Avrupa Parlamentosu seçimi AB’nin geleceğinin tartışıldığı bir süreçte gerçekleşti. Seçim sonuçlarına dair tartışmalara değinmeden önce hangi koşullarda seçime gidildiğine dikkat çekmek faydalı olacaktır.
Emperyalist güçler arası çelişkilerin keskinleştiği bir dönemdeyiz. AB içinde Almanya’nın temel dinamik olmasıyla birlikte Fransa’yla rekabeti ve bu ikilinin diğer üye ülkelerle çelişkileri derinleşiyor. Ayrıca AB’nin diğer emperyalist güçlerle rekabeti/çatışması da şiddetlenmektedir. Ticaret savaşları, bölgesel gerilimler ve savaşlar üzerinden hegemonya çatışması, çelişkileri keskinleştirmekte, savaş eğilimini güçlendirmektedir.
Birlik üyesi ülkelerin kendilerine özgü ekonomik, siyasi krizleri geniş yığınları daha fazla etkisi altına alarak öfkeyi biriktirip hoşnutsuzluğu yaygınlaştırmaktadır. Neo-liberal politikaların yarattığı yıkım, yoksulluğu derinleştirerek geleceksizlik kaygısını ara sınıfların gündemine de sokmuştur. Bununla birlikte emperyalist saldırganlığın kıta dışında yarattığı yıkımın dolaysız sonucu olarak düzensiz göç dalgaları Avrupa kıyılarına vurmaktadır.
Kısacası AP seçimi emperyalist çelişkilerin keskinleştiği, neo-liberal politikaların geniş yığınları etkisi altına alarak yoksulluğu yaygınlaştırdığı ve emperyalist saldırganlığın sonucu olan göç olgusunun Avrupa’nın gündemini belirlediği bir süreçte AB’nin geleceğine dair tartışmaların gölgesinde gerçekleşti.
Eklemekte fayda var, sürecin bir diğer özelliği de burjuva demokrasisinin rıza üretme kapasitesinin daralması yani burjuva demokrasisine olan güvensizliğin yönetme kriziyle güçlenmesidir. Seçim sonuçları da bunu pekiştirmiştir.
Seçim sonucunda iki temel başlık öne çıktı: Sosyal demokrasinin çöküşü ve faşist hareketlerin yükselişi! Sosyal demokratlar önemli oranda oy kaybederek sandalye sayısını 146’ya düşürürken Yeşiller sandalye sayısını 69’a çıkarmayı başardı; faşist hareketler ise toplamda 171 sandalye elde ederek yükselişlerini sürdürdüklerini göstermiş oldular. Merkez sağ da çözülmeden payını alarak 180 sandalyeye geriledi.
Sosyal demokrasinin çöküşüne ilişkin değerlendirmelerde genel eğilim tarih perspektifinden yoksun bir şekilde andaki verilerle sonuca ulaşma çabasıdır. Tarih perspektifinden yoksun değerlendirmeler çöküşün nedenlerini ilgililerin beceriksizliklerine indirgeyerek ”Mevcut koşulların sunduğu olanaklardan nasıl oluyor da sosyal demokratlar değil de faşist hareketler faydalanabiliyor?” sorusunu ortaya atıp şaşkınlıklarını dile getiriyorlar. Akabinde sosyal demokrasinin emperyalizmle ilişkisini görmezden gelerek çöküşün nedenlerini tespit ettiklerini düşünüp öğüt vermekten geri durmuyorlar.
Sosyal demokratların beceriksizliklerine dair vurgular: ”Soldan uzaklaşma, sağcılaşma, neo-liberalizm seviciliği, emperyalizm destekçiliği, zamanın ruhunu yakalayamama” ara başlıklarıyla İbrahim Varlı tarafından 4 Haziran tarihli Birgün’deki köşesinde özetlendi.
”Sosyal Demokratların PASOK”laşmasına dikkat çeken Varlı, ”Çıkarılacak Dersler” başlığı altında, ”Sola Dönüş, Kimlik Bunalımı, Sağcılaşmaya Son” önerilerinde bulunarak sosyal demokrasiye çöküşü önleyebilmenin adımlarını işaret etmekten geri durmadı.
Sosyal demokrasinin çöküşü ya da faşist hareketlerin yükselişinin nedenlerini üye ülkelerin özgün ilişkilerinde, “Birlik”in ifadesi olan emperyalist politikalarda aramak gerekir. Sosyal demokrasinin AB’deki rolü, işlevi hasbelkader belirlenmiş değildir. O, AB emperyalizminin kurucu ögesidir; haliyle faşist hareketlerin yükselişine zemin hazırlayan emperyalist politikaların, neo-liberal yıkımın savunucusu, uygulayıcısıdır. Bu ilişki bilince çıkarılmadıkça birinin çözülüşü ve diğerinin yükselişinin nedenleri de anlaşılmayacaktır.
Bununla birlikte neo-liberal politikaların yarattığı yıkımın sonucu biriken öfke, hoşnutsuzluk, güvensizlik hali muhalefetin, faşist hareketlerin kontrollü yükselişine ve Yeşillere kanalize edilmesiyle sistem içileştirilmiştir.
Emperyalizmin en önemli başarılarından biri kuşkusuz kendisine karşı geniş yığınlarda vücut bulan hoşnutsuzluk, güvensizlik ve öfkeyi yıkıcı etkilerinden arındırarak kendi sınırları içinde kontrol edilebilir bir tepkiselliğe dönüştürmesidir. Örnek olarak Syrıza, Podemos, La France Insoumise gösterilebilir.
Ayrıca faşist hareketlerin yükselmesine gerekçe olarak gösterilen düzensiz göç olgusu doğrudan emperyalist saldırganlığın kıta dışındaki yıkımıyla ilişkilidir. Bununla birlikte bu hareketler düzensiz göç olgusunu sıçrama tahtası olarak görüp kullanmış ve görece başarı elde etmişlerdir. Emperyalist saldırganlık girdiği bölgelere sadece savaş, yıkım götürmüyor; savaştan, yıkımdan kaçan insanları sığındıkları topraklardaki halkın karşısına düşmanmış gibi çıkarıyor.
(Devam Edecek)