Egemenlerin işçi sınıfına dönük saldırıları, hak gaspları hız kesmeden sürerken, işçi sınıfının öz örgütlülükleri olan sendikalar işçi sınıfına ihanet anlamına gelen sözleşmelere, kararlara imza atıyor. Üzerlerine düşen misyonu bırakın yerine getirmeyi işçi sınıfının kazanımlarının gasp edilmesinde rol oynayan sendikalar son süreçte şovenizm zehrine sarılarak işçi sınıfına dönük ihanetlerini gizlemeye çalışıyor. Bu ihanetin ve aymazlığın son örneği Türk-İş’te vücut bulmaktadır.Aylardır devam eden kamuda çalışan binlerce emekçiyi kapsayan toplu sözleşme süreci Türk-İş yönetiminin sefalet sözleşmesine imza atmasıyla sonuçlanmış oldu.
Kamu işyerlerinde devam eden toplu sözleşme süreçlerinde ‘muhatap’ sıkıntısı yaşadıklarını söyleyen Ergün Atalay’ın “Sendikalarımıza, kimin günü dolduysa hiç uzatmayın hemen grev kararı alın diyeceğim. Başka çare görünmüyor” demesiyle birlikte süreç, hükümete karşı bir çıkış yapmasıyla başlamıştı. Tüm kamu işçilerine seyyanen brüt 300 lira zam, ilk altı ay yüzde 15, iki, üç ve dördüncü altı aylar enflasyon+3 puan refah payı talep eden Türk-İş’in bu teklifine karşı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise 60 TL’lik zamla yanıt vermişti. Ergün Atalay bu teklife ‘tepki’ göstermiş, “Kabul edilebilir bir tarafı yok. Greve çıkmak mecburiyetinde kalacağız” diyerek zorla da olsa greve çıkacağını söylemişti.
Türk-İş’in “rest” çektiği tiyatronun sonu mikrofonu açık kalan Ergün Atalay’ın “uzasa işi karıştıracağız, en azından böyle kapattım” söylemiyle bitmişti. Atalay ayrıca geçici işçiler hakkında bakana “Tarım Bakanlığı geçicilerini çözeceğim diye söyle buradan sen” diyerek ikinci bir kez aralarındaki gizli pazarlığı ortaya koydu. Sonuç olarak Türk-İş, bu yıl için %8+%4, 2020 için %3+%3 ve enflasyon farkı oranında zam ve ayrıca ücreti 3 bin 500 TL’nin altındaki işçilere 150 TL iyileştirme yapılacak olan sefalet sözleşmesinin altına imza attı. Türk-İş talep ettiği oranın yarısına denk düşen ve enflasyon oranının çok altında bir sözleşmeyle bitirdi süreci.
Ergün Atalay’ın basına yansıyan sözleri işbirlikçiliğini, arka planda dönen pazarlıkları gün yüzüne çıkarmıştır. Bunun şu an gün yüzüne çıkmış olması ilk defa yapıldığının değil, Türk-İş’in özündeki sermayenin çıkarlarını gözetme ve işçiyi satma anlayışının basına yansımasından başka bir şey değildir. Türk-İş’in bunu pişkinlikle ve aymazlıkla kendini “Sözleşme sonrasında beni hedef alanlar oldu. Hemen şunu belirteyim. Bana saldıranların yüzde 90’ı işçi değil. Onların asıl amaçları başka. Ben başından beri Türkiye’yi savunduğum için, Mehmetçiğin arkasında durduğum için beni hedef aldılar. Terörü destekleyen gruplar. Bunların saldırısı beni etkilemez” diyerek savunmuştur. Kendisine tepki gösteren işçileri “terör” söylemleriyle hedefe koymuş, “vatan, millet” demagojileri yapmaktan da geri durmamıştır. Sendika ağalarının egemenleri işçi sınıfından üstün görme ve onlara yamanma anlayışları, yüzlerindeki maskenin düşmesiyle birlikte daha da pişkince söylemlerle ortaya çıkmaktadır.
Sermayenin savunucusu Türk-İş yönetiminin gün yüzüne çıkan pazarlıklarıyla birlikte işçilerden ve bazı sendikalardan istifa sesleri de yükselmiştir. Hâkim kliklerin işçi sınıfını kontrol altında tutmak amaçlı sendikalar üzerinde hakimiyet kurma anlayışı da kendini bir kez daha göstermiştir. CHP, İYİP gibi sermaye temsilcisi, işçi düşmanı partiler işçiye şirin gözükme çabasıyla Ergün Atalay’ı istifaya çağırmışlardır. Elbette ki sermayenin sözcülerinin derdi işçi sınıfı olmaktan çok uzaktır, Türk-İş’teki halihazırda olan durumdan faydalanarak hakimiyet kurmak istemektedirler. Aynı şekilde de yer yer hükümete karşı göstermelik çıkış yapan yer yer ise yamanan ama özünde egemen sınıfların bekâsını düşünen Türk-İş’e AKP ve her dönemin piyonu, sistemin sarsılmaz savunucusu Doğu Perinçek arka çıkmaktadır. “Partiler üstü” Türk-İş ise bunun bilincinde bir tavırla Aydınlık Gazetesi’ne verdiği röportajda “Teröre karşı mücadele eden Mehmetçiğin arkasında duracağım. S-400’lerin ülkeme getirilişine destek vereceğim. Bizim bu ülkeden başka gidecek yerimiz yok. Her zaman önce Türkiye diyeceğim” demiştir.
Ekonomik krizin yönetim kriziyle birleştiği günümüz koşullarında, bir yandan Suriye’deki gelişmeleri diğer yandan ise kayyum saldırısına karşı koyuşu yönetmeye çalışan iktidar, sıkıştıkça saldırganlaşıyor. AKP-RTE iktidarını korumaya çalışırken işçi sınıfına, Kürt ulusuna ve tüm muhalif güçlere saldırılarını yoğunlaştırmakta, diğer klik ve düzen partilerine karşı da iktidar mücadelesi vermektedir. Bu koşullar altında ortaya çıkan her bir gelişme kendi boyutlarının ötesinde bir anlam kazanmakta ve bu çok yönlü mücadelenin aracına dönüştürülmektedir. Bu anlamda Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’a Perinçek ve Aydınlık grubunun sahip çıkması dikkate değerdir. Atalay’ın mikrofonlara yansıyan sözleri iktidarın işçi sınıfında gelişebilecek bir hareketten duyduğu korkuyu ortaya koyarken bir yandan da iktidar savaşının bir aracına dönüşmüş oldu.
Türk-İş’in işçi sınıfına ihanetinin ayan beyan ortaya çıkmasının bir sonucu olacak ki yine kamuda memurlar adına yapılan toplu sözleşme sürecine Memur-Sen hükümetin tekliflerini kabul etmemiş ve iş bırakacaklarını açıklamıştır. Memur-Sen’in hükümetle olan yakın ilişkisi bilinmez değildir. Hükümet Memur-Sen’in oynadığı tiyatroya göz yumarak Türk-İş nezdinde ortaya dökülen pis ilişkileri gizlemek ve tepkiyi azaltmak istemektedir.
Açık olan şey, işçi sınıfı, sermayenin uzantısı haline gelmiş bu bürokrat sendika ve sendikacıların etkisi altında kaldığı sürece işçi sınıfının çıkarına ciddi bir gelişmeden söz edilemeyecektir. İşçi sınıfının patronlara olduğu kadar sendika bürokratlarına, baronlaşmış bu satılık kişiliklere karşı da mücadelesini büyütmesi gerekmektedir. Krizin devam ettiği, hâkim sınıfların iktidar savaşı verdiği ve Kürt ulusuna saldırıların yoğunlaştığı böylesi bir dönemde işçi sınıfının sözünü söylemesi tüm dengeleri etkileyecektir. Bunun için öncelikle işçi sınıfına gerçekleri taşımalı, siyaset sahnesinde belirleyici nitelikteki rolünü oynayabilmesi için öncülük edilmelidir.