Seçimler Türkiye’de, son dönemde “demokrasi oyununun” en iyi aracı(!) olarak halk kitlelerinin önüne getirilmektedir. Her yılın sonuna doğru, olağan veya olağanüstü biçimde ama bir biçimde “seçim sath-ı mailine” süreç sokuluyor. 2019 yılına yaklaşırken de son yıllarda tekrarlanan nakarat bu defa yerel seçimlerle tekrarlanıyor. Tepeden tırnağa politize olmuş süreç, yoğunlaşmış çelişkiler, savaş iklimi ve bölgesel ölçekte yaşanan büyük karmaşa hali, seçimlerin normal koşullarda yaratması gereken “politik yoğunlaşmaya” artık “özel bir anlam” yüklemeye daha az olanak vermektedir. Seçimler, son dönem yaşanan hileler, ona yüklenen büyük anlamlar, sandık ve değişim ilişkisindeki abartılı yaklaşım, egemen sınıf klikleri arasındaki güç dengelerinin yarattığı eşitsizlik hali ile cezbedici karakterini de yitirmeye başlamıştır. Diğer toplumsal, sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmelerin kitleleri daha güçlü ve yapıcı bir şekilde politize etme durumu söz konusudur.
2019 yerel seçimlerinin, bir yerel seçimden daha çok bir genel seçim havasına büründürülen yapısı, T. Kürdistanı’nda HDP’nin kazanacağı belediyelerine yeniden kayyum atanacağına yönelik faşist Erdoğan’ın açık saldırıları, yine faşist klikler arası ittifaklar ve bloklaşmalar ile adeta her yıl yaşanan “dejavu” halinin bir kopyasının yaşanması durumu söz konusudur. Bu seçimlerde de güç dengelerinin ve ilişkilerinin faşist Erdoğan ve AKP kliği lehinde olması durumu söz konusudur. Bu gerçekliğin 3-4 aylık periyotta alt-üst olması durumu mümkündür. Ancak bunun kolay olmayacağı da görülmektedir. İçinden geçtiğimiz süreçte “bir gün” dahi epey uzun ve dengeleri değiştirecek özelliklere sahiptir. Fakat genel eğilim, ortada duran tablo yerel seçimlerin sonucunun verili siyasal dengelerin değişimine işaret etmemektedir.
Ancak bu seçim vesilesiyle değişmeyen bir şey var ki, faşist CHP kliğinin ve demokratik güçlerin odağı olan HDP’nin bildik seçim atmosferi yaratan politik yaklaşımlarıdır. Her seçim sürecine girerken sandığa geniş kitlelerin koşması halinde ve oylarını kullanması durumunda “Tayyip Erdoğan’ın gideceği”, “ülkeye demokrasinin geleceği” yönlü propagandasıdır. Bir kez daha kitleler saflaştırılmaya, “bir oyla her şeyin değişeceğine” inandırılmaya çalışılmaktadır. Faşist bir “Tiran”a yönelik kitlelerin yoğun ve tırmanan öfkesi, sandık aldatmacası ve her şeyin bu şekilde değişeceği algısıyla adeta terbiye edilmekte, kitlelerin sorunları ve faşist baskılara karşı örgütlenip mücadele etmesi yerine sandığa koşması; yaratılan bilinç, pazarlanan umut olmaktadır. Yine bir seçime giderken geniş kitleler “Tayyip Erdoğan’ın gideceğine dair umutla” saflaştırılmaya, seçimlerle “demokrasinin” geleceğine inandırılmaya çalışılacaktır.
Tayyip-AKP ve “küçük ortak” MHP kliği de kuşkusuz bu propagandaya en büyük desteği vererek kitlelerin öfkesinin, çelişkilerinin ve derdinin sandıkta gömülmesini hesaplamakta, bir kısım(gerici-faşist) kitlenin ise etrafında daha güçlü şekilde kenetlenmesine odaklanmaktadır. Bu seçimlere de bu klik kaybedilirse “Başkanlık rejimi tehlikeye girer” politik argümanı, bu eksene oturmuş esaslı bir çalışma ve ittifak politikasıyla hazırlanmaktadır. Bunun karşıtı ise “seçimleri kazanalım başkanlığı gönderelim” heyecanına dönüştürülmektedir. Tam da bu sebepten dolayı seçimler yerel seçimden çok genel seçim havasında ilerleyecektir. Komünistlerin bu yerel seçimlerde, oluşan genel seçim havasını gözetmesi ama yerel seçim dinamiklerinin özgünlüklerini hesap etmesi kaçınılmazdır. Bir seçim yarışında daha kitlelerin yanlış bir bilinçlenmeyle, her şeyin değişeceği ve demokrasinin geleceği yanılgısıyla “büyülenmesine” karşı durmak, reformist-tasfiyeci rüzgarın bir seçim ikliminde daha faşist saldırılara karşı umutsuzluk yaratmasına/yaymasına, yılgınlık politikasına yol açacak yaklaşımlara set olmak devrimci çizgi ve tutumla mümkündür.
Seçimler için hengameli bir yarış ve uyuşturucu niteliğindeki “politik kampanyalar” örgütlenirken, diğer yandan faşist diktatörlük saldırılarına ara vermeksizin devam ediyor. T. Kürdistanı’nda gerillaya karşı imha ve yok etme konseptli bir savaş sürüyor. Kürt ulusal kimliğine yönelik inkar ve asimilasyon, halka karşı ise acımasız bir baskı-şiddet ve hak gaspı yaşanırken, Rojava’da işgal politikasını emperyalist güçlerle derinleştirme ve yaygınlaştırma hesabı yapan faşist diktatörlük diğer taraftan “Oslo”, “Akil insanlar” vs. gibi sembolik kavramlarla ve kimi girişimlerle saldırılarına ideolojik bir derinlik katma hesabı yapmaktadır. “Oslo” ve “Akil insanlar” sürecinin barışçıl biçime bürünmüş ideolojik-siyasi imha operasyonu olarak devreye sokulduğu tüm kodlarıyla çözülmüştür. Ancak seçimler öncesi yeniden “barışa” dair umut yeşertmeye çalışan bilgi “sızıntıları” ve girişimleri, zaten arka planda yürüyen bir dizi kulis-diplomasi-görüşmenin uygun zamanda sürece dahil edilmesi olarak görülmelidir. Kürt ulusal mücadelesini ve en önemlisi halkın devrimci enerjisini imha edemeyeceğini bilen faşizmin son 4 yılda tüm güç ve olanaklarıyla istediği şartlarda yeni bir “masa kurma” planı olduğu görülmez değildir. Askeri saldırılarında başarı elde ettiği oranda yeni koşullarda, yeni dengelerle istediği türden bir “görüşme” süreci başlatmak faşizm için istenilir bir şeydir. Ancak her durumda faşizmin saldırılarında kodlanan Kürt ulusunun temel haklarından tecrit edilmesine yönelik politika, amaç ve yönelimi değişmeyecektir. Kılıf değiştirmiş ama hedef ve amaca etkili şekilde ulaşmayı gözeten yaklaşım faşizmde egemen kalmaya devam etmiştir. Bu bağlamda faşizme karşı halkı doğru bilinçlendirmek belirleyici düzeyde önemlidir. Diğer önemli nokta ise bu doğru devrimci bilinci örgütlü bir güce çevirmektir.
DOĞRUYA TUTUNMAK VE TUTARLI OLMAK!
Doğru devrimci bilinç pragmatizmde değil, sınıfsal çıkara dayalı dünya görüşü ile açık ve kesin bir şekilde devrimci bir hat kurma meselesidir. Pragmatizmin en bayağısının yaşandığı ve Venezüella’da Chavez ve Maduro’nın sosyalist olarak halk kitlelerine pazarlandığı, doğru ile yanlışın yer değiştirmesinin “yenilik” olarak sunulduğu durumlar şimdi biraz daha geride kalmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın Venezüella ziyaretinde kendisine verilen “Bolivar kılıcı ve El Libertator Nişanı”, reformist-revizyonist-tasfiyeci hatta bir aydınlanma yaratır mı bilinmez ama halk kitlelerinin soruna tarihsel ve sınıfsal perspektiften bakanları ayırt etmesi için bir veri olacaktır. Her parlayanın altın olmadığı bir kez daha görülmüştür. Elbette reformist-revizyonist-tasfiyeci akımın seçimlerle yazılan başarı öyküsü Venezüella-Tayyip fiskesiyle yıkılmış durumdadır. Kumdan kalelerin düşmesi sürecine katılan ivme, bilinçteki yanılsamanın gerçeğe daha sıkı sarılmaya evrileceği görülmelidir.
Bu süreçte yaşanan topyekûn saldırıya karşı çare, seçim gündemiyle boğulmak değildir. Ülkenin her köşesinde ekonomik ve siyasi krizden bunalmış ve ne yapacağını bilemez halde bekleyen, öfke ile kuşanmış halk yığınlarının çeşitli biçim ve düzeyde örgütlenmesini sağlamaktır görev. İşçi sınıfının 3. Havaalanında boy veren isyanı, irili ufaklı bir dizi direnişle örgütlenme, karşı durma ve sınıfa karşı sınıf siyaseti izleme eğiliminin göstergesi niteliğindedir. Faşizm, elindeki tüm baskı araçlarıyla işçi sınıfının ve halk kitlelerinin üstüne yürüse de, direniş ve örgütlenme iradesi kırılamamaktadır.
Halkın öfkesi ve hareketi hiç kuşkusuz tekil değildir. Emperyalist sistemden kaynaklanan sorunlar ve genel bir krize doğru koşar adım giden süreç sınıf mücadelesine ivme katılması anlamına gelmektedir. Emperyalist-kapitalist sistem bir yandan politik diğer yandan ekonomik kriz içindedir. Emperyalist güçler arasında rekabet yıkıcı, keskin ve de sürekli tırmanan bir muhtevaya sahiptir. Bu rekabet sermayenin kendini gerçekleştirme, kendine pazar alanı bulma rekabetidir. Bunun yanında emperyalist merkezlerde olgunlaşan çelişkiler ve gelişmeler söz konusudur. Almanya ve ABD liderlik düzeyinde bir politik sorunla boğuşurken, AB ülkelerinde ekonomik krizin nüveleri kendini göstermeye başlamıştır. Kur oynaklığının ve enerji rekabetinin yarattığı fiyat artışları Fransa’da “sarı yelekliler” olarak bilinen halk tepkisine dönüşmüş ve günlerdir süren bir direniş hattı örgütlenmiştir. Halkın sosyal ve ekonomik yaşamına yönelik saldırı ve gasplara karşı öfke ve tepki bugün daha hızlı ve seri olmaktadır.
Önümüzdeki süreç örgüt ve örgütlenme meselesinde daha fazla odaklanılan, arayışın ve mücadelenin daha fazla boyut kazanacağı bir süreçtir. Şimdiden tüm odağımızı buraya vermek, yanlış ve yanılgılara karşı gerçek ve doğruyu sahiplenmek zorunlu ve kaçınılmaz bir görev olmalıdır.
- Bu yazı 6 Aralık 2018 tarihli Yeni Demokrasi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.