İbrahim, oturmuş evin bir kenarına harıl harıl elindeki kâğıtları düzenliyordu. Bu kâğıtlar, onun düşüncelerini, ardıllarının sonraki yıllarda ışığında yürüyeceği yol güzergâhını belirleyecekti. Başını kaldırdı kâğıtlardan, yan tarafında elinde daktilosu, heyecanla gelecek cümleyi bekleyen yoldaşına baktı. Uykusuzluktan gözlerinin altı hafif kararmış, daktiloya eğilmekten hafif kamburlaşmıştı yoldaşın… Yine de yüzünden eksilmeyen gülümsemesi ile hayat dolu idi bakışları, Proletarya Partisi’nin üzerinden yeşereceği tohumu toprağa ektiğinin bilincindeydi. Daktilo sesleri tüm odayı dolduruyor, Proletarya Partisi’nin tezlerini ilk daktilo yazımına geçiriyordu Meral yoldaş. Yaşama dair en güçlü kelime; mücadele. Yaşam lügatının en değerli sözcüğüdür mücadele. Hele de bu sözcük, tarihin yaratıcılarından olan ama görülmeyen, yok sayılan kadın ile bir tanımlama oluşturuyorsa… Sırtında hep en az iki kambur taşımak zorunda olan kadın, emekçiliği ile yaşamı yeniden inşa ederken (kimse fark etmeden, kendisi dahi) hep yaşamının bir kısmı eksiktir. Eksik bırakılmıştır. insan için “en güvenli yer” olarak bilinen ailede, evde başlar bu eksik bırakılmışlık… Kadın olmak, kadın doğmaktır buna sebep. Dünyanın pisliğini temizleyip, ardından sefasını sürmek değil cefasını çekmektir kadına düşen. Kadın için bir zindan olan ev ve zincir misali boynuna sarılan “toplumsal rolü”, kadını, toplumdan, sokaktan, yaşamdan koparır. Ezenlerin sömürü çarkının arasında ezilmeye zorlanır. Görünmediği, görülmek istenmediği için çığlığı da duyulmaz. Kadın için artık yardım isteme zamanı değil, görünmeyen ellerini fark edip, dünyayı bahar mevsimine çevirecek o güçlü elleri ile çarkı parçalama zamanı gelmiştir. Mücadele etme zamanı gelmiştir. Zindanını yıkar önce, zincirlerini tek tek kırar.
Proletarya Partisi’nin ilk toprağa düşen kadın şehidi olan Meral (Yakar), gençliğin devrimci hareketinden etkilenerek yer aldığı mücadele güzergâhında Proletarya Partisi’nin yolunu seçer. ‘68 kuşağının kadın militanlarından olur. İbrahim Kaypakkaya, Ahmet Muharrem Çiçek ile birlikte PDA’dan ayrılarak Proletarya Partisi’nin inşasında yer aldı. Her ne kadar eline kalem alıp, bu tarihi yazma çabası gösterenler Meral’i daha çok daktilo yazarak “el emeği göz nuru” ile partiye katkıda bulunduğunu söyleseler de…
‘68 kuşağı ve sonraki dönemlerde gelişen devrimci hareketin içinde sayılı devrimci kadınlardan biri olan Meral yoldaş, Ahmet Muharrem Çiçek ile birlikte İstanbul’daki gecekondu mahallelerinden biri olan Gülsuyu’nun kurulmasında aktif rol oynar. “Daktilosu olmadan”, elleri ile kürek kürek umut inşa eden Meral yoldaş, birlikte aynı evde kaldığı bir yoldaşı tarafından yanlışlıkla vurulur. Acısı çok olsa da temkinlidir Meral, der ki yoldaşına, “beni yolda buldun, senden yardım istedim sen bana yardım ettin!” Ama yoldaşı, Meral’i vurmanın suçluluğu içindedir ve bu uyarıyı dikkate almaz. Taksi arar, taksi bulamaz; çünkü evleri semtin en sapa köşesindedir. Bir dolmuş çevirir ve Meral’i hastaneye götürür. Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne giderler. Meral’i hastaneye getiren yoldaştan şüphelenen ve Meral’i tanıyan düşman, bir kovalamacanın ardından onu yakalar ve gözaltına alarak işkencehaneye yollar. Meral’in ağır yaralı olmasını fırsat bilen düşman, onu işkenceli sorguya alır. Ama nafile… Onlar “ser verip sır vermeme” geleneğinin yaratıcısı olacaklardır. Meral yoldaş, işkenceli sorgu ve kasti bakımsızlık sonucu Proletarya Partisi’nin ilk kadın şehidi olarak ölümsüzlüğe uğurlanır.
Aynı anda irkilir birden İbrahim, kömdeki ateşi çevreleyen yoldaşlarına bakar. İbrahim’in tedirginliğini fark eden Ali Haydar, “Ne oldu?” diye sorar. “Bir an İstanbul’daki yoldaşları düşündüm” der İbrahim… Ali Haydar, gülümseyip kitabına döner. Biraz sonra nöbet sırası kendisine gelir. Dışarı çıkar ve gözlerini Ocak karı ile üzerini örten Vartinik etrafında gezdirir. Gözlerine kar taneleri düşer, kirpiklerine takılı kalır Ali Haydar’ın… Düşünür kar tanelerini, “bir kar tanesi düşer, yuvarlanır tepeden aşağıya… Giderek büyür, büyür, sonra kocaman bir çığ oluverir. Şimdi kirpiklerime değince parçalanan bu kar, yıkar geçer önüne geleni!” Doğduğu toprakları tapınırcasına sever Ali Haydar yoldaş. Toprağı kanlı, havası öç alma duygusu kokan ve görkemiyle düşmanını kavgaya çağıran Dersim’in bir yiğididir o da. Bilir kışın ne çetin bir savaş olduğunu bu coğrafyada, hele de yoksullar için, kendi ailesi için. Henüz Meral yoldaşın şehit düştüğünü öğrenmemişlerdir. Takvim yaprakları iki kez daha koparılır. 24 Ocak günü, kömdedirler. Düşmanın azılı köpeği Fehmi Altınbilek, uzun süredir köylülere işkence ederek, İbrahimleri aramaktadır. Vartinik’i çepeçevre sarar, köyleri basar ve kömün yerini öğrenirler. Kömün nöbetçisi sarıldıklarını geç fark eder. Proletarya Partisi’nin ilk komutanı, Ali Haydar yoldaş, grubun tek silahı olan kırmayı eline alır ve başlar düşmanın üzerine kurşun atmaya. Cesaret, onda cisme dönüşür; aynı anda bir kar tanesi düşer dağların tepesinden ve yuvarlanır aşağı doğru, büyür, büyür! Çatışma devam ederken, bir acı yere yığar Ali Haydar’ı. İbrahim, komutanına bakar, “Haydar” diye seslenir. Ali Haydar yoldaş, istese de sesini çıkaramaz. Bir inilti yerleşir dudaklarının kenarına. İbrahim de vurulur biraz sonra. Yoldaşının az ilerisine düşüverir. Düşman ağzında salyalarını akıta akıta gelir köme. İbrahim’i aramaktadır en çok. Ali Haydar yoldaşı İbrahim sanır. Henüz yaşıyor olan Ali Haydar’ı jipin arkasına bağlayıp, sürükleyerek katleder. İbrahim’in başına gelen Fehmi köpeği, ayağı ile itekler onu ve öldüğünü zannedip, “kurtlara yem olması” için orada bırakır.
Partinin iki cevheri, Meral ve Ali Haydar yoldaş ölümsüzleştikleri Ocak ayını, kinin bilendiği bir ay olarak tarihe geçirirler. Ocak; şehitleri anmak, kavgada çoğaltmaktır. Düşman sanır ki, biz tek tek vurularak yok oluruz. Düşman sanır ki, her birimiz şehit düştüğümüzde geride kalanlarımızın kavgası azalır. Ama Ali Haydar’dan Mercan’da şehit düşen altı yoldaşımıza kadar gördük ki savaşmak, şehit vermek bizi yok etmedi, kavgamızı azaltmadı. Ocak ayı, tarihimizde farklı bir yere sahiptir. 46 yıllık geleneğimizi canları-kanları pahasına yaratan şehitlerimizi sahiplenme zamanıdır. Ocak ayının son haftasının anlamı bizde budur. Ancak şehitlerimizi sahiplenmek, onları mezar başlarında anmanın ötesinde bir sorumluluktur. Meral’i anmak, tıpkı Ayfer’i, Nergis’i, Dilek’i, Çiğdem’i, Mehtap’ı, Beşler’i, Hatayi’yi, Gamze’yi, Esrin’i, Gül’ü, Çiğdem’i anmak gibi kadının zincirlerinden kurtulma mücadelesini büyütmek, emekçi kadının mücadelesinde Proletarya Partisi’nin rengini taşımak, kadının kurtuluşunun savaşmaktan geçtiğini anlamak ve anlatmaktır. Ali Haydar’ı anmak, tıpkı Raci’yi, Polat’ı, Zülfikar’ı, Aşkın’ı, Ferdi’yi, On ikileri, Mercan Şehitleri’ni, Geyiksuyu Şehitleri’ni anmak gibi savaşı büyütmek, işçi ve emekçi halkın ekmek, adalet, özgürlük arayışının her daim yanında ve politik öncüsü olmak, Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşa karşı durmaktır. Ocak ayında şehitlerimizi anmak, onların kavgasını büyütmekle anlamlı olur. Yaşadığımız coğrafyada, kentimizde, köyümüzde, mahallemizde, fabrikamızda, tarlamızda, atölyemizde, evimizde devrimci olabilmektir. Halkımızı, komşumuzu, ailemizi, arkadaşımızı ve hatta yoldaşımızı ve kendimizi devrim umuduyla aşılamaktır