19 Ağustos’ta HDP’li üç büyükşehir belediyesine yapılan kayyum saldırısı, gündemdeki sıcak yerini korumaktadır. Bu saldırı dalgasını hem genel olarak TC devletinin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizin emekçi halka fatura edilmesi hem de 31 Mart yerel ve 23 Haziran İstanbul seçimleriyle güç kaybeden AKP/MHP bloğunun özel bir saldırısı olarak okumak gerekir. Bu ikisinin birbiriyle hem bağı hem de ayrım noktalarını doğru değerlendirmek, kayyum saldırısına karşı izlenecek mücadele hattını ve ittifaklar meselesini doğrudan etkileyen bir rol oynayacaktır.
Gün geçtikçe artan ekonomik kriz, çevre, kadın, demokrasi mücadelesi gibi gündemlerle toplumsal muhalefetin ivme kazanması, egemenleri zor durumda bırakmıştır. En sonu büyük söylem ve iddialarla girdikleri Irak ve Türkiye Kürdistanı’nda “Pençe” ve “Kıran” operasyonlarında istediği sonuçları alamamış ve diğer yandan Suriye politikasında ise gözlem noktalarının vurulmasıyla İdlib’te Rusya ve Suriye’nin net duruşuyla karşı karşıya kalmıştır. TC ordusunun günlerdir Suriye sınırına yığınak yaptığı bu süreçte planları tutmadığı gibi ABD askerleri de “Müşterek Harekat Merkezi” kurma adı altında Urfa’ya yerleşmiştir.
Tüm bunlar egemenleri gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir noktaya getirmiştir. Böylesi durumlarda gelişen ve gelişmekte olan toplumsal muhalefeti bastırmanın en önemli araçlarından birisi gündem değiştirmektir. Kayyum saldırısıyla Suriye’deki ciddi bir takım gelişmelerin birbiriyle paralel ilerlemesi tesadüf değildir. AKP-MHP egemen bloğu, gündemi manipüle etmekte ustaca davranmış ve her sıkıştığında “operasyon” propagandası yaptığı “Fırat’ın Doğusu”nda ABD blokajı sonrası ancak kayyum saldırısına hızla demirlemiştir.
TC’nin bu tıkanıklığa çözüm üretememesi üzerine aralarında İdlib’te sorumlu olan komutanların da olduğu istifalar, “terörle mücadele” (!)de yaşadığı çıkmazın en önemli göstergelerinden birisi olmuştur. Yeni parti tartışmaları, AKP-MHP karşıtlığı üzerinden büyüyen muhalefet bloğu, her türlü baskıya rağmen halkın alanlara taşan öfkesi, saldırının dozajını daha da artırmıştır. Erdoğan’ın “Ağustos ayında zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz” naralarının üstü yine “beka” ve “terörle mücadele” adı altında Kürt ulusunun legal temsilcilerine saldırmakla örtülmüştür.
Bu saldırı daha öncesinden planlanan ve doğru zamanın beklendiği bir saldırıdır. Saldırıdan kısa bir süre önce deşifre edilen Diyarbakır Valiliği’nin 1 Nisan tarihli belgesi bunu kanıtlamıştır. Bu belgede; Selçuk Mızraklı’nın kazandığı daha YSK tarafından ilan edilmeden “görevden alınmasına karar verilmesi” istenmektedir. İrade gasbı hem seçim sürecinde hem de sonrasında birçok kez tekrarlanmıştır. Yenilgiyi hazmedemeyen AKP-MHP bloğu, İstanbul seçimlerini yeniletmiş, yine başta Bağlar Belediyesi olmak üzere seçimi kazanan 6 belediye başkanını görevden almıştır. Son olarak da milyonlarca Kürt oyuyla seçilen Amed, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine el konulmuştur.
FAŞİZME KARŞI HER YERDE DİRENİŞİ BÜYÜTELİM
Bugün halk, iradesine sahip çıkmak için sokaklara çıkmıştır. Faşizme karşı militan mücadele, çeşitli meşru eylem biçimleriyle büyütülmelidir. Sorun sadece Kürt ulusunun sorunu değildir. Saldırı Kürt ulusal mücadelesi şahsında sömürülen ve ezilen bütün kesimlere yöneliktir. Kayyum saldırısının olduğu ilk gün Amed Belediyesi önüne giden bir ananın “ben oyuma sahip çıkmak istiyorum. İrademi istiyorum. Yedikleriniz size zehir olsun” diyerek belediyenin önünden ayrılmaması, Kürt ulusunun demokratik haklarına yönelik edindiği bilinç düzeyini göstermiştir. İlk günden beri “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyerek sokakları terk etmeyen başta analar olmak üzere bir direniş gösterilmiştir. Ancak HDP’nin saldırının boyutunu ve niteliğini kavramaktan uzak tutumu, direnişi büyütmek ve geliştirmek yerine “sivil itaatsizlik” gibi halkı sokaktan soğutmaya dönük açıklamalarla eylemler bir noktada kalakalmıştır. Faşizmin, kitle hareketleri ve militan tutumdan duyduğu endişe parlamentarizmin ve reformizmin yumuşak ağları ile frenlenmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun “sokaklara çıkılmasını doğru bulmuyorum” açıklaması bu yüzdendir. Bu açıklamayla saldırılara karşı kendi tabanında gelişen tepkinin önünü kesmiş, bu tepkinin Kürt ulusuyla buluşmasını engellemiştir. CHP, her zaman olduğu gibi faşizmin devamlılığını sağlamak için kendi rolünü oynamıştır. CHP’ye faşizme karşı mücadelede misyon yüklemek, ondan beklentiye girmek, faşist sistemin gelişecek muhalefeti sindirmesinin önünü açacaktır. Kayyum saldırısının sadece AKP/MHP bloğunun bir saldırısı olarak görülmesi, bunu da içerisinde barındıran bir devlet politikası olduğunun anlaşılamaması bir başka faşist parti olan CHP’den demokrasi cephesi yaratma gibi boş bir çabaya neden olmaktadır. CHP’nin bu süreçteki kayyum saldırısına karşı göstermelik de olsa itirazı esas olarak klikler arası dalaşın ve Kürt kitleleri kendi yedeğine alma amacanın bir ürünüdür.
İstanbul seçimlerini kazandığı halde mazbatası elinden alınan ve yenilenen seçimlerde büyük bir farkla kazanan E. İmamoğlu’nun Amed’e desteğe gitmesi yönlü yapılan çağrılar, ancak iki hafta sonra karşılık bulmuş o da Batman’da katılacağı bir düğüne giderken “dostlar alışverişte görsün” misali “geçerken uğradığını” itiraf etmek zorunda kalmıştır. İmamoğlu’nun saldırının hemen ertesinde değil de ancak iki hafta sonra “desteğe” gitmesinin ardında yatan yine Erdoğan’ın, sıranın İstanbul’da olduğuna dikkat çeken; “Fatih’in emaneti olan İstanbul’a sahip çıkacağız. Bu aziz şehrin bölücü örgüt destekçilerine peşkeş çekilmesine mani olacağız” sözleri olmuştur. Kılıçdaroğlu’nun ilk gün dediği “sokağa çıkılmasını doğru bulmuyorum” söylemini bu tehditten sonra “sözlerim yanlış anlaşıldı” diye düzeltmesinin altında da yine aynı kaygı vardır. En yalın ifade ile CHP, AKP-MHP karşıtlığı üzerinden HDP kitlesinin de desteğini almayı hesaplamaktadır. Ama bundan da öte Kürt halkının dinamik potansiyelini sistem içinde tutmayı hedeflemesini görmezden gelmemek gerekmektedir. Aksi takdirde bu ziyarette eş başkanlara hediye edilen ve eli binlerce Kürt’ün kanına bulanmış M. Kemal’in portresinin başka bir anlamı olmasa gerek…
İçişleri Bakanı SS’nin “pejmürde ederiz” diyerek İmamoğlu’na yönelttiği tehdit, Kürt ulusal mücadelesinden duyulan korkuyu ortaya koyduğu gibi, AKP-MHP bloğunun hakimiyet korkularının da ürünüdür. Bir yanda devlet çıkarları, bir yanda klik çıkarları, her bir adımda özgün anlamlar ortaya çıkarmaktadır.
E. İmamoğlu’ndan kahraman yaratmak yerine halkın kendi gücünü görmek gerekir. İlk günden her türlü engellemelere, baskı ve işkencelere rağmen sokağa çıkan halk en büyük kahramandır. Suruç anmasında “artık devrimciler konuşacak” diyen gençlerin, kadın katliamlarına karşı “artık yeter ölmek istemiyoruz” diyen kadınların, “oyuma sahip çıkıyorum” diyen anaların, “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyen Kürt ulusunun siyasal bilinci, halkın kendi gücünün farkına varmasını sağlayacaktır. Saldırılar karşısında dayanışma ve direnişi daha da büyütecek olan faşizme karşı omuz omuza verilecek mücadeledir. Faşizmi yıkana kadar her gün mücadele sloganının altını doldurmak, faşizmin saldırılarına karşı çıkan bütün kesimlerin birlikte mücadelesiyle olacaktır. Kaz Dağlarının talan edilmesine karşı direniş nöbeti tutanlarla T. Kürdistanı’nda kazandıkları belediyelerin talan edilmesine karşı nöbet tutanların mücadelesinin birleştirilmesiyle; emeğinin çalınmasına karşı direnen işçi ve emekçilerle oylarının çalınmasına karşı direnen Kürt ulusunun direnişinin birleşmesiyle gerçek anlamını ve gücünü kazanacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesinin 5 Eylül 2019 tarihli 43. sayısından alınmıştır.