Darlaşmaya neden olan zemin, tekdüze yaşam biçimi ya da tarzıdır. İnsan, tekdüze yaşama bağımlı hale geldiğinde kaçınılmaz olarak düşünce, duygu ve davranış özellikleriyle belirli kalıplar içerisine sıkışır. Pratik seyir, bu kalıpların yön verdiği belirli döngülerin rutinliğiyle şekillendiği için düşünsel etkinlikte bu seyrin çizdiği sınırlara tabi olur. Kişi kendini ve eylemini gerçekleştirmede ister istemez bu döngüsel seyirle sınırlanmış çerçeveye uyum sağlar. Zaten böylesine bir zeminde ve koşullar dahilinde kendini var etmeye çalışan kişi, zamanla, şekillenmiş olan zihinsel eğilimlerin gösterdiği yönde düşünmeyi ve hareket etmeyi olağan karşılamaya başlar. Çünkü süreklileşen tekdüze döngünün bir bütün parçası haline gelmeyi, gelebilmeyi mevcudun bir öznesi olabilme inancından dolayı benimser. Kendisini var etmeye çalıştığı yaşam koşullarının tekdüze özelliklerini, karakterini ya da niteliğini yeterince algılayamazsa, bu öznelik düşüncesi doğal olarak kişide mevcut zemine göre olgunlaşır. Dolayısıyla özne olma arayışı, kavrayışı ve bilinci bu sıkıntılı zeminde yanlış şekillenir ve sekteye uğrar. Böylece kişi, kendini her açıdan şekillendiren yaşamın ve zamanın “öznesidir” artık. Ama farkında olmadan, yaşamın ve zamanın içinde sürüklenen ve özne olma dinamiklerini yitirdiği için de belirleneni haline gelmiştir. Çünkü bu zemin, zihinsel niteliği, karakteri, özellikleri ve etkinliği de doğrudan şekillendirdiği için farklı bakabilme yeteneğini köreltir.
İşte öznelik vasfının bu şekilde zayıflaması ya da yitirilmesi insanın düşünsel ve pratik olarak belirli sınırlara sıkışmasına neden olur. Belirli amaçları, hedefleri, idealleri ve düşleri olan bir insanın kendi yaşam yolundaki en önemli ve çarpıcı amaçlarından birisidir bu. Çünkü kişi, kendini sürekli olarak yineleyen bu döngüsel seyir içerisinde ve onun bir parçası olarak kendini var eder, şekillendirir ve konumlandırır. Tekdüzelik döngüsünün bir başarısıdır bu. Haliyle algı, kavrayış, yorumlama, değerlendirme, fikir oluşturma, andaki duruma yeni yaklaşımlar sergileme, eleştirel bakabilme gibi zihinsel etkinlikler, şekillenmiş olan edinimleri yönlendirir. Zaten insanlar genellikle yaşadığı, tecrübe ettiği ve kendi etkinliğinde öğrendiği şeylere öncelikle yönelme eğilimindedir. Bu bir nevi beynimizin çalışma mekanizması ve sistemiyle de doğrudan ilgilidir.
Devrimci saflarda ve mücadele seyrinde ne acı ki bu darlaşma hallerinin türlü biçimleri yaşam bulmaktadır. Tabi çok daha ağır tahribatlara, telafisi güç yıkımlara, çözümsüzlüğün karanlığına bırakılmış olumsuz sonuçlara ve en kötüsü de çok yönlü güç kaybına neden olacak düzeyde damga vurmasıyla kendini gösterir. Halbuki hepimizde biliriz darlaşma ile devrimcilik taban tabana zıttır. Çünkü devrimcilik devrimcileşmenin sürekliliğinde anlam kazanır. Devrimcileşmede devrimci arayış başta olmak üzere devrimci tutkunun sabırsızca bir kararlılığın, bitimsiz dinamikliğinde yaşam bulur. Devrimci arayış yitirilirse devrimci anlayış sekteye uğrar. Dolayısıyla yaşanılan her anda bu dinamiğin canlı tutulması çok önemlidir. Çünkü devrimci arayış, var olanla yetinmemektedir. Bilakis, var olana devrimci temelde itirazdır. Eleştirel bakabilmenin çıkış noktası olduğu gibi tutarlı ve canlı yoludur. İnsanın kendi gerçekliğine, içinde bulunduğu koşullara ilişkide olduğu çevreye, ilişkilere, dinamiklere, düşünce ve eylemin içsel tutarlılığına vs. olana farklı bir kavrayış düzeyiyle, bilinciyle bakabilmesinin yolu, devrimci arayıştaki ısrardan geçer. Oysa saflarda çoğunlukla, bir gereksiz yeterlilik algısı ve aynı zamanda da bu gerçekliğe körü körüne bağlılık hallerinin türlü yansımalarına rastlanılmaktadır. Yani bir çeşit yetinmecilik durumudur söz konusu olan. Yetinmecilikte, devrimcilikle ve devrimcileşmeyle bağdaşmaz. Mevcut bilgisini, kavrayışını, donanımını, birikimini, deneyimini, yeteneğini, becerisini her açıdan yeterli gören ve bu durumuyla da kendini motive eden zihniyet aslında devrimcileşmenin en basit verisi olan değişme ve değiştirebilme niteliğinden de yoksun olduğunun farkında değildir. Bu görünüm, devrimci arayışını yitirmiştir esasen. Darlaşmanın çeşitli biçimleriyle neden olduğu düşünsel kalıplaşma, önyargılara katı fikirliliğe ve insan zihnini prangalayan sınırlara karşı, devrimci tarzda ve amansızca mücadele edebilmenin esas yolu, yöntemi devrimci arayışta ısrardır, devrimcileşmede sürekliliktir. Darlaşmanın panzehiri de budur.
Devrimci arayışı ateşleyecek bilinç, algısal kavrayışın yeni bir niteliğe evrilmesiyle başlar. Örneğin karşılaşılan bir sorunla nasıl ilişkilenildiği, kişinin düşünsel niteliğine dair birçok veriyi de açığa çıkartabilmektedir. Genellikle öğrenilmiş, bilinen yol ve yöntemlere başvurulur ve çok özel bir çabanın gösterilmesine gerek duyulmadan ve adeta bir refleks biçiminde dışa vuran ve yapıcılık taşımayan yaklaşımlar, zincirleme biçimde sergilenir. Sorunu anlamaya çalışmak, anlayabilmek ve tüm önyargılardan azade biçimde yeni ve farklı bir pencereden bakabilmek gibi bir düşünce içinde olunmazsa zaten sorunun parçası haline gelinir ki bu da devrimci sorumluluğun yararlanması ve akamete uğraması demektir. Sorunu, sorunları çözmek gibi devrimci bir sorumluluğumuz söz konusudur. Çünkü her şeydeki devrimciliği daha ileri bir düzeye taşımanın yükü omuzlarımızdadır. Çünkü sorun/sorunlar, yürünen yoldaki engellerdir, güçlüklerdir ve aşılması da devrimciliğin zorunlu gereğidir. Bu yüzden sorunu anlama çabası devrimci arayış için önemli bir veridir. Bu çaba içinde olmak, insanın bilgi arayışında soluklanması demektir. Teoride nefeslenmeye, zihnini yeniden bu yaşam suyu ile canlandırmaya ve gerçek anlamda sorumluluk bilinciyle hareket etmeye yönelmenin yolu bu çabadan geçer. Biliyoruz ki hayat ve gerçekler çok ama çok ötesinde defalarca kez daha ayrıntılıdır, çeşitlidir ve değişkendir. O yüzden devrimci arayışa yani mevcut devrimci ölçülere yine devrimci temelde itiraz ederek daha üst bir niteliğe evrilme amacı edinilmek zorundadır. Devrimcileşmenin sürekliliği sorgulanmazsa zihinsel yaratıcılığı ve üretimi öldüren öğütücü alışkanlıklara, vazgeçilmez ezberlere, kalıplara, asla taviz verilmeyen keskin ve köşeli “doğrulara”, çizgileşmiş ama tortulaştığı için devrimci yaşam taşımayan doktrinciliğe ve teoriyi, bilgiyi küçümseyen yaklaşımlara karşı mücadele edebilme azmi, direnci, ısrarı ve kararlılığı da yaratılamaz. Bu düşünüşten ve mücadele kavrayışından yoksun her kişi, kendi gerçekliğine yenilmiş demektir.
Darlaşma, yetinmecilik ve zihinsel çölleşmenin türlü biçimleri devrimci arayışı ve devrimcileşmeyi gölgeler ve amaca giden yolu bulanıklaştırır. Arayışını yetinmeyen insan ise sadece yürünen andaki yolun durumunu değil yolun daha da ötesini öngörebilme bilinciyle bakar ve hareket eder. Yani yeni yaklaşımlarla, fikirlerle ve özne olabilmenin özgüveniyle her daim çözümler, çareler üretebilmenin dinamiklerini taşır. Oysa devrimcileşme arayışını bitirmiş bir insan kendi çaresizliğinde derinleşmeye mahkum olmuştur. O yüzden var olanla sınırlanmamak, yetinmemek için sık sık amaçları, hedefleri somutlayan teoriye, politikaya ve ideolojiye yönelecek zihinsel dünyamızı soluklandırmalı ve ufkumuzu yeni içeriklerle beslemeliyiz. Unutulmamalıdır ki düşünce yeteneğini öncelikli ve en büyük düşmanı zihinsel alışkanlıktır.
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 32. sayısından alınmıştır.