İran, Irak, Ürdün ve ardından daha büyük bir enerjiyle Cezayir ve Sudan halkı da açlığa, yoksulluğa, sömürüye karşı sokaklara indi. Sudan’ın kuzeydoğusunda bulunan Atbora kentinde 19 Aralık’tan itibaren halkın ekmek ve benzin zamlarına karşı tepkisiyle başlayan protestoları Sudan rejimine ve El-Beşir diktatörlüğüne karşı isyana dönüştü. 4 ay boyunca sokakları terk etmeyen karargah ve sarayları kuşatan Sudan halkının dinmeyen öfkesi 30 yıldır iktidarda bulunan Ömer El Beşir’i koltuğundan indirdi. Ordunun yönetime el koymasını “Darfur Kasabı” olarak da tanınan ve uluslararası savaş suçlusu kabul edilen El Beşir’in tutuklanması takip etse de halkın öfkesi dinmemiş, halk, “diktatörü de artıklarını da istemiyoruz” şiarıyla alanları terk etmeyerek yeni diktatörlere geçit vermeyeceklerini de göstermiştir.
Sudan’ın tarihine baktığımızda diğer bölge ülkeleri gibi sömürünün, baskının, iç savaş ve çatışmaların girdabında sürüklenen bir gerçekliği görüyoruz. 1821’de Kavalalı Mehmet Paşa’nın istilasıyla Osmanlı yönetimine geçen Sudan 1880’lerde ise Osmanlı egemenliğinden çıkıp, İngiliz sömürgesi haline gelir. 19. yüzyılda bölgede yükselişe geçen İslam ve Arap milliyetçiliği temelinde gelişen sömürgeciliğe karşı mücadele Sudan halkını da sarmış, 76 yıllık İngiliz sömürgeciliği 1956’da Sudan’ın “bağımsız”lığına kavuşmasıyla son bulmuştur.
Ancak bu tarihten sonra da Sudan’da sular durulmadı. Ne emperyalist baskı ve sömürü ne de ülkedeki “yerli” diktatörlerin demir yumruğu Sudan halkının üstünden kalkmadı. İç çatışmalar, kabile savaşları vb. sürekliliğini korudu. Özellikle 1956’dan sonra Hristiyanlaşan ve animist olan Güney ile Sünni Müslüman Kuzey arasındaki çatışmalar daha da boyutlandı ve Sudan iki büyük savaş sürecinden geçti. İlki 1963’te başlayıp 1972’de Güney’e tanınan özerklik anlaşmasıyla sona erse de tam anlamıyla bir barış sağlanamadı. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin adil paylaşımının sağlanamaması ve Kuzey ile Güney yönetimleri arasındaki anlaşmazlıklar bu durumun temel nedeni oldu. Petrolün %70’nin Güney’de yer alması petrol tesisleri ve ihraç hattının ise Kuzey’de olması çatışmalı ortamın bitmesine izin vermedi. Bütün bu etkenlerin üstüne Nil Nehri’nin paylaşımı sorunu da eklendiğinde Sudan, karşımıza kocaman bir sorunlar yumağı olarak çıkmaya devam etti. Var olan bu iç sorunlara emperyalist güçlerin çıkar dalaşları da eklenince ikinci büyük iç savaş 1983’te patlak verdi. İç savaş 2005’te, 6 yıl sonra Güney’de bağımsızlık referandumuna gidilmesini öngören anlaşmayla sona erdi. Bu iki büyük iç savaşın faturası Sudan halkı için oldukça ağır oldu. 2 milyon insanın ölümüne, 4 milyon insanın evini terk etmesine yol açtı.
1989’da Sadık El Mehdi’nin lideri olduğu o dönem iktidarda bulunan İslamcı Umman Partisi ile Demokratik Birlik Partisi’nin kurduğu koalisyon hükümetine darbe yapan General Ömer El Beşir var olan başbakanlık sistemini ortadan kaldırıp başkanlık sistemini getirdi. ABD’nin Rus-sosyal emperyalizmine karşı başlattığı “soğuk savaş” süreciyle birlikte 1980’lerden itibaren uygulamaya koyduğu “Yeşil Kuşak Projesi”nin Sudan ayağının temsilciliğini de yapan El Beşir 30 yıl boyunca baskı, terör ve yolsuzluklarla ülkeyi yönetti. İhvan’ın Sudan kolu olan İslami Milli Cephe (İMC) lideri El Turabi’yi de arkasına alarak devlet yapısını tamamen İslami kurallara göre şekillendirmeye başladı. Bu çerçevede gayrimüslimlere karşı devreye koyduğu İslamlaştırma politikasıyla Güney’de yaşayan Hristiyan ve çok tanrılı dine sahip olan halka da İslam dinini kabul ettirmeyi hedefledi. Bu dönemde Güney’de rejime karşı başkaldıran John Garang ayaklanmayı kafir-Müslüman çatışması zeminine çekip cihat ilan ederek suçuna Kuzeyli Müslümanları ortak etmeyi planlasa da başarılı olamadı. Ancak El Beşir yönetimi halk-gerilla ayrımı yapmadan yaklaşık 1,5 milyon siyahi Afrikalıyı soykırımdan geçirmiş, 5 milyon kadarını da yaşadıkları topraklardan sürmüştür. El Beşir yönetimi aynı katliamcı gelenekle 2003’de ülkenin yoksul bölgelerinden olan Darfur’da büyük bir katliam daha gerçekleştirdi. BM’ye göre göre bu katliamda 300 bin kişi yaşamını yitirirken 2.5 milyon kişi de evini terk etmek zorunda bırakılmıştı. 2009 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi Beşir hakkında “insanlık ve savaş suçu” işlediği gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarmış olsa da Beşir, 20 yıl daha iktidarda kalarak Sudan halkına karşı baskı, zulüm ve katliamlarıyla suç işlemeye devam etti.
El Beşir 30 yıllık iktidarı boyunca uygulamaya koyduğu ırkçı, faşist politikalarla tüm ülkeyi büyük bir krize sürükledi. Enflasyon yükselirken halk, petrol zengini olan ülkede benzine ve temel besin maddelerine ulaşamaz hale geldi.
Sonuç olarak kitlelerin açlık, yoksulluk, hayat pahalılığı ve faşist İslamcı diktatörlüğün baskıcı, yasakçı uygulamaları ve yarattığı şiddet ortamı sonucu sokağa dökülen halk kitleleri Beşir rejiminin de sonunu getirdi.
Ancak Sudan halkı için mücadelenin zorlu kısmı henüz yeni başlamış durumda. Çünkü Sudan halkı bugün iktidarda olan süslü vaatlerle halkın öfkesini ve özgürlük arayışını sisteme kanalize etmeye ve rejimin devamlılığını sağlamaya çalışan bir ordu gerçekliğiyle yüz yüze kalmış durumda. Yine de bugün egemen sınıflara karşı çok daha donanımlı ve deneyim sahibi olmaları onları güçlü kılıyor. 2011’deki halk ayaklanmaları sürecinde demokrasi, özgürlük, iş ve ekmek vaadiyle kitlelerin öfke ve isyanlarının devlet ordularınca nasıl bastırılıp sisteme kanalize edildiğinin, ordu eliyle iktidarından indirilen diktatörlerin koltuklarının nasıl yeni diktatörlere teslim edildiğinin, halkın açlık ve yoksulluklarının ise baki kaldığının deneyimlerine sahip. Ve burada devrim için olanakların arttığı bir süreçte Sudan halkının sürece önderlik edecek bir KP’ye ihtiyacı olacaktır. Ya mücadele içerisinde bu eksiklik ve ihtiyaç giderilip Sudan halkı zafere koşacak ya da zafere koşacak yol bir taş daha ekleyecek. Her koşulda Sudan deneyimi tarihin sayfalarında sınıf mücadelesinde değerli bir hazine olarak yerini alacak. Rüzgar fırtına olma yolunda devam edecek.