Tansiyonu hiç düşmeyen gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Özellikle İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararıyla esas tehlike çanları Cumhur İttifakını da aşan boyutuyla sistem için daha güçlü çalmaya başlamıştır.
Bir yandan kendisini daha fazla hissettiren ekonomik kriz, bununla beraber 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle doruk noktasına ulaşan faşist politikaların ortaya koyduğu en büyük belirtisi siyasi olarak “yönetememe” krizinde somutlaşmaktadır.
Tam da böylesi bir süreçte atlatılan 31 Mart yerel seçim sürecinin iktidar cephesinden su katılmamış faşist söylemlerinin karşılığı olan terör(!) bahaneli “beka sorunu” seçimlerin ardından Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkışıyla başka bir boyuta evrilmiştir. Seçimlerde İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere büyükşehirlerin önemli bir bölümünde sarı kart gören AKP, kışkırtıcı ve saldırgan söylem ve politikalarına tezat bir şekilde “kızgın demiri soğutmak için seksen iki milyonun bütünleştiği Türkiye İttifakı” çağrısı yapmıştır. Ancak “demirin soğuması” egemenler arasındaki bu keskin mücadele olduğu sürece pek kolay olmayacak. AKP-Tayyip kliği kaybettiği İstanbul seçimlerinin yenilenmesini sağlamıştır. Bunun egemenler arasındaki kapışmayı büyüteceği aşikardır. Bu tabloda AKP-Tayyip kliği oldukça büyük bir risk almış, ülkedeki politik krizin ateşine odun atmayı tercih etmiştir. Bu tablonun egemen sınıf kliği AKP-Tayyip kliğinin meşruiyet sorununu derinleştirmesi sonuç ne olursa olsun kaçınılmazdır. Emperyalist güçler ve egemen sınıfların kendi arasındaki dengelerin İstanbul seçiminin iptalini kolay hazmedemeyeceği açıktır. Tüm sistemin meşruiyet krizi içinde debeleneceği, kitlelerin sistemin meşruiyetini masaya yatıracağı koşullar daha fazla olgunlaşmıştır. Bu seçimde güçlü ve etkili bir boykotla, sistemin tabutuna çivi çakma çağrısıyla güçlü bir boykot örgütlemek devrimci sorumluluk olarak görülmelidir.
Burada esas sorun, sarı kartın kime gösterildiği ve hangi demirin neden kızgınlaştığıdır? Bu soruların yanıtı elbetteki ülkemiz sınıf mücadelesinin anda hangi görevlerle yüklü olduğu konusunun bir ayağını oluşturmaktadır.
Egemenler cephesinden iki farklı kliğin iktidar dalaşına sahne olan ülkemiz siyaseti, her ne kadar mevcut pastadan kimin pay kapacağının mücadelesi iken diğer taraftan bu pastanın elden kaçmaması için de gerektiğinde kol kola yürünen yığınla pratikle doludur. Bu anlamda doğru okunması gereken ilk olgu, sarı kartın esas olarak AKP/MHP egemen kliği somutunda mevcut sistemin kendisine gösterildiği ve hoşnutsuzluğun buraya olduğudur. Ki tam da bu noktada AKP, kendi özgülünde mesajı doğru okumuş, diğer taraftan sisteme yönelen tepkinin de farkında olarak bu çağrıyı yapmıştır.
BU ÇAĞRIYA NEDEN OLAN GERÇEKLİK NEDİR?
Erdoğan’ın “kızgın demir” vurgusu elbette kitlelerin mevcut gidişattan hoşnutsuzluğudur. Bu hoşnutsuzluk henüz nesnel gerçeklik karşısında yansımasını bulmasa da sıcaklığını hissettirmeye başlamıştır. Bunun en temelinde ekonomik sorunlar ve OHAL ile beraber daha belirginleşen faşist politikaların rahatsızlığı yatmaktadır. Bu politikaların etkisiyle sindirilmiş olan toplumsal muhalefet, yavaş yavaş uyanışa geçmeye başlamıştır.
Sistemin tıkanma halinin geçici olmaması, önümüzdeki süreçte kitlelerin pratik sahada tepkilerini daha fazla göstermesine vesile olmaya devam edecektir. YSK’nın açıklamasından sonra sokağa çıkan kitlelerin tencere-tava eylemleri yapması, çocuk istismarlarına ve kadına yönelik taciz, tecavüz saldırılarına karşı gösterilen refleks, seçimlerin hemen arifesinde İstanbul ve Ankara’da meydanlara çıkan yüzbinlerce EYT’linin eylemleri ve bizzat seçimin kendisinde bu gelişmelerin skora yansıması işaretlerin en başında gelmektedir.
Tam da bu süreçte hapishanelerde yurtsever tutsaklar tarafından tecride karşı Leyla Güven öncülüğünde başlatılan süresiz açlık grevlerinin 30 Nisan itibariyle ölüm orucuna çevrilmesi, ısınan suyun kaynamasına etkide bulunacaktır. İçeride teslim alınamayan direnişin sesinin dışarıdan yükselmeye başlayan ses ile birleşmesine engel olunmaya çalışılsa da özellikle tutsak yakınlarının her türlü saldırılara karşı geri adım atmadan direnişi sahiplenmesi bu sahada önümüzdeki günlerde daha keskin hesaplaşmalara sahne olacaktır.
Açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü, direniş hattının kararlı bir hal aldığı koşullarda, Rojava’da istediği sonuçları elde edemeyen faşist diktatörlük, yükselen gerilimi düşürmek için İmralı’da Abdullah Öcalan’ın uzun zaman sonra avukatlarıyla görüşmesine 2 Mayıs 2019 tarihinde izin vermiştir. Bu görüşme kuşkusuz bir politika değişimi için güçlü bir işaret değildir. Sıkışmayı hafifletme hesabı vardır. Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’undaki mutabakata gönderme yapması bu sürece geri dönün çağrısı yapması, Rojava statü kazanırken Türk egemen sınıflarının hassasiyetine dikkat edilmesi gerektiği vurgusu 6 yıllık yıkım, kan-gözyaşı deryası, yağma-işgal ve işgal tehditlerinden sonra zamana yabancı kalmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Barış ya da savaş koşullarında faşist diktatörlüğün amaçladığı bir tek şey vardır Kürt ulusal kimliğinin kölelik koşullarını devam ettirmek ve Kürt ulusal mücadelesinin ve özellikle gerilla mücadelesinin tasfiye edilmesini gerçekleştirmek. Barış ve uzlaşma çizgisinin Kürt ulusuna daha büyük yıkımlar, katliamlar, inkar ve asimilasyon getirdiği açıktır. Abdullah Öcalan’ın bu çizgiyi yeniden üretme çabası Kürt halkına yarar değil daha fazla zarar getirecektir. Şimdi liberal burjuva kesimlerin bu açıklamaya dayanarak daha fazla sistemiçilik, daha fazla barış ve uzlaşma ve daha fazla Rojava’da faşizmin hassasiyetleri çığırtkanlığı yapması işten bile değildir. Bu liberal akım ve yaklaşımlara karşı daha güçlü bir proleter devrimcilik hattı elzem ve zorunludur.
Demir kızgın olsa da henüz sıcaklığını tam olarak hissettirmemektedir. Ancak sıcaklık, gün geçtikçe yükselmektedir. Bu süreçte doğru okunması gereken en önemli resimlerden bir tanesi, temel argümanlarını “Mart’ın sonu bahar” olarak ifade eden CHP önderliğindeki Millet İttifakı’nın seçim “başarısıdır.” Bu durum egemen sınıf klikleri arasındaki dengenin oynamaya başladığında emperyalist güç odaklarının AKP-Tayyip ekseninde desteği zayıflattığına açık işaret durumundadır. Ortaya çıkan tablo, genel olarak seçimlerle beraber muhalif kesimlerin bir soluk aldığı yanılsamasıdır. Ancak bu soluğun aldatıcılığı, solunan havanın sistemin havası olmasında yatmaktadır. Keza egemen sınıf temsilcileri olan CHP ve İYİP’in yapacağı en büyük görev, var olan muhalefetin sistem içine entegre edilmesidir. Erdoğan’ın demiri soğutma çağrısının muhalefetteki karşılığı “beka sorunu” olarak bundan ibarettir.
Tasfiyeciliğin ve reformizmin etkisiyle bu aldatıcılığa kanan hatırı sayılır devrimci-yurtsever örgüt, bu akımdan etkilenmekle sistemin değirmenine su taşımaktadır. Keza ulusal hareket cephesinde en dinamik refleksin gösterildiği gerilla alanında baharla beraber hız kazanan eylemlerin, esas olarak Duran Kalkan’ın, “Daha fazla kan akmasın, gerçeği görün ve makul çözüme gelin mesajını doğru ele almadılar. Madem anlamadılar sizin anladığınız dilden konuşuruz” diyerek yaptığı açıklamayla bu “çözüm” yoluna hizmet edeceğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Çözümün düzen içi olanaklarla mümkün olmadığı pratikte sabittir. Bir yandan egemenlerin saldırıları diğer yandan reformist-tasfiyeci dalganın kitleler üzerindeki etkisini kırmanın en temel yolu kitlelerin bütün öfkesini ve mücadelenin tüm olanaklarını militanca açığa çıkarmak ve gerilla savaşına kanalize etmektir. İşte o zaman demir tüm kızgınlığıyla egemenleri yakacaktır.