Bıkkınlık verecek derecede uzun bir süredir gündemde olan ve 23 Haziran 2019 (bu belirlenen tarih, kimin kazandığına göre oyların yeniden sayımı, mazbata meselesi vs. nedenlerden kaynaklı bir süre daha uzayabilir de) tarihine kadar da gündemden düşmeyecek olan yerel seçimler ve nihayetinde İstanbul yerel seçimleri vesilesiyle bir kez daha ittifaklar ve partilerin seçime yükledikleri misyon ve değerlendirmeleri üzerine bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır.
Tüm dünyanın gözleri önünde aleni bir şekilde, hukuk, kural, ilke tanımadan İstanbul seçimleri YSK başkanının bile itiraz ettiği bir şekilde iptal edildi. Elbette öncesinde yılan hikâyesine çevrilen oyların yeniden ve yeniden sayımı vs. konularına bir kez daha girmeyeceğiz, zira bu konuda defalarca yazıldı çizildi.
BİR KEZ DAHA SEÇİMLER VESİLESİYLE “HATIRLANAN” KÜRTLER…
31 Mart yerel seçimleri öncesi HDP’nin birkaç büyükşehirde aday çıkarmaması, HDP’nin CHP’yi desteklediğine yoruldu. HDP ise İzmir ve Antep’te açıktan CHP ve DSP adaylarını destekleyeceğini açıkladı, ancak diğer illerde açıktan bir çağrıları olmasa da, eğilimin AKP karşıtlığı üzerinden bir “gizli” ittifak ya da destek şeklinde olduğu hemen herkes tarafından dile getirildi. Bu yaklaşıma rağmen, CHP her zamanki kafatasçı, faşist karakteriyle hem Kürt ismini diline almadı, hem de HDP ve PKK ilişkisi üzerinden yine keskin, saldırgan, şovenist açıklamalarda bulunmaya devam etti. Seçimin kazanılmasının ardından Ekrem İmamoğlu’nun utangaçça küçük bir teşekkürünü saymazsak.
Bilindiği üzere Kasım 2018`de Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için, önce HDP Milletvekili Leyla Güven, daha sonrasında ise dünyanın birçok yerinde ve Türkiye hapishanelerinde binlerce kişi açlık grevleri yapmıştı. Bu açlık grevleri tam da seçim kampanyalarının yapıldığı döneme denk gelmekteydi. Ancak ne hikmetse, ne CHP ne de AKP bir kez bile bu seçim sürecinde bu konuyu dile getirdiler. Burjuva-feodal medya ise her zaman olduğu gibi üç maymunu oynadı.
Ancak seçimler bitip de AKP özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde gerileyince birden Kürt meselesi ve hapishaneler sorunu, açlık grevleri akıllarına geldi. İlk elden Abdullah Öcalan’ın kardeşiyle görüşmesine izin verildi, sonra ise avukatları Öcalan’la yıllar sonra görüştürüldü. En geri demokrasilerde bile olmayacak birtakım yöntemler yine devreye girdi. Yıllardır sanki başka bir ülkenin yasalarından kaynaklı Öcalan’a tecrit uygulanıyormuş, avukatlarıyla görüştürülmüyormuş gibi, “Çözüm süreci diye bir değerlendirme yapılması doğru değil. İstanbul seçimiyle de alakası yok. Mahkeme kararıyla görüşmeye ilişkin hukuki engel kalkmış oldu. Bu çerçevede yapılan bir görüşme, ziyarettir” şeklinde komik bir açıklama yapıyor Adalet Bakanı Abdülhamit Gül.
AKP’li yetkililer ne derlerse desinler, İstanbul seçimleri bağlamında sistemin yönetilmesinde ve egemenler arası güç dengelerini belirleme de Kürtlerin rolü küçümsenmeyecek derecede büyük ve önemli bir noktada durmaktadır. Bunu gören ve bilen AKP, tüm yatırımlarını bura üzerinden yapmaktadır. Kapalı kapılar ardında ne görüşüldü, nasıl pazarlıklar yapıldı bilemeyiz; ancak Kürt halkına şirin görünmek, onların oyunu almak için atıldığı aşikâr olan bu adım, bir yandan da yine kendi içinde bir gözdağı, ya da pazarlık konusu da olabilir. AKP Kürtlere ve HDP’ye, “Beni desteklemezseniz, tecrit devam eder, görüşmeler bitirilir” mesajı da veriyor olabilir.
Abdullah Öcalan’ın ilk avukat görüşünde yaptığı Suriye değerlendirmesi dikkat çekicidir. Öcalan’ın “Yeni bir müzakere süreci yok ama 2013 pozisyonumu koruyorum” demesi,’Biz aynı konumda duruyoruz, siz de aynı konumdaysanız bir süreç başlatabiliriz’ şeklinde yorumlanmaktadır. Bu açıklamanın ardından PYD sözcüsü Salih Müslim’in Öcalan’ın çağrılarına değer biçtiklerini söylemesi de, aslında AKP ve Kürt Ulusal Hareketi arasındaki görüşmelerin sadece İstanbul seçimleriyle sınırlandırılamayacak boyutta olduğuna yorumlanabilir.
AKP cephesinden bu hamleler yapılırken on yıllardır Kürt meselesine gözünü kulağını kapayan, Kürtlere yönelik hemen her saldırıda AKP ile kol kola hareket eden CHP lideri Kılıçdaroğlu’ndan da yeni bir hamle geldi. Ne tesadüf, bu hamle de tam da İstanbul seçimleri öncesi geldi. Kemal Kılıçdaroğlu bazı Kürt “kanaat önderleri”yle bir iftar yemeğinde bir araya geldi. Kürt meselesine yönelik yaptığı açıklamalarda utangaçça “Ana Dil” vb. derken arkasından yine silahların bırakılması gerektiği vb. şeyler söyleyerek de, sorunu yine Kürtlerde aramaktadır. Onlarca belediyeye kayyum atanması karşısında üç maymunu oynayan Kılıçdaroğlu, bugün “Şimdi yeniden kayyum atama hazırlığındalar. Buna dair duyumlarımız var. Bu asla kabul edilemez” diyerek ikiyüzlü, pragmatist yaklaşımını ortaya koymaktadır. Dünkü Kayyumlar karşısındaki pratiği, bugün için önemli bir veridir bizim için. O nedenle bu vaatler karın doyurmamaktadır. Aslında Kılıçdaroğlu bunun farkında olduğu için devamında, “Sosyal demokrat bir partiyiz ve Cumhuriyetçiyiz. Cumhuriyetin temeli eşit yurttaşlıktır. Ama bu lafla olmuyor. Eşit yurttaşlık somut, objektif imkânlarla donatılmalıdır. Bu, insanların kendi kimlikleri ile kendilerini ifade edebileceği siyasal ve toplumsal ortamı yaratarak çözülür. Eşit yurttaşlık böyle olur. Ama bütün bunların olabilmesi için güven ortamı sağlanması ve bir an önce silahın ortadan kalkması gerekiyor. Silahla hiçbir şey elde edilemez. Yaşanan terör ve şiddet bölgeyi, bölge insanını tahrip ediyor. Bir an önce çözüme kavuşmalı” şeklinde bir ekleme yapıyor. Evet lafla peynir gemisi yürümüyor. Biz biliyoruz ki, eşit yurttaşlık, dil vb. konular gündeme geldiğinde, CHP yine en önde Anayasa’nın ilk üç maddesini hatırlatacak, yine ırkçı yaklaşımını dün olduğu gibi bugün de sergileyecektir.
Diğer yönden HDP’nin İstanbul seçimlerine yönelik tavrı Ekrem İmamoğlu’nu destekleme yönünde şekillendi. HDP eş genel başkanı Pervin Buldan geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamasında, önümüzdeki günlerde alana ineceklerini, 31 Mart günü sandığa gitmeyen 200 bin civarında Kürt’ü sandığa taşımak için çalışmaları yoğunlaştıracaklarını söyledi. Buldan HDP seçmeninin sandığa gitmemesini yorumlarken:
“Çeşitli sebepleri var tabii sandığa gitmeyenlerin. CHP’ye oy vermek istemeyen seçmenimiz var, bunu içine sindiremeyen seçmenimiz var, bunu saklayamayız…” demektedir. Evet Kürt kitlesi CHP’nin onlar açısından ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Sandığa ve CHP’ye mesafeli Kürtleri ısrarla sandığa taşıma çabası içine girerek diğer yandan CHP ile barıştırarak aslında Kürtlere büyük haksızlık yapıldığının farkında değil sanırım HDP yetkilileri. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” yaklaşımı, bir başka düşmanını silikleştirme, hoş görme yaklaşımı olarak karşımıza çıkmaktadır HDP’nin bu tavrında.
Netice itibariyle burjuva-feodal faşist partiler bir kez daha Kürtler üzerinden ucuz politikalar yaparak günü kurtarma peşindedirler. Bu oyuna gelmemek, kendi öz gücüne güvenerek, örgütlü bir şekilde hareket edip sorunlarının çözümüne sandıkta değil, faşizme karşı mücadeleyle olacağı üzerine kafa yorup kitleleri buraya yönlendirmek en büyük kazanım olacaktır. Aksi durumda İmamoğlu da kazansa, işçi ve emekçi yığınlar için pek bir şey değiştirmeyecektir.