AKP tarafından “şovenizm”, “hamaset”, “işgal hevesi” gibi konuların, seçim öncesi gündeme getirilmesini seçim sonuçlarına etki etmekle sınırlı düşünen bir yaklaşım söz konusudur. Bu yaklaşım esasta doğru değildir. Zira Suriye politikası ya da Kürt meselesi, seçim tabelasının malzemesi olamayacak kadar, hatta egemen sınıf kliklerinin mücadelesinin mezesi olamayacak kadar önemlidir egemen sınıflar için. Ancak bu meseleleri en iyi hangi kliğin, egemen sınıfların çıkarı lehine yöneteceğine dair bir yarış ve mücadele de söz konusudur. Bu anlamda evet seçimlerde bu konular esasa dokunmadan seçimlerin argümanı olmaktadır. Rekabetin ve mücadelenin konusu olarak kullanılmaktadır. Fakat yönelimin kendisi hiçbir şekilde egemen sınıf klikleri tarafından masaya yatırılmamaktadır. Zira sorun, bu kesimler tarafından devlet politikası, devletin bekası eksenine oturmaktadır. Tartışmalara yakında bakıldığı zaman, Türk devlet yapısının özellikleri ve tarihsel karakteri kavrandığı noktada önemli stratejik hamlelerin hükümet ve siyasi partiler meselesini aştığı görülecektir. Egemen sınıfların hepsi bu konuda “Milli meselede taviz vermeyiz, destek veririz” söylemiyle kararlılıklarını ifade edip, konum alırlar. Bu birçok “işgal fezlekesinde”, “Kürt hareketinin tasfiyesi meselesinde”, “dokunulmazlıkların kaldırılmasında” vs net bir şekilde görülmüştür.
Yani Tayyip ve AKP kliğinin Rojava’yı işgal tehdidi basit bir seçim materyali değildir. Bu sorunu bir gelecek sorunu olarak gören yaklaşımın sonucudur. Bu anlamda Rojava’ya yönelik yaklaşım, tehdit ve saldırgan yaklaşım bir dizi politik gelişmeyi belirleyecek, ona yön verecek kadar ağır ve önemlidir. Seçimlerin ise bugünden bakıldığı zaman süreci etkileyecek, yeni dengeler oluşturacak bir niteliği kabiliyeti söz konusu görülmemektedir.
Bir süredir ülke gündemi seçimden daha çok ABD’nin Suriye’den çekilme kararı üzerinden şekilleniyor. ABD’nin ne yapmaya çalıştığı, amacının ne olduğu, bu kararın ne anlama geldiği ve gerçekte neyi ifade ettiğine dair oldukça yoğun bir tartışma yürümektedir. Tablo ise her geçen gün daha fazla netleşmektedir. Türk hakim sınıflarının Fırat’ın doğusuna yani Rojava’ya yönelik tehditlerinin artık ABD’nin bu alanda nihai dengeleri bulma çabasına karşı, en ileri düzeyde kazanım elde etmeyi içerdiği anlaşılmıştır. ABD emperyalizmi çekilme diye kodladığı taktik değişimini yaklaşık 1 yıllık süreç boyunca tartışmış ve nihayetinde bir biçim vermeyi başarmıştır. ABD’nin bölgeden çekilme diye bir planının olmadığı açıktır. Böyle bir söyleme inanmak için hiçbir gerekçe olmadığı gibi onun çekilmesine neden olacak onu zorlayacak bir gelişme de söz konusu olmamıştır. Tam tersine ABD Suriye’de siyasal ve ekonomik etkisiniş güçlendirmek için daha güçlü var olmak zorundadır. Bugün bunun gerçekleşmesi, ABD’nin ittifak güçleri arasındaki ilişkilerinin daha sağlam, daha güçlü ve çerçevelenmiş olmasını zorunlu kılmaktadır. Rusya ile bölgede daha iyi mücadele yürütmesi, İran’a yönelik hamlelerini daha etkin örgütlemesi ve bir bütün bölgeyi dizayn etmesi için bu gereklidir.
FIRAT’IN DOĞUSU VE ÇEKİLME “CÜLUS’U”
Suriye’de Esat rejiminin “şimdilik” kalıcılığına dair bir ortaklaşmanın oluştuğu, bu temelde yeni dengelerin nasıl kurulacağının tartışıldığı koşullarda ABD bir yandan Rusya’nın etkin olduğu Fırat’ın batısını biraz daha sorunlu alan haline getirirken, kendi etkin olduğu doğu tarafını ise bir dengeye ya da “statüye” kavuşturmak istiyor. Bu noktada Türk devletinin Kürt düşmanlığı yönelimi ve hala sahada avantajlar elde etme hevesi bu sürecin uzaması anlamına gelmektedir. TC, aynı zamanda Rojava’ya yönelik düşmanca tutumu ile Kürtleri olabildiğince zayıflatmak, bölgede birlikte hareket etme koşulları oluşursa siyasal köle haline getirerek yürümek istemektedir. Tam da bu süreçte yeniden “Kürtler bizim kardeşimiz. Onlarla sorunumuz yok, terörle sorunumuz var” söylemi Kürt ulusunun örgütsüz, iradesiz bir topluluk olarak ‘kabulleri’ olduğunu ama siyasi hak talep ettiği noktada (buna terörizm diyorlar) siyasal köleliği dayatacaklarının işaretini veriyorlar. Kürtlere yönelik tüm saldırılarının amacı bunun sağlanmasıdır. Bu imkansızın istenmesidir kuşkusuz. Ancak TC imkansızdan çok Kürt hareketiyle masaya oturduğu noktada iradesi kırılmış bir Kürt hareketi görmek istemektedir. Uzun süredir ABD ile birlikte örgütlediğide budur. Ki bu noktada yer yer ABD ile karşı karşıya gelerek bunu örgütlemişlerdir.
Gelinen aşama artık bölgede gerekli düzenlemeler ve bunun bir savaşı içermeden gerçekleşmesine odaklanılmaktadır. Trump çekilme sonrası planını 14 Ocak’ta ifade etmişti. “Türkler Kürtlere saldırmamalıdır, aksi halde ekonomik olarak mahvolur. Kürtler de Türkleri tahrik etmemelidir. Ve sınırda 32 km’lik bir tambon bölge Türkler için oluşturulmalıdır.” 8 Ocak’ta Türkiye’ye gelen ABD üst düzey heyeti, gündeminin Fırat’ın doğusu için oluşacak statünün (kime ne verilecekse) “prosüdürü, garantisi ve sözleşmesini” oluşturmak olduğunu heyet başkanı Jhon Bolton açık şekilde ifade etmiştir. Trump ise biraz tehdit biraz da rüşvetle süreci hızlandırmaya çalışmıştır. Bu durum Kürt kazanımlarının tırpanlanması anlamına gelmektedir. Türk faşist saldırganlığını Rojava topraklarının bir kısmının işgal edilmesi sağlanarak, Türk devletinin Kürtlere saldırması engellenmiş olmayacaktır. Zira sorun saldırmanın ötesinde Türk ve Kürtler arasında ABD’nin bölge politikasına zarar vermeyecek yeni dengelerin kurulmasıdır. Türk devleti bu sınırdan içeri 32 kilometre girmeye Mevlüt Çavuşoğlu ağzından hızla yanıt vermiştir. “Bu bizim Obama dönemindeki önerimizdi. O zaman kabul edilmemişti. Şimdi kabul edilmesi bizi memnun etti”. Bu tavır TC’nin tava gelmek zorunda kaldığına işaret etmektedir. Kürt hareketi ise gelişmelerden memnun değildir. Bu bağlamda Rusya ve Suriye rejimi ile hızla Menbiç üzerinden ilişki geliştirmiş ve TC’nin bu alana dair planını boşa düşürmüştür. Aynı zamanda, istemediği bir planlamaya kolay boyun eğmeyeceğinin de mesajını vermiştir.
Tam da bu süreç ve gelişmeler olurken TC sessiz sedasız bir hamle yapmıştır. Uzun süredir ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen Abdullah Öcalan ile ailesi 12 Ocak’ta bir görüşme yapmıştır. Afrin işgali döneminde de bizzat Cemil Bayık türk devletinin Afrin için Abdullah Öcalan’la görüşme yaptığını açıklamıştı. Şimdi ABD’nin kurallarını daha katı şekilde koyduğu Fırat’ın doğusu gündemdedir ve TC kamuoyuna ilan edecek şekilde Abdullah Öcalan ile görüşme olanağını açmıştır. Abdullah Öcalan’ın Türk devleti ile Kürt hareketi arasındaki barış ve uzlaşma sürecinde kilit hatta belirleyici sayılacak bir rol üstlendiği anımsanmalıdır. A. Öcalan’la görüşme olanağının sağlanmasının bu bağlamda da bir anlamı olup olmadığını anlamak için daha fazla veriye ve zamana ihtiyaç vardır.
ABD, Fırat’ın doğusunu şimdi tahkim etmekte ve bir düzenlemeye tabi tutmaktadır. Bunun bir pazarlık ve bir süreç olduğu açıktır. Bu noktada kartların yeniden karılmasına neden olacak, bir önceki tüm dengelerin ve ilişkilerin yeni bir arayışı içereceği görülmektedir. Rusya-Suriye-İran ile Türk devletinin, Türk devleti ve Kürtlerin, Kürtler ve Rusya-Suriye ilişkisi en başta olmak üzere Suriye’de bir denge arayışının tüm verileri söz konusudur. Sonuç olarak TC’nin Rusya üzerinden Avrasya bloğuna mı kayıyor tartışmasından sonra karşımıza ABD adına bölgede daha güçlü iş tutmak için didinen ve ABD’ye her yönüyle daha fazla bağımlı hale gelmiş bir TC gerçekliği çıkmaya başlamıştır. Ancak bölgede dengelerin bu çatışma ve savaş ikliminde öyle kolay kurulabilir olmadığı görülmelidir. Suriye’de çözüm denilen şey bir süreç boyunca geçicidir. Çözüm, emperyalistlerin daha güçlü hamle yapmak için durmaksızın çalıştığı, amaçlarının gerçekleşmesi için koşulları hazırladığı ve çatışma ve savaş ikliminin en fazla durgunlaşması şeklinde yaşanacaktır. Türk hakim sınıfları ise son gelişmelerle daha anlaşılır olmuştur ki bölgede oyun kurucu değil en fazla oyunun gecikmesini, uzamasını sağlayan bir faktördür. Bunun ötesinde kendine biçmesi, onun gerçekliğini değiştirmemektedir. Gelişmeler onun politik krizinin daha fazla derinleşmesinin kaçınılmaz olduğu, kazanım olarak Suriye’de elde ettiği her şeyin emperyalist güçlerin insafında ve inisiyatifinde olduğunu daha berrak bir biçimde göstermektedir.