Halk gençliğinin ve özelde de öğrenci gençliğin en temel haklarından olan parasız eğitim hakkı, hakim sınıfların çıkarları için özelleştirilmeye devam ediyor. Bir türlü “dikiş tutturulamayan” eğitim sistemi her yeni gelen bakanın “eğitim sistemini düzene sokacağız” demagojisi eşliğinde hakim sınıfların çıkarlarına uygun politikalarla sürekli bir biçimde dizayn ediliyor. Bu düzenlemelerden sonuncusu da eğitimin piyasalaştırılmasında yeni bir halka olarak eklenen “özel sınıflar” oldu. Belli okullarda uygulamaya sokulan “özel sınıflar”a MEB soruşturma açtığını söylese de bu durum eğitimin adım adım piyasalaştırıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Zaten mevcut komprador-feodal eğitim sisteminin amacı; emperyalizme göbekten bağımlı olan ve son yıllarda krizde olan ekonomilerinin ihtiyacını karşılayacak ucuz iş gücünün, faşist diktatörlüklerinin devamını sağlayacak bürokratik-idari kadroların ve düzenin savunucularının yetiştirilmesidir.
Sınav sisteminin sürekli değiştirilmesi, eğitimin bilimsellikten uzak bir biçimde niteliksizleşmesi, ırkçı-faşist gerici eğitim müfredatı ve git gide artan özel lise ve üniversitelerin yanında bu son uygulama deyim yerindeyse işin “tuzu biberi” olmuştur. Artık hakim sınıf temsilcileri paralı eğitimin açık açık bir devlet politikası olduğunu açıkladıkları “özel sınıflar”la göstermiş oldular.
İlkokulda başlayan eğitim sistemin rekabetçiliğinin işlerliği, lise ve üniversite geçişlerine kadar devam etmektedir. İlkokuldaki “daha iyi” olma yarışı, “daha iyi lise-üniversite”ye evirilmekte. Eğitim bir hak olmaktan çıkmakta, parası olanın eğitim aldığı bir hizmet şekline dönüştürülerek, piyasalaştırılmaktadır. Eğitim sisteminin bu yapısı sadece öğrencileri değil, emekçi aileleri de ekonomik ve psikolojik yönden yıpratmaktadır. Çocuklarının daha iyi bir eğitim almasını isteyen aileler kredi çekerek ya da borçlanarak bu özel sınıflara, okullara göndermek istiyorlar. Sınava hazırlanan öğrenciler niteliksiz eğitimden kaynaklı, özel etütler, özel dersler almakta ve sınava öyle girmekteler. Eşit koşullara sahip olunmadan sınava giren öğrenciler ya kötü tercih yapıyorlar ya da özel lise-üniversitelere gitmek zorunda kalıyorlar. Öğrenci gençlik, eğitimin niteliğine dair zaten ciddi çelişkiler barındırırken, gelecek kaygısı ile eğitim sürdürememekte ya da derinleşen ekonomik kriz nedeniyle okullarını dondurup erkenden sistemin çarkında dişli olmaya başlamaktadır.
VERİLERLE ÖZEL OKULLARIN DURUMU
Eğitim sistemin giderek daha da özelleşmesi yani piyasalaştırılması ile birlikte Türkiye genelinde 4 yıl önce 6 bin 710 olan özel okul sayısının, 2019 itibariyle 11 bin 694’e çıktığını ve bu okullara giden öğrenci sayısının ise 1 milyon 400 bini geçtiği ifade ediliyor. Devlet okullarındaki kontenjanların azaldığı asıl yoğunluğun ise özel okullara doğru ivme aldığı belirtiliyor. Bu artan özel okullar karşısında ise eğitimin içeriğinin özel okullarda “çok yönlü” ve görece “nitelikli” olduğu belirtilirken, devlet okullarında özensiz ve niteliksiz eğitimin söz konusu olması dikkat çekiyor. Öğrenci gençliğin gözünde, özellikle üniversitelerde akademik bilginin gittikçe değersizleştiği görülmektedir. Bu durum özel üniversitelerde eğitimin ne denli yeterli düzeyde olduğu sorusunu karşımıza çıkarıyor. Bu durum özel üniversitelerin yaygınlaşmasına neden olurken karşımıza şu gerçeği çıkarıyor; egemenler için önemli olan eğitimin niteliği değil kâr hedefidir.
Özel okullar, sınıflara ayrılarak daha düşük bütçeden daha yüksek bütçelere uzanan bir “fiyat” skalasına sahip. Daha düşük bütçeli okullarda, bütçeye göre eğitim verilmekte ama yüksek bütçeli okullarda eğitim çok yönlü verilerek öğrenciler ile birebir ilgilenildiği ifade edilmekte.
Aynı sınava giren öğrenciler, aynı düzeyde eğitim almamalarına rağmen kendilerini bir yarışın içerisinde buluyorlar. Bu durum zaten eşit koşulların olmadığı rekabetçi sınav sisteminde öğrencileri adeta birer yarış atına dönüştürmektedir.
GELECEKSİZLİK DERİNLEŞİYOR HALK GENÇLİĞİ ÖFKE BİRİKTİRİYOR!
Günümüzde halk gençliğinde yoğunlaşan kaygı ise; geleceksizlik. İlköğrenimden başlayan geleceksizlik kaygısı “ne olacağım?” sorusuyla kendini öne çıkartırken zaman içerisinde “nasıl olmalıyım?” sorusuyla devam etmekte. Bu süreçte egemenlerin resmi ideolojisi ve tarih anlayışı ile kuşatılan genç nüfus, düzenin bir parçası olmak için sürekli bir yarış halinde elimine oluyorlar. Eğitim sisteminin bu karakteri karşısında, öğrenimini yarıda bırakan, üniversiteye giremeyen milyonlarca çocuk ve genç var. Gençlik en temel haklarından olan; bilimsel eğitim, güvenli iş ve gelecekten mahrum bırakılmaktadır. Gençliğin geleceğe dair istekleri törpülenmeye ve köreltilmeye çalışılmakta.
SONUÇ YERİNE;
Egemenler yaşamın her alanında denetim altında tuttukları eğitim ve kitle iletişim ağlarını, çıkarlarına hizmet eden kültür ve gelenekler doğrultusunda kullanırlar. Diğer taraftan da sistem tarafından ezilen, sömürülen geniş halk yığınlarını örgütsüzlüğe mahkum etmek için büyük çaba harcar. Son yıllarda faşizmin devrimci-demokratlara ve bir bütün toplumsal muhalefete saldırıları buna örnektir. Çünkü onlar iyi bilmektedirler ki; örgütsüz, tek tek kişilerin bilinçlerini bulandırmak, tepkilerini bastırmak ve ehlileştirmek hem çok kolaydır hem de mevcut sistemin devamlılığı için önemlidir. Mevcut sistemden hoşnutsuz olanların; geleceksizlerin, açlık ordusunun, her gün tacize, tecavüze uğrayan kadınların, milli baskı ile ezilen Kürt ulusunun birleşmesi; “uyuyan devin uyanması”, zenginliklerinin ve egemenliklerinin sonu demektir. İşte bizlere düşen “uyuyan devi uyandırmak” ve tepkilerini sisteme yönelterek örgütlemektir. Geleceği kazanmanın yolu buradan geçmektedir.
Bir YDG Okuru
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesinin 22 Ağustos 2019 tarihli 42. sayısından alınmıştır.