır bilgiye yönlendirir. Tüm bunlarla birlikte düşünsel emeğin yerine düşünsel tembelliği koyar. Kapitalist tüketim çılgınlığının bir yansıması olarak bilgi de sürekli tüketim odaklı ulaşılan bir meta haline gelir. Amaç sosyal ortamlarda tüketilebilecek kişinin kendisini gerçekleştirebileceği bilgiye sahip olmaktır. Daha ilerisi söz konusu değildir.
En sık vurguladığımız sözlerden biri teori ve pratiğin birliği-uyumudur. Başka bir ifadeyle bilme ile yapma arasındaki diyalektik bağdır. Bilmek salt bilgiye sahip olmak değildir, aynı zamanda pratiğe uygulama sorumluluğunu içerir. Edinilen bir bilgi devrime bir katkı sunmuyorsa, pratik sorunları çözmüyorsa bilgi sahibi olmak bir anlam ifade etmez. Bilmenin veya bilginin eyleme dönüşmediği, Marksın vurgusuyla yorumlamanın değil esas olanın değiştirmek olduğu gerçeği terk edildiğinde bilmenin veya bilginin bir anlamı yoktur.
Burada öne çıkan olguların başında bilgi edinimi gelmektedir. Onlarca araç ve yöntemle bilgi edinmekteyiz. Pratik yaşamın kendisi dahi bilgi edinim kaynağıdır. Biz devrimciler bilgi edinim sürecini derinleştirmekle mükellefiz. Okumak, araştırmak, tartışmak, sorunlara çözüm aramak şeklindeki döngü her daim olmak zorundadır. Fakat mevcut pratiğe yansıyanlar bunun tam tersi yönündedir.
Gerçeğin bilgisine ulaşmak –ki bu en basit çelişkide bile sanıldığı kadar kolay bir durum değildir- bir kavrayışı, deneyimi, birikimi ve iradeyi gerekli kılan bir süreçtir. Bu kavrayış, deneyim ve birikimin oluşması, gerçeğin bilgisine ulaşma çabası ile mümkündür. Biz MLM’lerin birinci hedefi devrimin sorunlarından tutalım gündelik yaşamın sorunlarına kadar hemen her konuda nesnel gerçekliği yakalamak olmalıdır. Onlarca çelişkinin içinde baş çelişkiyi bulmanın başka yolu yoktur. Bunun tek yöntemi araştırma inceleme yapmaktır. Canlı bir örnek olması açısından, sağ tasfiyeci hizibin Proletarya Partisi’ne bayrak açtığı süreçte kaçımız gerçeğin bilgisine göre hareket ettik? Süreci MLM düşünüş tarzıyla sorguladık ve tavrımızı buna göre belirledik?
İnanmaya dönük düşünüş tarzı MLM değildir. İdealist bir yöntemdir. Var olana, öne sürülene, rivayete, iddia edilene soruşturmadan inanmak, söyleyene olan güvenle ilgili değildir. Mesele, doğrudan yaşama, sorunlara, çözüm yöntemlerine dair MLM kavrayışıyla ilgilidir. Hizip süreci göstermektedir ki salt okumak, araştırma-inceleme yapmak demek değildir. Yine göstermektedir ki yaptığımız bu okumaların öznelci niteliği baskındır. Bugün ihtiyacımız olan Kuran’ın hatmedilmesi gibi, MLM klasiklerin hatmedilmesi değildir. Ezbercilik burjuva eğitim sisteminin kazandırdığı kötü alışkanlıklardan biridir ve aynı zamanda ezbercilik; hayata, topluma, toplumsal sorunlara, devrime bakış açısında da bir düşünüş tarzı oluşturmaktadır. Ezbercilik, her şeyden önce bütünsellikli düşünmeyi öldürmektedir. Herhangi bir bilginin ne anlam ifade ettiği salt kendisi ile açıklanamaz, bilginin aktarıldığı konunun bütünselliği içinde bir anlam ifade eder. Parça bütünden ayrı ele alındığında bütün ile birlikte parça da anlamsızlaşır. Araştırma-inceleme olarak verileri alt alta sıralamak bir yöntemdir. Aktarılan her bir veri bütünün parçası olarak bir bilgidir. Aktarılan verilerin bütün içerisinde ne anlam ifade ettiği, ne yöne evrildiği şeklinde bir senteze girilmiyorsa aktarılan veri somuttan kopartılarak anlamsızlaştırılmış olur, sadece bir veri olarak kalır.
Devrimin sorunlarını çözmek, pratik mücadelenin önünü açmak, yeni politikalar üretmek isteyen araştırma-inceleme yapmak zorundadır. İktisadi, politik ve kültürel gelişmelere, toplumda yarattığı değişmelere paralel ciddi bir araştırma yapılmadan mücadele geliştirilemez. Eski yöntemlerle yeni süreç aşılamaz. Bir semt veya fabrika çalışmasında elimizde o semtin ya da fabrikanın tahlili yoksa (örneğin semtin ekonomik durumundan politik sentezine, nüfusunun genel yapısından yaşam tarzına) yürütülen faaliyet ezbere ve eski yöntemlerle yürütülüyor demektir. Özellikle hedef kitle olarak belirlediğimiz geniş yığınlardaki değişimleri incelemeden bir politika üretilemez, üretilse de kitlelerle bütünleştirilip maddi güce dönüştürülemez.
Araştırma-inceleme demek “kişisel gelişim” demek değildir. Bireyin ideolojik donanımı ve politikada derinleşmesi elbette önemlidir fakat asıl önemli olan halkın, devrimin ve Proletarya Partisi’nin sorunlarıdır. Yaptığımız araştırma-inceleme buna hizmet etmiyorsa bu bakış açısı ile ele alınmıyorsa sırf Marksizmi okumak için “araştırma-inceleme” yapılmış olur.
Devrimciler toplum nazarında çok okumalarıyla bilinir, her şeyi bildikleri söylenir. Bunun karşılığı da vardır, özellikle ‘70’li yılların politize olmuş ortamında fakat bugün açısından durumun aynı olduğunu söylemek abartıya kaçmak olur. Araştırma-inceleme bir yana MLM’yi dergilerden öğrenen yüzeysel, kulaktan dolma bilgilerle yetinen bir durumla karşı karşıyayız. Marks’ın her konu hakkında yazıyorlar fakat hiçbir şey bilmiyorlar dediği Epikürosçularla bugünün devrimcileri arasında pek bir fark yoktur. Her şeyden 100 gram hesabıyla her konudan bir şeyler biliyoruz fakat aslında hiçbir şey bilmiyoruz. MLM’nin klasiklerden öğrenilmediği, edinilen bilgileri derinleştirilmediği, okuduklarını devrimci bir yere oturtulmadığı, bütünle bağın kurulmadığı, yüzeysel bilgiyle yetinen, dolayısıyla devrimci mücadelenin sorunlarına çözüm üretemediği bir tablo var karşımızda. Devrimciliğin veya diyalektik düşüncenin kendisine aykırı olan bu durum ne yazık ki devrimci olarak görülmekte ve pratiğe geçirilmekte. Bu halin kaçınılmaz sonucu olarak sağ tasfiyeci hizip sürecinde gerçekliğin bilgisine ulaşmak ve ona göre tavır belirlemek yerine inanmaya dayalı düşünüş tarzıyla refleks gösterilmiştir. Yine bu halin kaçınılmaz sonucu olarak “burjuva aydınların” liberal düşünceleri ve kullandıkları kavramları hiçbir sorguya tabi tutulmadan dilimize pelesenk oluyor. Bugün “yeni, yeni, yeni” diye ortaya çıkanların gerçeğin bilgisine, MLM’nin öğretici gücüyle değil de burjuva ideolojinin etkilenimleriyle (kimlik siyaseti) ulaşmaya çalışılmasına tanık olmaktayız.
Bu bağlamda bir diğer önemli konu internet devrimciliğinin gelişmiş olmasıdır. Gelişen teknolojinin devrimin çıkarına kullanılması devrimci yaratıcılığın bir ifadesidir tersi ise devrimciliğin aşınması anlamına gelir.
Sosyal ilişkilerin sanallaşmasına paralel devrimci ilişkilerin ve faaliyetin sanallaşması söz konusudur. İnternetten faaliyet sürdürmekten tutalım, faaliyet alanlarındaki değişimleri internetten takip edip analiz etmeye kadar yaygınlaşan bir pratikten bahsediyoruz. Somut şartların somut tahlili internetten yapılamaz ancak doğrudan mücadelenin, faaliyet alanlarının içinde olmakla mümkün olur. İnternetten veriler toplamakla yapılan gerçeğin bilgisine ulaşmayı sağlamaz. Toplumsal yaşam ve ilişkiler dinamik ve değişkendir. Başkan Mao’nun deyimiyle “suda balık” olmayan toplumdaki bu değişkenliği sanal alemde yakalayamaz. Kitlelerden kitlelere öğretisini hayata geçirmenin yolu internet değildir. Devrimciler, halkın içinde yaşayan, onların sıkıntılarını, dertlerini, acılarını, sevinçlerini, mutluluklarını, öfkelerini birlikte soluyarak onlarla bütünleşebilir.
Sınıf mücadelesi keskinleştikçe, tasfiyeci süreç veya yoğun saldırılar karşısında birey ve örgütsel bazda savruluşların çokça yaşandığı bir sürecin içerisindeyiz. Bu görev ve sorumluluklarımızın daha bir arttığı anlamına geliyor. Sürecin ihtiyacına yanıt olmak, bu zor süreçten güçlenerek çıkmada, sınıf mücadelesini geliştirmede, Proletarya Partisi’nin kitlelerle sıkı bağlar kurmasında, görev ve sorumluluklarımızı aksatmadan yerine getirmede araştırma-incelemenin önemini kavrayalım. Araştırma-inceleme tarzımızı gözden geçirelim, yanlış ve eksiklerimizi düzeltelim. Mao yoldaşın sözüne atıfla daha fazla söz hakkına sahip olalım.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 17 Ekim 2019 tarihli 46. sayısından alınmıştır.