Stalin’in ölümünün üzerinden 65 yıl geçmesine rağmen, ismi anti-komünizmin merkezinde olmaya devam ediyor. Burjuva tarihçiler ve siyasal güçleri, kendisini “on milyonlarca insanı öldürdüğü için”, “diktatör” ve “eli kanlı tiran” olarak karalamaya devam ediyorlar. Anti-komünistler neden hala saldırılarını Stalin üzerinden yürütmekteler ve iddialarının temel kaynakları nelerdir?
Kapitalizmin savunucularının, komünizmi korkunç birşey olarak sunmaya ihtiyaçları vardır! Bundan dolayı, emperyalizmin ve kapitalizmin yıkıcılığını gizlemenin dışında, komünizmin “kötülüklerinin” özeti olarak sunacakları bir “Öcüye” ihtiyaç duyuyorlar. Stalin, en büyük yengilerin olduğu süreçte ve sonrasında da kapitalizm için en büyük tehdit olunduğu dönemde SSCB’nin ve uluslararası komünist hareketin lideriydi. Bunun içindir ki doğal olarak her durumda hedef alınmaktadır.
En az iki neden daha bulunmaktadır. Birincisi, 1928 yılından öldürüldüğü 1940 yılına kadar yazdığı dönem boyunca, Stalin hakkında yalan söyleyen Troçki’dir. 1929 yılında ve sonrasında Troçki’nin yazıları, Stalin ve SSCB aleyhindeki yalan ve karalamaların temel kaynağıdır. İkincisi de Nikita Kruşçev’dur. 25 Şubat 1956 yılındaki 20. SBKP Kongresi’ndeki “Gizli konuşma”, uluslararası komünist hareket için tam anlamıyla büyük bir yara; dünyadaki anti-komünistler için paha biçilmez bir hediyedir!
Partinin 1961’deki 22. Kongresi’nden sonraki süreçte Kruşçev ve işbirlikçilerinin Stalin’e, daha fazla yalanla, daha azgınca saldırdıkları dönemde, Kruşçev ve SBKP, Stalin’e saldıran ve yalanlar üreten yüzlerce kitabın basılmasını desteklediler. Aynı zamanda, 26 Haziran 1953 yılında Kruşçev’in organize ettiği cinayetle öldürülen Lavrenti Beria’ya karşı, Kruşçev himayesinde, yalan ve saldırı içerikli yüzlerce kitap ve makale yayınlandı. Beria, Sovyetler tarihinde Stalin kadar öne çıkmış bir kişi değildi. Kruşçev ve işbirlikçileri, Beria’yı Stalin’den fazla olmasa da en az onun kadar karaladılar. Stalin’e daha yakın olan -Molotov, Balenkov, Kakanoviç- gibiler de Stalin’e karşı yapılan gözü dönmüş saldırılarda ve Beria cinayetinde Kruşçev’i desteklediler.
Kruşçev’in, anti-Stalinist saldırı kampanyasının ilk sonucu -Sosyalist Blok dışında- enternasyonal düzeyde komünist parti üyelerinin yarısının partilerini terk etmesi oldu. Bunlardan bir kısmı tam karşıt yola girerek Troçkist partilere üye oldu. Kruşçev’in Stalin ve Sovyet tarihine yönelik yalanlarına ilişkin, çok az kişinin gerçekten yalan olduğunu fark etmesidir. Hatırlanması gereken gerçeklerin hatırlanmamasıdır. Kruşçev’in hiç bir kanıt ortaya koyamadığı durumda, kimse yalan olduklarını kanıtlayamıyordu. Ne Kruşçev ne de ardılları arşivlerde ki temel belgelere ulaşım izni -partinin tarihçilerine dahi- vermiyorlardı.
Kruşçev’in ve yüzlerce katibinin yalanları, batının anti-komünistlerince hayranlıkla karşılanarak, anti-komünist yazar ve “akademisyenlerin” anti-Stalinist yalanlarının temel kaynağı olarak sunuldu ve bugün dahi bu devam etmektedir. Kruşçev döneminden olan Sovyetlere ait anti-komünist eserler batıda yayınlanarak, kapitalistler tarafından geniş bir mecraya ulaştırıldılar. Bu yazarlar arasında, Aleksander Solzenitsin, Roi Medvedev ve Aleksander Nekrits’de bulunmaktadır.
Batılı “Uzmanların” SSCB’ye ilişkin eserlerinin çoğunluğu, Kruşçev döneminin yalanlarına dayanmaktadır. Robert Konkuest’in eserleri ve Stiven Koen’in “Buharin Biyografisi” bunların içinden en önemlileridir. Brejnev ve ardılları olan, Antropov ve Çernienko dönemlerinde anti-Stalinist eser ve makaleler ortadan kayboldu. Brejnev ve diğer Sovyet liderler, Kruşçev tarafından yayınlanan eserlerin Sovyetler Birliği’ne ve uluslararası komünist harekette yarattığı zararı gördüler. Kruşçev sonrası liderlerin, Kruşçev’in Stalin ve Stalin dönemine ilişkin yalanlarını hiçbir zaman inkar etmediklerini de not düşmemiz önemlidir. Yapabilirlerdi. Hem kendileri hem de araştırmacılarının kanıt niteliğinde ki belgelere ve bütün arşiv bilgilerine ulaşma imkanları vardı. Kruşçev’in yalan söylediğini muhakkak biliyorlardı. Ancak, bu yalanlardan hiçbirini reddetmediler.
Burada bir soru ortaya çıkıyor: Kruşçev yaptıklarını neden yaptı? Nedenlerin arasında elbette, Kruşçev’in ve parti önderliğinin komünizm fikrinden uzaklaşması bulunmaktadır. Ekonomik, askeri ve siyaseten güçlü bir SSCB istiyorlardı. Ancak, SSCB’nin gerçek bir komünist topluma adımlamasını istemiyorlardı. Stalin istiyordu! Sonraki aşama olan sosyalist inşaadan komünizme geçiş, partinin 1952 yılındaki 19. Kongresi’nin konusuydu. SSCB tarihinde kongre belgelerinin yayınlanmadığı tek kongredir. Sovyetler Birliği’nin demokratikleşmesine yönelik başarısız girişimler, Stalin’in parti perspektifini oluşturması noktasında söylenebilecek çok şey var fakat bu röportaj kapsamında analiz edilmesi mümkün değil.
Mihail Gorbaçov’un SBKP Genel Sekreteri olmasından bir yıl sonra, Kruşçev’un 1962-64 döneminde yaptığı kampanyayı daha yumuşak dedirtecek düzeyde Stalin ve genel olarak Sovyet tarihine karşı karalama kampanyası başlattı! Stalin’e saldıran, Stalin SSCB dönemini feci katliamlar dönemi ve Stalin’i katliamların başı olarak gösteren yüzlerce kitap ve binlerce makale yazıldı. Gene kanıtları olmayan, sadece Kruşçev dönemine ait yalanların tekrarına ve yeni yalanlara dayanıyordu. Bu anti-Stalinist, anti-komünist saldırı, ideolojik olarak SSCB’nin kapitalist geriye dönüşü için yol açılmasına yardım etti. Proletarya enternasyonalizmini terk ettikten sonra, çok milliyetli, çok cinsli bir SSCB’ye neden ihtiyaç duyasın ki?
Kruşçev ve Gorbaçov döneminin, Stalin ve Stalin dönemine ilişkin yalanları, bütün dünyada ki anti-komünist propagandanın temel kaynağıdır. Komünizmin karalanması için anti-komünist ve kapitalistler için çok faydalı yalanlardır. O kadar faydalı bilgiler ki, Sovyet tarihçisi birinin iş bulabilmesi Kruşçev ve Gorbaçov döneminin yalanlarını gerçek kabul etmedikçe olanaksızdır. Örneğin, Sovyet tarihi araştırmacısı bütün akademisyenlerin Kruşçev’in yalancı olduğunu bilmesine rağmen, Kruşçev’in “Gizli konuşmasında” yalan söylediğini ifade etmek yasaktır. Kruşçev ve işbirlikçilerinin, Gorbaçov ve işbirlikçilerinin söylediği gibi yalanlarını kabul etmek, üç kuşak “Akademisyenlerce” yaratılan anti-komünist tarihi alt üst etmek anlamına gelmektedir. Bu yasaktır. Bu yalanlar, anti-komünistlerin, kapitalistlerin terk edemeyeceği kadar faydalıydı ve faydalı olmaya da devam etmektedir.
Tabii, Troçki de yalanlar söyledi. Kruşçev’in “Gizli konuşmasına” kadar çok az kişi ona değer verdi. Kendisinin ve taraftarlarının iddia ettiği gibi, o zamana kadar, kendisi “Peygamber” ve “tek gerçek komünistti” Troçkizm, anti-Stalinist ve anti-komünist yalanları yayarak ancak var olmaya devam edebilir! Bundan dolayı Troçkistler, Troçki’nin, Kruşçev ve döneminin yazarlarının, Konkuest, Robert Taker ve benzeri batılı anti-komünistlerin, Gorbaçov’un, Oleg Hlevniuk, Giork Baberofski, Nikolas Guerts, Andrea Gratsiozi ve Timoti Sneider gibi Avrupa’da tanınmış Sovyet sonrası aydınların yalanlarını öne sürmekteler. Troçkizm, kapitalizmden kurtuluşun Marksizm ve komünizm ile olacağını gören insanlar üzerinde etkiye sahip ancak bu insanlar 1956 yılından bu yana ileri sürülen anti-Stalinist yalanların engeline takılmaktadırlar. Diğer bir olgu ise yalanlara dayanan Troçkizm’in önemli bir güç olmasıdır. Bir çeşit “dogmadır.” “Büyük Lider”e eleştiriye müsade edilmez.
Troçki’den Kruşçev’e, anti-komünizmin okumuş, çağdaş “Uzmanlarına” kadar hiç kimsenin, Stalin’in gerçekleştirdiği en küçük bir katliamı dahi kanıtlayamadığı yerinde bir sonuçtur. Çünkü kanıtlayan kimse olmadı! Bunu kesin söylüyorum çünkü, eğer böyle katliamlar olsaydı, gözü dönmüş anti-komünist akademisyenler çoktan ortaya çıkarıp tüm dünyaya duyurmuş olurlardı. Ancak, hiç bir gerçek katliam bulamadılar! Bundan dolayı, yalan söylemek zorunda kalıyor, olayları çarpıtarak sahtecilik yapıyorlar…
Stalin’e karşı en çok kullanılan argümanlardan biri de, 23 Ağustos 1939 yılında Ribendrop-Molotof arasında imzalanan Sovyet-Alman saldırmazlık anlaşmasıyla yapılan Hitler Almanyası’yla yapılan “ittifaktır.” Bu “İki uç” teorisiyle komünizmi faşizm ve nazizm ile eş değer gören gerici teorinin de ana aksını oluşturmakta.
Ribendrop-Molotof anlaşmasının tarihsel gerçeği nedir?
Bütün bunları “Blood Lies” kitabımın, 7. ve 8. başlıklarında ilgili dökümanlarla analiz ediyorum. SSCB, Nazi Almanyası’na karşı, savunma karşılığında B. Britanya, Fransa ve Polonya ile bir ittifak oluşturma çabasındaydı. Görüşmeler, İngiliz ve Fransız temsilcilerin Moskova’da bulunduğu Ağustos 1939 yılında doruk noktasına ulaştı. Ancak, İngiliz ve Fransız temsilcilerin her hangi bir anlaşma imzalama yetkileri yoktu. Polonya hükümeti ise, Sovyet güçlerinin Polonya topraklarına konuşlanması fikrinin ihtimalini dahi kabul etmiyordu. B. Britanya ve Fransa, Nazi Almanyası’nın bu üç devletten -Polonya açıkça Almanya’nın hedefiydi- birine saldırması karşısında ortak bir savunma paktına kendilerini bağlamak istemiyorlardı. B. Britanya ve Fransa, görüşmeleri Almanya’yı herhangi bir anlaşmaya zorlamak için kullanıyorlardı.
Britanya ve Fransa’nın diplomasisi, Çek Hükümeti’ne sormadan Çekoslovakya’nın bir kısmını Hitler’e verdiği diplomasinin devamıydı. İngiliz ve Fransızlar, Hitler’i SSCB’ne saldırması konusunda cesaretlendirmek istiyorlardı. Ancak bunun anlamı, SSCB ile sınır olmayan Almanya’nın Polonya’yı ilhak etmesiydi. B. Britanya ve Fransa’nın gerçekte yaptıkları da tam buydu. Polonya ile savunma anlaşmaları yapmalarına rağmen, Polonya’nın Alman işgalinin ilk günlerinde yenilmesine karşın, Almanya’ya saldırmayı reddettiler.
Polonya devletinin yenilgisinin ardından, Kızıl Ordu Doğu Polonya’yı ele geçirdi. “Doğu Polonya”, emperyalist Polonya Hükümeti, 1919-1921 Rus-Polonya savaşında zorla ele geçirene kadar, Sovyet Rusya’ya bağlıydı. O dönemde Polonyalılar hiçbir zaman çoğunluk olmadılar. Sosyalizmden sonraki gerici Polonya rejimi hala bugüne kadar bu toprakları talep etmemiştir.
Ribendrop-Molotof Anlaşması “İttifak” anlamına gelmiyordu. Almanya ile SSCB arasında ki bir saldırmazlık anlaşmasıydı. Anlaşma, Hitler tarafından kabul edilen, SSCB’nin Polonya’nın doğusunda, Baltık ülkeleri ve Finlandiya üzerinde reddedilmez yetkisinin olduğunu içeren maddeyi içeriyordu. Bu madde, Alman askerini SSCB topraklarından yüzlerce kilometre uzakta tutuyordu. Anlaşma, Hitler SSCB’ne saldırdığında, Alman askerinin aşması gereken mesafe sayesinde, Moskova ve Leniningrad’ın yıkımının ve işgalinin savuşturulmasını sağlamıştır.
Josef Stalin’in Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşasına katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Stalin önderliği altında, Sovyetler Birliği’nde sosyalist toplum inşa edildi. Faşizm yenilgiye uğratıldı. Enternasyonal komünist hareket Marksist-Leninist teoriyi tüm dünyaya yaydı. Enternasyonale bağlı komünist partilere yapılan yardımlarla, emperyalizm ölümcül yara aldı. Lakin, SSCB, Stalin’in istediği ve olacağına inandığı ve istikrarlı biçimde komünizm yönünde gelişmedi. Tersine, 5 Mart 1953’de ölene kadar olan süreçte SBKP önderliği tarafından yalnızlaştırılmıştı.
Komünizme giden yol terk edilmişti. Kruşçev, kapitalizm ile “Barışçı rekabet” (Barış içinde bir arada yaşam) yanlış teorisini, kapitalizmin yıkımı için devrimin zorunluluğunun yerine ikame etti. Bu teoriye göre, komünizmin zaferini devrim değil de seçimler getirecektir. Bunun da anlamı, tarihin önder gücü işçi sınıfının yok sayılmasıdır. Ancak işçi sınıf, kapitalist üretimi engellemeye, devrimci parti ile örgütlenerek devrimi yapmaya, kapitalizmi yıkmaya ve iktidarı almaya muktedirdir ve olmaya da devam etmektedir.
Sovyetler Birliği, Stalin önderliğinde sosyalizmin Leninist teorisini pratiğe uyguladı. Bu Lenin’in ve Stalin’in sosyalizm teorileri yanlışlar yapmadı anlamına gelmez. Araştırmalardan çıkardığım sonuca göre, Lenin-Stalin’in sosyalizm teorileri 1. Dünya Savaşı’ndan önce ki 2. Sosyalist Enternasyonal’de geliştirilen pek çok teoriyi abartılı biçimde içinde barındırıyordu. Bir yandan “Sosyalizm”; emekçilerin yaşamlarının daha az çekilmez kılmak için, daha yüksek ücretler ve sosyal haklar için hükümetleri zorlayan güçlü bir işçi sınıfı hareketi ve sendikalara dayanan bir çeşit kapitalizmdi. Diğer taraftan ise, “Sosyalizm” işçi sınıfının komünist parti aracılığı ile iktidara geldiği, kapitalizmin alaşağı edildiği, toplumun tamamen endüstrileşmesi anlamına gelen başka bir aşamaya ulaşmıştı. Üretim araçları üzerinde ki özel mülkiyet dağıtılmış. Sovyetler, toplumu işçi sınıfının çıkarı doğrultusunda yöneten mekanizmalardı. Kapitalistler değil, işçiler ve köylüler ayrıcalıklıydı. Sosyalizmin Leninist teorisi budur.
Bu durumda, bu teori kapsamında, üretim ilişkileri kapitalizm döneminde ki biçimiyle büyük ölçüde benzerdi. Para, ürün ve hizmetlerin dağılımında belirleyici olmaya devam ediyordu. Elbette, kimse kişisel servet biriktiremiyor, işçiler köylülerle birlikte, her hangi bir kapitalist ülkeye nazaran çok daha fazla hak ve kazanıma sahiptiler. Kapitalist üretim ilişkileri, kır-şehir, kol emeği-kafa emeği arasında ki çelişkiler devam ediyordu. Bu zafiyetler, komünist topluma evrilme perspektifi noktasında ki siyasal yönelime göre daha baskındı.
Stalin dönemi Sovyetler Birliği tarihi, 20. yy enternasyonal komünist hareketinin olumlu ve olumsuzluklarından öğrenmemiz için araştırılması gereken bir “kitaptır.” Komünist perspektif doğrultusunda Sovyetlerin ve onların önderliğinde ki Komintern’in yaptığı onca doğrudan ve kahramanlıklardan öğrenmeliyiz. Keza, Sovyetler Birliği’ni ve enternasyonal komünist hareketi aşamalı olarak komünizmin geliştirilmesi yolundan ayırarak, soyguncu kapitalizme geri sürükleyen yanlışlardan da öğrenmeliyiz. Tarihsel öneme sahip, 20. yy komünistlerinin ve özellikle de Stalin önderliğindeki dönemin bıraktığı değerli mirası inceleyebiliriz. İnsanlığın mücadelesini verdiği eşit ve özgür geleceğin yolunda, komünist gelecek için bizlere bıraktıkları deneyim sayesinde, devlerin omuzlarından onların görebildiklerinin daha uzağını görebiliriz.
*Grover Furr, New Jersey Montclair Üniversitesi’nde Profesör. Sovyet Birliği ve de özellikle Stalin dönemine ilişkin yaptığı tarih araştırmalarıyla tanınmaktadır. Röportaj, atexnos.gr sitesinde yayınlandı. Türkçe çevirisi prologos.gr sitesinden yapılmıştır.
YENİ DEMOKRASİ ÇEVİRİ KOLEKTİFİ