Osmanlı’da çeşitli etnik gruplar olmasına karşın baskın kimlik Osmanlıcılık ve ümmetçilikti. Böyle bir yapıda ulus devlet inşa etmek ulusal bilincin aşağıdan yukarıya değil de yukarıdan aşağıya oluşturulmasını zorunlu kılıyordu. Nitekim Türkçülüğün tarihsel gelişimi ve ulus devletin kuruluşu askeri-bürokrat elit bir zümrenin tepeden dayatmacı politikalarıyla gerçekleştirilmiştir.
19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarında yaşayan Türklerde ulusal bilincin gelişimi yok denecek düzeydeydi. Ulusal bilinç devlet yönetimindeki bürokrat kesimde, Osmanlı aydınları içinde özellikle Avrupa topraklarındaki okullarda eğitim gören öğrenciler içinde gelişmişti. Osmanlı’daki ulusal bağımsızlık isyanları bu gelişimde önemli bir paya sahiptir.
Avrupa’da kapitalizmin gelişmesine paralel ulus bilinci ve ulus devletleşme gelişmiş, bu gelişme Osmanlı topraklarında da görülmeye başlamıştı. Ulus devletleşme, imparatorlukların tarihsel misyonunu bitiren bir olguydu. Osmanlı da bundan payına düşeni alıyordu. Ulus devletleşme Avrupa’daki imparatorluklarda (Almanya, Rusya, Avusturya) olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğun’da da farklı etnik grupları soykırım, katliam, tehcir, inkar ve asimilasyon politikalarıyla tarihten silerek veya zayıflatarak gerçekleşmiştir.
Kemalizm ulus devletleşme için İttihat Terakki Cemiyeti’nin yarattığı zemin üzerinden ulus devlet inşasını devraldı. Bu inşa sürecinin ilk on yılında iç savaş ve muhalif güçlerin bastırılması ağırlıklı olurken ikinci on yıl ulus devletin ideolojik temellerinin oluşturulmasına yoğunlaşılmıştır.
Her iki dönemde de Kemalizmin esas yoğunlaştığı olgu ulusal bilinci oluşturmak ve bir ulus yaratmak olmuştur. İlk on yılın ulusal bilinç oluşturma politikasına savaş damgasını vurmuştur. “Kurtuluş Savaşı” denilen süreç ulusun varlık, yokluk savaşı olarak propaganda edilmiştir. “İstiklal Mücadelesi”ne yapılan vurgu ulusal bilincin oluşturulmasıyla ilintilidir. Ulus merkeze alınmış “vatan”, “vatandaşlık” üzerinden ulusun insan olmakla eş değer olduğu işlenmiştir.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte toplumsal yaşamın her alanında; tarih, dil, etnik, kültür, giyim-kuşam, gelenekler gibi ulusal değer görülen özelliklere müdahale edilmiştir. “Devrim” olarak nitelenen bu müdahaleler ulus yaratmanın ve onu yüceltmenin müdahaleleridir. M. Kemal’in bu süreçteki söylev ve demeçleri ulusal değerlere, Türk milletinin yüceliğine yapılan vurgularla doludur. Ulus devletleşmenin “tarihsel dönemeçleri”, “milli bayram” ilan edilerek ulusal aidiyet ve ruhi şekilleniş yaratılmak istenmektedir.
İkinci on yıl, yani 1930’lar Kemalizmin ulus devletin tarihsel temellerini oluşturduğu dönem olmuştur. Bu kapsamda esas çalışma alanı tarih ve dil üzerinedir. Alman tarihçiliğinde olduğu gibi ulusun tarihi en eskiye götürülmeye çalışılmıştır. Bu amaç doğrultusunda dönemin “bilim” insanları, “aydınlar” ve Kemalist kadrolardan oluşan iki tarih kongresi yapılmıştır. Bu kongrelerde Türklerin en eski halk olduğu “kanıtlanmıştır” (!) Türk Tarih Tezi adı verilen bu “kanıtla” ulusal bilinçte önemli payı olan tarihsellik sağlanmaya çalışılmıştır. Güneş Dil Teorisi kapsamında yapılan çalışmalarla, etnik köken, anadil, kültürel yapı gibi ulusu ulus yapan temel öğeler sözde “bilimsel” temele oturtulmuştur. Her iki tezle varılan sonuç “dünyanın ve kültürlerin Türklerden ibaret” olduğudur. Bu anlayış Alman idealizmiyle birebir örtüşmektedir. Alman idealizminin ulus, devlet ve iktidarı özdeşleştirmesi ve ulusu buna göre şekillendirmesinin bir örneğini biçimsel farklılıklarla Kemalizm Osmanlı’dan devraldığı toplumsal yapıyı düzenlemede göstermiştir.
Yapılan çalışmalar, oluşturulan tezler arkeoloji ve antropoloji gibi bilim dallarıyla “desteklenmiş”tir. Ulusun üstünlüğünü kanıtlamak için antropolojik araştırmalara önem verilmiştir. Kafatası ölçümleriyle (değişik coğrafyalarda yaşayan insan örnekleriyle) hem dünyanın Türklerden türediği hem de ulusun anatomik yapı, dış görünüm, sağlık gibi özellikleriyle en üstün ırk olduğu savunulmuştur. Arkeolojik kazılardan elde edilen sonuçlar da Türk Tarih Tezine kanıt olarak sunulmuştur. Bu “bilimsel” çalışmalarla dünya ekonomisi, siyaseti ve kültürel mirasının seçkin örnekleri Türklerin eseri, icadı, katkısı olarak gösterilmiştir. Bering Boğazı’nı ilk geçenler, Kızılderililer, yazıyı bulan Sümerler, Anadolu’ya hükmeden Hititler ve hatta Ekim Devrimi’nin önderi Lenin’in Türk olduğu ilan edilmiştir.
Kemalizm Alman idealizminde anlamını bulan ırkçı, şoven, milliyetçi düşünce yapısıyla toplumu yeniden bir düzene tabi tutmuştur. Ulus devlet kapsamında toplumun hafızasını önce silmiş sonra tekçi zihniyetle yeni bir hafıza oluşturma politikası izlemiştir.
D) KEMALİZM VE GEÇMİŞE DUYULAN ÖZLEM; ROMANTİZM
Toplumsal hafıza oluşturmada tarih önemli bir yere sahipti. Tarihin ulusal değerleri yüceltecek bir şekilde ele alınıp anlatılması, işlenmesi ve toplumu eğitme aracı olarak kullanılması Kemalizmin başvurduğu yöntemlerin başında geliyordu. Bu yöntemin uygulanışında Kemalizm, Alman romantizmi de denilen Romantizmden etkilenmiştir.
Romantizm 18. yüzyıl ortalarında başlayıp 19. yüzyıl ortalarına dek etkisini sürdürmüştür. Avrupa’da ulus devletleşmelerin başlamasıyla ortaya çıkmış ulus devletleşme tamamlandığında da etkisini kaybetmiştir. Doruk noktası 19. yüzyıl olmuştur. Tarihi geçmişteki olgular, olgulara dayandırarak ulusların siyasi ve kültürel gelişimini nostaljik bir anlayışla yüceltmeyi esas alır. Tümevarımcı bir yaklaşımla kültür, tarih, ulus ve devletin birbiriyle bağını kurarak ulusal değerlerin evrensel değerlere ulaşacağını savunur. Tarih kapsamında siyasi tarihe; siyasi tarihte de zaferleri ön plana çıkarır. Romantizm, ulusal özellikler (dil, kültür, gelenekler vb.) ve ulusal zaferler üzerinden ulusal bilinç ve kimlik yaratmanın aracı olmuştur. Tarihsel değişimin aydınlanmış, eğitilmiş insanlarla mümkün olacağını ve hızlandırılabileceğini belirtir. Ve ulusal idealleri oluşturmak ve geliştirmek için manevi güç yaratır. Bu felsefi görüş ekseninde Avrupa’da her ulus, ulusal kimlik yaratmak amacıyla tarihsel araştırmalara yoğunlaşmıştır. Ulusal ülkülerin, değerlerin, özelliklerin kökleri tarihte aranmıştır.
Kemalizm de ulusal bir kimlik yaratmak için romantik bir anlayışla tarihe yoğunlaşmıştır. Türk ulusçuluğu tarihi başarılarla, zaferlerle dolu bir geçmişle ön plana çıkarılmıştır. Tarihte Türklerin kahramanlıkları açığa çıkarılarak destansı bir içeriğe büründürülmüştür. Kahramanlıkların olmadığı bir noktada da varmış gibi mitler yaratılmıştır. Geçmişteki olguların, doğruluğu veya yanlışlığı tartışılmadan alt alta sıralanarak olduğu gibi alınmış ve ulusal tarih oluşturulmaya çalışılmıştır. Tarih kitapları Türk “devletlerinin” “görkemli” tarihi ile doldurulmuştur. Asya Hunlarıyla başlatılan süreçle hem Türkçülüğün tarihsel temeli atılmış hem de ulusal kimlikle manevi bağ kurulmuştur. Geçmişe duyulan bu hayranlık nostaljik bir bakışla ırkçı, şoven, milliyetçi bir düşünceye dönüştürülmüştür. Tarihsel süreçteki ulusal “kahramanlıklar” yalan tarihteki ulusal “kahramanlıkla” birleştirilmiş ve tarihsel devamlılık sağlanmıştır. “Kurtuluş Savaşı” “yedi düvele” karşı verilen “zaferlerle” dolu bir “kahramanlık” abidesidir. Tek bir kurşunun dahi atılmadığı “İnönü Muharebesi” kutlu bir “zaferle” taçlandırılmıştır. 100. yılı kutlanan 19 Mayıs’ta olduğu gibi M. Kemal’in attığı her adım destansı bir anlatımla mitleştirilmiştir. “Kurtarıcı” ve “kurucu”; önder-başkumandan olarak, Avrupa’yı “inleten” Attila, Anadolu’nun “kapılarını açan” Alpaslan, İstanbul’u “fetheden” Fatih ile özdeşleştirilerek ulusun manevi ve moral gücü yükseltilmek istenmiştir. Mitlerde, destanlarda soyut olan kudret şahıslaştırılarak somutlanmış böylece ulusal bağ güçlendirilmek istenmiştir.
Romantizm ırkçılığın ve milliyetçiliğin toplumsal kabulünün yaratılmasında ve ulusal kimliğin daha çekici kılınmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Geçmiş özlemle anılırken bu özlem Kemalizmin elinde şekere batırılmış mermi misali toplumu hizaya sokmanın araçlarından biri olmuştur. Ulus yaratımında şimdiki zamandaki ulusun mevcut durumunun, tarihsel geçmişle bağı romantizmle kurularak bir bütünsellik oluşturulmaktadır. Kemalizm bu bağı kurmak için Kayıp Kıta Mu’yu dahi kullanacak kadar gözünü karartmıştır.
KEMALİZME KARŞI İDEOLOJİK MÜCADELEYİ YÜKSELTELİM
Resmi ideoloji olarak Kemalizm her açıdan sorgulanmalıdır. Devrim ve sosyalizm iddiasında olan politik özneler için bu durum kaçınılmazdır. Kemalizme ve onun egemen sınıflarca yeniden ve yeniden üretilmesine karşı ancak bu sorgulamayla yanıt verilebilir. Kemalizme karşı suskunluk devrimci öznelerin doğrudan ya da dolaylı Kemalizm savunuculuğudur.
“Muhafazakar” AKP’ye karşı “laik” CHP’nin Kemalizm propagandası, 19 Mayıs Samsun’a çıkışın 100. yılı nedeniyle 2019’un yüzüncü yıl ilan edilmesi geçtiğimiz süreçte Kemalizmin yeniden üretiminde öne çıkan örneklerdir.
“Sol” ve “devrimci” çevrelerde sözde AKP karşıtlığı adına “laik eğitim” savunuculuğu ile açıktan Kemalizme yedeklenme söz konusudur. Başka bir ifadeyle bu durum Kemalizmin “sol” cenahta yeniden üretimidir. Tasfiyeci süreç karşısında savunduğunu iddia ettiği Marksizm’de dahi tutunamayan bu “özneler” yukarıda felsefi temellerini aktardığımız Kemalist söylemlere sarılmış haldedir. Bu durum ideolojik kırılmanın ötesinde geçmişten beri gelen Kemalizm hayranlığının daha açıktan görünmesidir. Kaypakkaya yoldaşın vurgusuyla halk düşmanı” olan Kemalizm, “Kemalist Devrim”, “laiklik”, “cumhuriyet mirası” tanımlamalarıyla bizzat devrimci özneler tarafından farkında olunsun ya da olunmasın yeniden üretilmektedir.
Kemalizmin Türkiye Devrimci Hareketi’ndeki görünüm biçimi Aydınlanmacılıktır. Kemalist Aydınlanmacılık feodalizme karşı “ilerici”, “devrimci” olarak görmektedir. Aydınlanmacılık burjuva ideolojisi ve ülkemizde bundan beslenen Kemalizm, hakim sınıfların resmi ideolojisi olmasına rağmen “ilerici” ve de “devrimci” görülmektedir. Dolayısıyla ilericilik sınıfsal bakıştan soyutlanmaktadır.
TDH içinde Kemalizme dair değerlendirmeler, Kaypakkaya yoldaş dışında, Mahir, Deniz ve Hüseyin İnan’ın yapmış olduğu değerlendirmelerin bir adım ötesinde değildir. 68 kuşağının Kemalizm hayranlığından ve ideolojik şekillenişinden Marksizmin öğretici gücüyle sıyrılan önder yoldaş olmuştur. Mahir, Deniz ve Hüseyin’in ardılları, Kemalizmle yüzleşememiş, ideolojik konumlanış olduğu gibi kalmıştır. Bugün tasfiyeci sürecin etkisiyle bu konumlanış yani Kemalist aydınlanmacılık, açıktan görünür hale gelmiştir.
Hangi söylem düzleminde olursa olsun, Kemalizm savunuculuğu Marksizmle bağdaşmamaktadır. Kaypakkaya yoldaşın vurgusuyla Kemalizm “anti-komünizm”dir. İdeolojik politik alanda olduğu gibi felsefi alanda da aynı düşmanlık söz konusudur. Marksizmin felsefi temeli diyalektik tarihsel materyalizmdir. Kemalizmin felsefi temeliyse idealizmdir. Kendisini Marksist-Leninist olarak ifade edenlerin Kemalizmin felsefi idealizmini görmemeleri ideolojik bir sorundur. Bugün Kemalizme karşı tavır her alanda ideolojik mücadelenin esas alınmasıdır. Bu mücadele hakim sınıflara karşı olduğu kadar TDH içindeki Kemalist savunuculara ve ondan etkilenenlere karşı da verilmelidir.
19 Mayıs’ın yüzüncü yılında Kemalizm toplumu hizaya sokmaya devam ediyor. Irkçı, milliyetçi, şovenist düşünceler hemen her fırsatta topluma şırınga ediliyor. Hakim sınıflar arasındaki klik dalaşıyla bu durum ayyuka çıkmış haldedir. Öyle ki AKP cenahı CHP İBB adayını seçim sürecinde Pontus olmakla aşağılamaya-karalamaya çalıştı. Kemalist tekçi zihniyetle toplum ayrıştırıldı. Türklüğün üstünlüğü vurgulandı. Bu Kemalist propagandanın “sol” cenahtan devrimci saflara kadar karşılığını bulduğu bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla Kemalizme karşı mücadelenin de bir o kadar yükseltilmesi gerekmektedir. Bu görev TDH açısından Kemalizmle ideolojik kopuşunu gerçekleştiren Kaypakkaya çizgisinin temsilcisi olanların omuzlarındadır.
Kaypakkayacı olduğunu iddia eden kimi siyasetlerin pragmatist bir yaklaşımla da olsa Kemalizm konusunda dümen kırdığına tanık olmaktayız. Bu durum MLM’lerin omuzlarındaki yükü artırmaktadır. Kemalizmle ideolojik mücadele kapsamında bir adım dahi geri atılmamalı, erteleme ve önemsememe gibi yaklaşımlara girilmemelidir. Irkçı, şoven, milliyetçi zehrin akıtılması ancak ideolojik mücadeleyle mümkündür. Bu kapsamda MLM’ler Kaypakkaya yoldaşın Kemalizm tezlerini okumakla yetinmemeli; daha geniş planda araştırma-incelemeye yönelmeli, teorik-felsefi tartışmalar yapmalıdır. Kitle boyutuyla paneller, sempozyumlar, kampanyalar düzenlemelidir. Sürecin yarattığı kafa bulanıklığı Kaypakkaya yoldaşın bilimsel tezleriyle açılmalıdır. Öncelikli hedef Proletarya Partisi saflarında Kemalizme karşı ideolojik duruşu-konumlanışı daha da güçlendirmektir. Kemalizmden etkilenimler hedef alınmalı, etkin mücadele yürütülmelidir. Kemalizm, ideolojik, politik, felsefi temelleriyle çürütülmeli, beynin tüm kıvrımlarından sökülüp atılmalıdır.
(BİTTİ)
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 5 Eylül 2019 tarihli 43. sayısından alınmıştır.
Yazının ilk bölümü: https://www.yenidemokrasi33.net/19-mayisin-100-yili-vesilesiyle-kemalizm-ve-felsefi-arka-plani-i.html
Yazının ikinci bölümü: https://www.yenidemokrasi33.net/kemalizm-felsefi-arka-plani-iki-kemalizm26808.html