Emperyalist ABD’nin sınırdaki gücünü çekerek “icazet” verdiği ve faşist TC devletinin suya hasret kalmış misali balıklama atlayarak işgale giriştiği Rojava’ya yönelik saldırı devam ediyor. Bir tarafta işgal ve bu işgale karşı direniş gerçekliği sürerken bu işgalin hazırlanışından devam etmesine kadar hâkim sınıfların tüm kliklerinin “birleşmesi” ya da “sol-sosyalist” geçinenlerin sosyal-şoven tutumları da değerlendirmeye tabi tutulacak kadar önem arz etmektedir.
Ortadoğu ve 2011 yılından beri özelde Suriye, emperyalistler için önemli bir çatışma, dalaşma bölgesi olmuştur. Öyle ki emperyalist savaş makinesi NATO, G-7, G-8 gibi emperyalist örgütlerin esaslı gündemi bölgedeki gelişmeler olmuş ve bir bütün “ikili ilişkiler” neredeyse tamamen Ortadoğu ya da Suriye’deki konumlanışlar üzerinden belirlenmiştir. Bu çatışmanın tarafları zenginliklerine zenginlik, sömürülerine sömürü katan emperyalist “efendi”ler olmaktayken bölgedeki halkın payına düşen ise ölüm, yıkım ve bunlardan hallice olarak da başka ülkelerde “mültecilik” ve buna bağlı olarak faşist-şoven baskılar olmuştur. Emperyalistlerin bölgedeki planlamaları kimi zaman kendi aralarında uyumlu kimi zaman uyumsuz olsa da bir süre daha buradaki ezilen emekçi halkın kayıp ve yaralarının devam edeceği bir süreç öngörülebilir.
Süreç emperyalistler cephesinde genel anlamıyla böyle giderken uşaklık görevi gereği emperyalizmin gölgesinde ona hizmette sınır tanımayan faşist TC devletinin de bu gündemden uzak kalacağı düşünülemez. Bu gündem; hâkim sınıflarının ekonomik ve politik krizinin gün geçtikçe derinleştiği, bu krizleri aşacak reçetelerin dahi artık bulunamadığı bir süreçte TC faşizminin “can simidi” haline gelen, karakterine kodlanmış Kürt düşmanlığıyla birleştiği için herkesin gözü kulağının buraya kesilmesi de anlaşılırdır. Özellikle kriz zamanlarında faşist-şoven politikaların devlet eliyle geliştirildiği gerçeği hem faşizmin hem de TC devletinin tarihine kısaca bakıldığında dahi rahatlıkla görülecektir. Bu noktada halkı kendine yedeklemeye çalışan hâkim sınıfların tüm klikleri istisnasız “birleşmekte”, kol-kola faşist-şoven politikalarını uygulamaktadır. Rojava, Kürt Ulusal Hareketi için önemli bir gelişme ve kazanımdır. Kuşkusuz bu kazanım sahiplenilmesi, geliştirilmesi gereken bir değer olarak görülmelidir. Bu kazanıma karşı faşizmin karakterine kodlanmış Kürt düşmanlığı en başından itibaren saldırıda olmuş, bu kazanımları hedefine koymuştur. Kobanê ile başlayan bu saldırı dalgası hem Türkiye Kürdistanı’nda hem de Suriye Kürdistanı’nda kimi zaman tehditler, kimi zaman fiili saldırılarla devam etmiştir.
Bu saldırılar ve tehditlerde düzen partileri “ebedi dost” misali kol kola girerek Kürt düşmanlıklarını kusmuşlardır. Rojava’ya yönelik işgalde de bu süreç farklı işlememiştir. Mecliste HDP hariç tüm düzen partilerinin onayladığı savaş tezkeresi bunun en basit örneğidir. Yine kendine “devrimci” diyenlerin bile bir umut “faşist AKP”yi yıkmak (!) için tutunduğu dal CHP’nin tavrı da biraz tarih okuması yapanlar için şaşırtıcı olmamıştır. “İçi yana yana” tezkereyi onaylayan CHP’nin ve “her şey çok güzel olacak” diyen İstanbul Belediye Başkanı’nın faşist açıklamaları bunlara güncel somut örneklerdir. “Faşizmi yeniden keşfedenleri” bir kenara bırakarak tekrara düşmek pahasına da olsa vurgulayacağımız şey; faşist TC devletinin kuruluşundan bu yana başta Kürt ulusu olmak üzere tüm ezilen ulus ve inançlara yönelik imha, inkâr ve asimilasyon politikası yürüttüğü gerçeğidir. Bu çeşitli dönemler ya da bazı hükümetler üzerinden gelişmeyecek kadar bütünlüklü bir kuruluş felsefesi, ulusal şekilleniş ve devlet gerçeğidir. Bu noktada düzen partilerinden umut beklemek, Kürt ulusu ya da ezilen ulus ve inançların “haklarını savunacak” temelde onlara payeler biçmek en iyi ihtimalle hayal kırıklığı ve enerji yitiminden başka sonuç doğurmayacaktır.
Faşist Kemalist diktatörlüğün yani devletin “bekâ”sı için Kürt ulusunun en ufak kazanımına dahi hunharca saldıracak olan hâkim sınıfların çeşitli klikleri, halkı kendine yedeklemek için hangi kılıkta karşımıza çıkarsa çıksın esas olan faşist kimliğini gizlememekte aksine bunu şoven politikalarıyla birleştirip açıkça dillendirmektedir. Hâkim sınıfların hamaset siyasetinin her dönem para ettiği ülkemizde, başta Tayyip/AKP kliği olmak üzere tüm düzen güçlerinin Rojava’ya yönelik katliam söylemleri ABD’nin sınır hattından çekilmesiyle fiiliyata dönüşmüştür. Bu durum düşmanına saldırmak için sahibinden icazet bekleyen, bahçede kulübesine bağlanmış bir köpeği anımsatmaktadır.
Daha fazla örneklendirebilecek bu gerçekliğe rağmen düzen partilerini umut gösteren yaklaşımlara karşı mücadele etmek proleter devrimcilerin önemli bir görevidir. Çünkü emperyalistler ve uşakları kendi çıkarlarını halkın çıkarları gibi göstermeye çalışırken buna alet olan sözüm ona “sosyalistlere” karşı mücadele de önemli bir yerde durmaktadır. Proleter devrimcilerin somut duruma müdahale etme noktasında, faşizm gerçekliğinden hareketle onu yıkmaya muktedir Halk Savaşı’nı büyütme gibi bir sorumluluğu vardır. Kitleleri bu savaşa kanalize etmek esaslı görevken kitleleri devrim perspektifinden yoksun bırakacak tasfiyeci akımlara karşı mücadele etmek de kazanmak için zorunlu bir ihtiyaçtır. Bugün genel akım tasfiyecilik yönünde olsa da akıntıya karşı ilerlemek anti-emperyalist, anti-faşist mücadelemizin ve MLM biliminin bir gerekliliği olarak karşımızda durmaktadır. O halde Rojava işgaline ve faşizme karşı güçlü bir mücadele hattı örelim, faşist düzen partilerini ve her türden şovenizmi her alanda teşhir edelim.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 17 Ekim 2019 tarihli 46. sayısından alınmıştır.