Devrimciler açısından zor bir tarihi dönemden geçiyoruz. Keza halk kitleleri için de durum pek farklı değil. Çürümeye yüz tutmuş emperyalist-kapitalist sistem, varlığını sürdürebilmesinin tek aracı olan baskı, şiddet ve zoru dünya halkları ve bir bütün devrimci hareket üzerinde var hızıyla sürdürmekte. İnsanlık, bir avuç sömürücü azınlık dışında her geçen gün daha da yoksullaşmakta, açlığa mahkum edilmekte. İşsiz milyonlar patlamaya hazır bir potansiyel oluşturmakta, yaşamını devam ettirebilmenin peşinde. Uluslararası devrimci hareket son dönemde kendiliğinden gelişen anti-kapitalist karakterli hareketler dışında bir durgunluk yaşıyor.
Egemenlerin ezilen emekçi halka ve onun öncü dinamiklerine dönük saldırılarını hayata geçirildiği bir sürecin içerisindeyiz. Halk kitleleri gelinen süreçte baskı ve sömürüye sessiz kalacak bir duruma getirildi. Yine yakın tarihimiz bir dizi ulusal ve sosyal devrimci yapıların sendeleyişine, reformist ve sistem-içi kulvara girişine yine kiminin ise tümden bitişine tanık olmuştur. Devrimci durumda önemli gelişmeler yaşanırken devrimci hareketlerin durumu bu gelişmeleri doğru bir rotaya sokup ona yön verme niteliğinden uzak olduğundan egemenlerin ideolojik-politik-kültürel-ahlaki her saldırısı halk kitlelerini daha da etkilemiştir. Yaşadığımız coğrafyaya ve kendimize baktığımızda bunu rahatça görebiliriz. Yozlaşma, yabancılaşma ve bireycileşme halk kitlelerinin yanı sıra, devrimci saflarda da kol gezmektedir. Mücadeleden kopanların sayısı artmakta, devrime inançsızlık, halka güvensizlik had safhada yaşanmaktadır. Yaşanan bir tasfiye sürecidir. Devrimci parti ve örgütlerin tasfiyesi, devrime inancın tasfiyesi, halka ve parti/örgüte güvenin tasfiyesi, kolektif ruhun tasfiyesi vb. vb. Bireyin kafasındaki hedefler muğlaklaştıkça, bilinç bulanıklaştıkça yaşanan sorunlara, çekilen zorluklara çözüm üretemez bir duruma gelinmekte; umut ve inanç yavaş yavaş yitirilmektedir. Bundan sonra ise bireysel istem ve çıkarlarla örgütsel istem ve çıkarlar karşı karşıya konduğunda bireysel olanlar tercih edilecektir. Kolektivizm, yoldaşlara bağlılık, halk sevgisi gibi devrimci değerler de yitirilecektir. Bu gidişatın sonu “elveda proletarya” olacaktır. Çizilen bu tablo olumsuz olabilir, doğrudur. Ama bilim bize her sorunun, çözümünü de kendi içinde barındırdığını öğretiyor. Bu durumu değiştirecek birileri varsa o da biz devrimci ve komünistleriz. Her sömürü politikası, her vahşeti ve her katliamı emperyalist burjuvazinin sonunu daha da yakınlaştırmakta, baskı ve şiddet üzerine kurulu düzenin kendi mezar kazıcılarını da büyütmektedir. İki sınıf, iki yol ve iki çizgi arasındaki savaşta burjuvazi/ kapitalizm/ karşı-devrim yenilmeye mahkumdur. Bilimsel olarak insanlığı toptan kurtuluşa götürecek tek sınıf olan proletarya ise taktiksel gerilemeler yaşasa da yenmeye mahkumdur.
Dünya halklarının ve bir bütün insanlığın sosyalizmden başka bir kurtuluşu yoktur. Elbette bu kurtuluş kendiliğinden gelmeyecektir. Proletaryanın demir yumruğu burjuvazinin tepesine inmeden bu kurtuluş gerçekleşmeyecektir. Tam da burada görev omuzlarımıza düşmektedir. Emperyalizmin tasfiye saldırılarını boşa çıkarmanın tek yolu güçlü bir devrimci duruş, devrimde ısrardır. Devrimi yaşamın birinci gereksinmesi olarak kavramak, devrimin ihtiyacını iliklerine kadar hissetmek, komünizmin tek kurtuluş yolu olduğunu, bireysel kurtuluşun da insanlığın kurtuluşuyla gerçekleşebileceğini görmek; yani devrimi önce başkaları için değil, kendin için istemek devrimci bir duruşun temelidir. Yine kitlelerden kopukluğun ve halka güvensizliğin kol gezdiği bir ortamda kitlelerle olmak, onlara güvenmek ve onlardan öğrenmek, duruşumuzu sağlamlaştıracaktır. MLM biliminin somutlandığı, devrimin ete kemiğe büründüğü yerdir kitleler. Onlar her şeyi yıkmaya ve her şeyi yaratmaya muktedirdir. Devrimin temeli, yaşamın yaratıcısı, en büyük güç olan kitlelere güven duymamak, bir devrimcinin yaşayabileceği en kötü durumdur. Kitleler olmadan devrim ve sosyalizm sadece bir hayaldir. Kitlelere güvenmenin, onları anlayıp onlardan öğrenmenin yolu ise onlarla olmaktan geçer. Dışarıdan gazel okuyarak ne onları anlayabiliriz ne de sorunlarına çözüm bulabiliriz. Kitlelere rağmen ve onlarsız, politikalarımız yaşam bulmayacaktır. Kitlelerin içinde son çığlığımıza kadar bağırmalıyız ki bizi duyabilsinler.
Kitlelere güvensizlik tüm ideolojik hastalıkların kaynağıdır aynı zamanda. Devrime inançsızlığın, cesaretsizliğin, kararsızlığın ve umutsuzluğun başlangıcıdır. Kim ne derse desin halktan kopuk bir yaşam mutlaka içerisinde bir dizi eksiklik ve zaaf barındırıyordur. TDH ve PP’nin şu an içinde bulunduğu durum tasfiyenin ve ideolojik kırılmanın bir örneğidir. Geldiğimiz aşama kitlelerin devrimdeki rolünü kavrayamadığımızı, onlarsız mücadele etmenin bir anlam ifade etmediğini bilince çıkaramadığımızı gösteriyor. Sürecin olumsuz etkilerini ancak kitlelerin içinde ve onlarla birlikte olarak aşabiliriz. Yaşamlarına girmek, onlarla olmak, onları anlamak ve tanımak, yaşadıkları sorunları görmek, çözümler sunmak bize güç verecektir. Kitle faaliyetinde bulunan yoldaşlar bilirler; onlarla diyalog kurulabildiğinde, kendimizi anlatabildiğimizde ve sorunlarına doğru çözümler sunabildiğimizde yaklaşımları olumsuz olmamakta. Devletin yaptığı “terörist” propagandasını ve yaşadıkları güven yitiminin etkisini kıracak olan bizleriz. Devrime inanç ve kitlelere güven; yaşadığımız olumsuz süreci tersine çevirecek olan devrimci duruşu sergileyecek devrimci kişiliğin temellerini oluşturuyor. İdeoloji politikada yaşam bulur, politika ise ideolojiyi güçlendirir. İdeolojik duruşu sağlamlaştıracak olan politik bilinçtir.
Marksist-Leninist-Maoist bilimsel yöntemi edinmek, dünyaya bu yöntemle bakmak; bunun için derin bir inceleme-araştırma ruhuna ve öğrenme ihtiyacına sahip olmak, öğrendiğiyle yetinmemek, yaşanan gelişmelerden dünya ve ülke gündeminden haberdar olmak; ajitasyon ve propagandada derinleşmek vb. politik bilinci geliştirecek; düşmanın tüm politikalarını boşa çıkartacak ve alternatifi koyacak somutluğu sağlayacaktır. Yürüttüğümüz savaş politik bir savaştır. Yaşanan tıkanıklıkların, girilen açmazların çözümü politikayı kavramaktır. Politik bilincin savaşta önemli bir yeri vardır. Ne için, neden, nasıl sorularına doğru yanıtlar bu şekilde verilecektir. Politik yetkinliği bolca kitap okumaktan ya da gündemden haberdar olmaktan ibaret gören anlayışlar mahkum edilmelidir. Politika, sorunlara doğru çözümler üretebilme ve bunları uygulayabilme yeteneğidir. Devrimin sorunlarına, halkın sıkıntılarına, partinin tıkanıklıklarına çözüm üretebiliyor muyuz? Yoğunlaşılması gereken taraf burasıdır. Proletaryanın bilimsel bakış açısına sahip bir kafa her soruna asgari çözümler üretebilecektir. Devrimci bir kişilik, devrimci bir yaşamda var olur. İlkeleri var eden, değerleri süreklileştiren devrimci yaşamdır. En zor koşullarda, en zorlu anlarda ilkelerinden taviz vermeyen, inançlı, kararlı bir duruş. İdeolojik-politik olarak sağlam, sosyalist kültür ve ahlakla donanmış, halka sonsuz bir güven duyan, yoldaşları ve partisine sıkı sıkıya bağlı, yaşamını devrime adamış, kendini sürekli yenileyen ve yeniden üreten, emeğin değerinin bilincinde ve kitleler içinde bir yaşam bulunduğu her alanda devrimciliğin ilke ve değerlerini savunan, görev ve sorumluluklarını bu ciddiyetle yerine getiren, yanlışlara karşı acımasız ve fedakar bir kişilik…
Üzerimizdeki sorumlulukların ağırlığını hissetmek katedeceğimiz yolda önemli bir adım olacaktır. Sorumluluğumuz gerçekten ağır. Devrimi talep etmek ağır sorumluluklar ister. Gerçeklik önümüzde duruyor; değiştirecek ise bizden başka kimse yok. Bu değişimi istiyor muyuz ? Değiştirecek gücü kendimizde görüyor muyuz ? Bunlara vereceğimiz yanıtlar temelinde bir yönelime girmemiz gerekmekte. Sınıf mücadelesi bunu emrediyor kaybedecek hiçbir vaktimiz yok. Devrimi somut bir ihtiyaç olarak hissediyorsak eğer; onun gerekliliklerini yerine getirecek, gerekirse bedellerini de ödeyeceğiz. Bireyler sınıf mücadelesinde gelip geçicidir. Kalıcı olan ise ideolojimiz ve çizgimizdir. Her düşenin yeri doldurulmuştur ve doldurulacaktır da. Kendinden sonra başkalarının devam edeceğini bilmek, gittiğin yolun sonunu açık bir şekilde görmek bizi geleceğe daha sıkı bağlayacaktır. Son olarak; önümüzde iki yol durmakta; birincisi yılgınlık, karamsarlık ve teslimiyet; ikincisi inanç, kararlılık, umut ve direniş. Üzerimizdeki kara bulutları dağıtacak, sessizliği çığlıklarla yırtacak ve umudun tohumlarını yeşertecek güce sahibiz. Yeter ki isteyelim!