Açlık grevleri ve ölüm oruçları tutsakların iradi olarak artık bedenini açlığa yatırmaktan başka çarenin kalmadığı koşullarda, iradi olarak kendi kararlarıyla direnme eyleminin en zorlularından birisidir. Tarihte Roma imparatoru Tiberius dönemindeki cinayet ve işkencelere karşı, o dönemin ünlü avukatı Nerva’nın açlık grevine başlamasıyla bir karşı koyuş eylemi olarak tarihe geçen açlık grevleri ve ölüm oruçları, ülkemizde ve daha bir çok ülkede özellikle hapishanelerde bu mücadele biçiminin benimsenerek yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir.
Faşizmin baskı ve yaptırımlarının en açık ve en pervasız uygulandığı alanlardan biri olan hapishanelerde; özgürlükleri gasp edilmiş, her türlü haktan yoksun bırakılmış devrimci tutsakların direniş ve karşı koyuşları her dönem oldu ve olmaya da devam ediyor.
Hapishaneler, işkencehaneler egemen sınıfların baskı aracı olan devletin çıplak yüzünü en açık haliyle gösterdiği mekanlardır. Buralarda sınıf mücadelesi en acımasız şekilde kıyasıya sürer. Düşman tutsak düşenlerin iradesini kırmak ve teslim almak için her türlü yolu dener. Fiziki şiddetten, psikolojik şiddete insanlık onurunu hiçe sayan her türlü uygulama buralarda vardır. Sınıf kavgasının en açık sürdüğü bu alanlarda Türkiye Devrimci Hareketi’nin bileşenleri, devrimci tutsakların esası direnme ve düşman karşısında diz çökmeme tavrını sürdürmüştür. Bu direnişin en önemli simgelerinden olan komünist önder İbrahim Kaypakkaya sınıf düşmanları karşısında diz çökmeyerek, “ser verip sır vermeyerek“ 18 Mayıs 1973’de ölümsüzleşirken, yüzlerce devrimci, sosyalist ve komünist zindan direnişlerinde yaşamlarını kaybetmişler veya devletin faşist saldırılarında katledilmişlerdir.
Türkiye ve Türkiye Kürdistanı hapishanelerinde farklı sorun ve uygulamalara bir tepki olarak günümüze dek birçok açlık grevi ve ölüm orucu eylemi gerçekleşti. 1970’lerde küçük çaplı açlık grevleri direniş aracı olarak kullanıldı. 1982,1984, 1988’de Diyarbakır Hapishanesi’nde, 1984 yılında Metris Hapishanesi’nde, 1996’da birçok hapishanede ölüm orucu ve süresiz açlık grevlerinin yanında, 2000’de F Tipi tabutluklara karşı kitlesel ölüm orucu direnişleri gerçekleşmiştir. 12 Eylül 2012’de, AFC’nin yıldönümünde, PKK’li ve PJAK’lı tutsakların Kürtçe anadil hakları ve Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattıkları ve 600’den fazla tutsakla onlarca hapishaneye yayılan açlık grevi eylemi gerçekleştirilmiştir. Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesinin ardından eylem 68’inci günde sonlandırılmıştır.
İçinde bulunduğumuz bu süreçte ise;
“Talebim Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin son bulmasıdır” diyen DTK Eş Başkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven 7 Kasım itibariyle tutsak olarak başlattığı açlık grevini tahliye edilmesi sonrasında da dışarıda sürdürmeye devam etmektedir.
Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi eylemine destek amacıyla zindanlardaki 300’e yakın siyasi tutsak da 27 Kasım itibariyle açlık grevine başladı. Ayrıca Güven’e destek amacıyla aralarında HDP’li vekillerin de bulunduğu onlarca siyasetçi, 2-3-4 Aralık’ta İstanbul, Ankara ve Mersin’de, 7-8-9 Aralık’ta ise Muş, Şırnak ve Mardin’de açlık grevi eylemi gerçekleştirdiler.
Faşist AKP hükümetinin baskıcı politikalarına karşı 17 Aralık’tan bu yana Strasbourg’da süren, süresiz-dönüşümsüz açlık grevi direnişi, Toronto, Şengal, Nürnberg ve onlarca kentteki destekle devam etmektedir. Bunun yanında Avrupa ve dünyanın birçok ülkesi ve kentinde dayanışma eylemleri, yürüyüşler, mitingler düzenlenmeye devam ediliyor.
Kürt Ulusal Hareketi’nin önderlerinden Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle dünyanın birçok merkezinde devam eden açlık grevi eylemleri kritik eşiği aşmış durumda. Ancak İmralı’daki tecrit işkencesini denetlemekle görevli olan CPT’nin ve emperyalist Avrupa Birliği’nin sessizliği sürüyor. Kürt ulusunun direniş ve talepleri emperyalist devletler ve uşaklarınca görmezden gelinmeye devam ediliyor.
1982’den beri farklı kesitlerde, farklı talepler temelinde gerçekleşen açlık grevleri ve ölüm oruçları direnişlerine baktığımızda; hapishanelerdeki baskıcı uygulamalardan kaynaklı (işkence, sürgün, tek tip kıyafet, F tipi dayatması vb.) kişinin onurunu korumaya yönelik bir irade beyanı ya da dışarıda yaşanan toplumsal gelişmelere ve sürece müdahale, mücadelenin tıkanma ve ivme kaybetmesi anlarında hapishanelerden bir dayanışma ve sesizliğe karşı mücadele çağrısı olarak gerçekleşmektedir. Bu eylemlerin hedefi her ne kadar devletin hapishanelerde uyguladığı tecrit, hak gaspları ve işkenceye karşı yöneltilse de, esasında devrimci demokrat kesimlere ve ezilen halklara yönelik bir moral, sorumluluk ve mücadeleyi yükseltme çağrısıdır.
Bu nedenle Leyla Güven’in 7 Kasım 2018’de başlatarak sürdürdüğü ve diğer politik tutsakların dahil olduğu açlık grevi ve Avrupa’da süren dayanışma grevleri ve eylemlerinin sonuç alıcılığı, taleplerin kamuoyunda gündemleştirilmesi, mücadele konusu yapılması ve kitlesel şekilde sahiplenilmesi oranında gerçekleşecektir.
Faşizme geri adım attırmanın mücadele ve direnmekten geçtiği bilinciyle haklı ve meşru taleplerin savunucusu olmalıyız. Bu mücadelelerle dayanışma tutumundan geri adım atmamalıyız.
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 28 Şubat tarihli 30. sayısından alınmıştır.