Sanat, farklı görüngüler ve dallar ile ortaya konulup, halkın bilinçlenip doğru kanallara yönelmesini sağlamakta devrimci ve komünistler için önemli bir araç olagelmiştir. Sanat, devrimci mücadelede, halktan beslenerek ve halkı besleyen, karşılıklı etkileşimle eğiten, birleştiren, faşizme karşı savaşımın parçası haline getiren önemli bir yer teşkil etmektedir. Sanatımız, geniş halk kitlelerinde devrimci bir kültür yaratmanın aracıdır. Kültürel, sosyal, toplumsal çelişkilerin ele alınarak işlendiği mevzilerden biridir.
Kısaca sanata yaklaşımımızı ve ilişkimizi tanımladıktan sonra esasen sokak müziğine ve sanatçılarına dair birtakım eleştiri ve doğru bulmadığımız anlayışlar içeren Yeni Yaşam Gazetesi’nde paylaşılan ANF muhabiri ile müzisyen Aziz Arslan’ın yaptığı röportaja ilişkin değerlendirme yapma ihtiyacı duyuyoruz.
“Bağırmak Müzik mi?” başlığı ile yayınlanan röportajda sokak müziği ve müzisyenlerini küçümseyen, yeren ve taşıdığı ruhu anlamaktan uzak bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır.
Sokak müziği, Türkiye’de çok uzak bir geçmişe sahip olmamakla birlikte kısa süre önce popülerleşmiştir. En fazla 15 yıllık bir tarihe sahiptir. Baskı ve yasaklara karşın sokak müzisyenleri; kitlelerle buluşmayı başarabilmiş ve sokakları birer konser alanına çevirmişlerdir.
Sokak müzisyenleri, mekan bağımlılığı olmadan, temeline özgürlüğü koyan, dinleyiciyi beklemek yerine dinleyiciye giderek belki de hiçbir zaman iletişim halinde olunamayacak bir kitleye de hitap edebilmişlerdir.
HALK MI PİYASA MI?
“Ben böyle bir müzik yapmıyorum ve piyasanın içinde yalnız kalıyorum (…) En beğendiğimiz Kürt müzisyenin konserine bile 20 kişi gidiyor” diyen Arslan, “Bu acıklı bir öykü gibi geliyor bana” diyerek sözlerine devam ediyor. Bir müzisyenin temel kaygılarının şekillendiği yer kitlelerle nasıl buluşacağı, derdini kitlelere nasıl taşıyacağı, kitlelerden neler öğrenebileceği ve kitlelerle neler paylaşabileceği olmalıyken Arslan’ın kaygısının piyasaya girememek olduğunu açık şekilde görebiliyoruz. Arslan’ın sokak müzisyenlerine yönelik bu “tepkisi” devrimci ya da yurtsever sanata ne kadar yabancı olduğunu göstermektedir. Röportajdaki söylemlerin yanlışlığının kaynağı piyasa ve alandan bir hayli uzak kalma olunca Arslan’ın; “bağırışları 8 milyon dinlenmiş” gibi bir cümlesiyle karşılaşmış bulunuyoruz. Eleştirinin özünü oluşturması gereken yer bizce; sokak müzisyenleri açısından kitlelerle buluşabilseler de kitleleri çelişkilerin kaynağına yönlendirmekten uzak olmaları şeklinde ortaya konabilir. Eleştiriler siyasal bir bağlamda ele alınmalıdır. Ama bu bağlamdan oldukça uzak belirlemeler ortaya çıkmasında röportaj sahibinin duruşu önem arz etmektedir. Sokak müzisyenlerinin, sahiplenilmeleri gerekirken, sisteme muhalif duruşları görülememiş, aynı mevzide buluşulabileceği hesaplanamamış, ötelenmiş ve küçümsenmiştirler. Bir çoğunun Kürt olması yakınlaşılabilecek alanları çoğaltırken, piyasa kaygısı bu durumun önüne geçmiştir.
NE ÇUVALDIZ NE İĞNE!
“Bir sürü insanı etkilemeye başladılar. Kötü desek, milyonlarca insan tarafından dinleniyorlar. İnternetten baktım en beğenmediğim müziği, iki nota, iki akor ile yarım saat boyunca okuyorlar” diyor Arslan. Mevcut durumu bir yere koyamadığı bu cümlelerin her halinden anlaşılıyor. Toplum, kendisinden bir parça olarak kabullendiği sokak müzisyenlerini bağrına basıyor. Renkli kulislerde ulaşamadığı insanlar olmaktan çıkan sokak müzisyenleri halkla iç içe geçerek bulundukları bölgenin kültürel dokusunun bir parçası haline geliyorlar. Bu durumda sorgulanması gereken yurtsever-devrimci müzisyenlerin işlerine, görevlerine ne düzeyde sarıldıklarıdır. Haliyle bunu gerçekleştirdikleri oranda, kitlelerde aynı ölçüde karşılık bulacaklardır. Uzun bir dönemdir yurtsever müzisyenlerin üretimde kısırlaşmaları kitlelerle bağlarında kısıtlılıklar meydana getirmiştir. Bu sadece yurtsever müzisyenler için değil devrimci-demokrat sanatçılar açısından da benzer bir yer teşkil etmektedir. Kitlelerle buluşabilmenin en önemli araçlarından biri olan kültür-sanat alanı, işlevini yerine getirmekte eksik kaldığında aynı ölçüde geniş yığınlarla buluşma kanalları kapanmış olur. Soruna kaynaklık eden esas etken üretim ve kitlelere ulaşabilme araçlarını geliştirememektir. Haliyle sorunu kendi dışında aramak ve ne çuvaldızdan ne de iğneden nasiplenme gayreti gütmemek çıkmıştır ortaya.
“Ben bu amatör grupları Kürt müziği üzerindeki işgal olarak görüyorum, virüs gibi yayılıyorlar” diye devam ediyor cümlelerine Arslan. Kürtçe müzik yaptığı için hâlâ hakkında davalar açılan, gözaltına alınan, tutuklanan onlarca insanın olduğu, faşizmin hüküm sürdüğü bir ülkede, yurtsever müzisyenlerin daha politik nüveler besleyen içeriklerle yer alması kanımızca olması gerekendir. Yazıdan anlaşıldığı kadarıyla, popülist kaygılar ve piyasa vurgularıyla, burjuva-feodal sanat-müzik çemberine kapı sonuna kadar açılmıştır. Ve bu durum sokak müzisyenlerini yererek gün yüzüne çıkmıştır.
Aslolan şudur ki; müzik siyasal, sanatsal ve estetik ölçütleriyle ele alınmalıdır. Bu bağlamlar birbirinden ayırt edilemeyeceği gibi aksi durumlar, mücadelesini verdiğimiz, halkla birleşmeyi hedeflediğimiz sanat-müzik anlayışımızı sekteye uğratır. Arslan’ın bu röportajı da herhangi bir sorumluluk taşımadığı gibi sokak müzisyenlerini yermek için söylenmiş sözlerin ötesine gitmeyen bir muhteva arz etmektedir. Ne sanatsal ne siyasal kaygılar barındırmaması bu gerçeği açıkça ortaya sermiştir.
*Yeni Yaşam Gazetesi’nden yayımlanan “Bağırmak Müzik mi?” başlıklı röportaj: http://yeniyasamgazetesi1.com/bagirmak-muzik-mi/