Munzur dünyanın üstüne oturmuş ayrı bir dünya gibidir. Ağır ve heybetli. Çoğu zaman başı dumanlıdır. Bazen savrulan bulutların yerini yıldızlar alır. Top top, dönen bir boranda esen yıldızlar. Güneş, uzun gecelerden sonra Munzur’un böğründen kıpkızıl bir ateş harmanı gibi çıkar. Munzur, geceleri daha da büyür.
1993 senesi, günlerden 21 Ocak… Pülümür yakınlarındaki kışlık barınma, üslenme ve eğitim kampında yaşam normal akışında sürerken Yel Dağı’nın eteklerinde kümelenmiş karartılar kavganın yeni zorluklara gebe olduğunun haberini veriyor. Düşman binlerce kişiyle kuşatmış Partizanları, onlarınsa önlerinde iki seçenek var: Ya düşman çemberinde imha olmak ya da Munzurları aşıp diğer kamplara ulaşmak… Karar veriliyor; komutan, yoldaşlarına sesleniyor: “Yoldaşlar… Tepedekiler düşmandır. Birkaç hakim noktaya çıkarma yapmışlar. Anlaşılan yarın düğün var. Herkes önemli dokümanlarını alsın. Ayrıca herkes olabildiğince kalın giyinsin ve kesinlikle yün çoraplarını yanına alsın.” Partizanlar verilen talimatlar doğrultusunda hazırlanıyorlar ve bölünerek belirledikleri noktalara konumlanıyorlar. 22 Ocak’a eviriliyor gün. Kıyasıya bir çatışma ve direniş. Partizanlar mevzilerine düşmanı yaklaştırmayarak geri çekiliyorlar. Bunun ardından geliyor o uzun, fedakârlık ve özveriyle dolu ile altı onur abidesini aramızdan alan görkemli yürüyüş.
Yaşamın en ince ayrıntısında yaşanır bazen en büyük kahramanlıklar. İlmek ilmek örülür her adımda. Her adım geleceğe bırakılan ayak izleridir. İşte bu bilinç ve kararlılık yürütür Partizanları. Göç dizilir dağlara. Birlik ağır ağır yürüyor. Kış tüm acımasızlığıyla meydan okuyor. Yoğun karların örtemediği Yel Dağı’nın kayaları, dostsuz ve yalnız kalan tek tük ardıç ağaçları, ıslık çalan keklikler, gökyüzü her şey ama her şey başlayacak kavganın tanığı olmak için sabırsızlanıyor. Zaman yavaş yavaş ilerliyor, gecenin ilerleyen saatleri acımasızlığı da ecelin pençesini de yanında taşıyor. İpi ilk Zeki Peker (Hamza) göğüslüyor bu uzun yürüyüşte. “Yoldaşlar bırakın beni, benim kavgam buraya kadar, benden yoldaşlara ve kavgamıza selam söyleyin” diyen Hamza’nın bitkin sesine karşılık yoldaşları son nefesine kadar onu taşımakta inat ediyorlar. “Yoldaşlar bana harcadığınız her dakika yeni bir yoldaşın ölümüdür, beni bırakın” diyor ve bırakıyor kendini yoldaş kollarına! Yüreklere saplanıyor yoldaş acısı ve sloganlar çınlatıyor kayalıkları. Yoldaşın naaşı dağlara bırakılarak devam ediliyor görkemli kavgaya. Çok geçmiyor, göç katarını ölüm ikinci kez yakalıyor Ali Ekber Batasul ile. Dili donduğundan gözleriyle veriyor mesajını. Ölüm acele etmese kim bilir neler söyleyecekti o gözler. O söyleyemese de yürekler tamamlıyor son sözleri. Dağın zirvesindeki yalçın kayalıklar yoldaş mezarı oluyor ancak durmak yok, yola devam ediliyor her şeye karşın. Gün 23 Ocak, saatler 15:00’i gösteriyor. Bu defa dağların ufak tefek derviş kılıklı doktoru Ali Demirdağ, kod adı ile Hüseyin artık yürüyemeyecek duruma geliyor, ayakları donmuş. Söz konusu durumu karda donmayı, kavgasından ayrılmayı kabullenemiyor ve sitem ediyor böyle ölüme. Öyle yalın, öyle duru, öyle içli, her şeyi iliklerine kadar yaşayan biri, dağların doktoru esip geçiyor bir seher yeli misali. Ve değerler bırakarak geride, aynı geldiği günün heyecanı ve coşkusu ile kendi gözündeki özgürlük sembolü olan dağ keçisinin başı dik kaygısız yükseklerde gezinmesini ilk kez imrenerek izlemiş olduğu Yel Dağı gediğinden çıkıp gidiyor bir zemheri sabahı… Olağanüstü çabaların büyük ürünüydü bu yürüyüş. Yoldaşlık motifleştiriyordu bu ölüm kalım mücadelesini. Bu yolculuk, bu yaşam mücadelesi, yaşanan onca acı, düğüne gider gibi halk için ölüme koşmanın yürekliliği figürleştiriyordu kavganın bu kesitini. Yaşamı içten, doğal ve özveriyle paylaşan Partizanlar şimdi de ölümü paylaşmanın gereklerini yaşıyordu. Hedeflenen köye ulaşmaya çok az kalmıştı. Artık tamamdı, yol buraya kadar. Köy halkı seferber oluyor, doğaya karşı amansız bir savaştan çıkan Partizanlar için. Ama bu sırada gelen peş peşe üç ölüm, hançerini saplıyor gerillanın ve köy halkının yüreğine. Bu uzun yolculuğun ardından devrimin kızıl gülü, Alp’lerden Munzur’a enternasyonal yolculuğun adı: Barbara Anna Kistler (Kinem), zulme karşı dağları mesken eyleyen Erkan Fener (Ali Ekber) ve Dersim dağlarının yiğit savaşçısı Ali İhsan Yalçın (Bahtiyar) şehit düşüyor bu zorlu kavgada. Bu uzun yürüyüş destanını yaratan Yel Dağı Şehitleri’nin kavgaları tarihleşirken, isimleri kimlikleşti geride kalanlara… Şimdi geride kalanlar sizsiz ama mutlaka güzel bir günün şafağında, kavganın göbeğinde kızıl alevler arasında, düşmana inat bir gelenekten özlemini duyduğunuz o güzel günü yaratmak için savaşıyorlar…
(Bir Partizan)